Bugün İsrail’in, Filistan’in Akdeniz kıyısındaki bölümü olan Gazze’yi kendi haritasına katma operasyonun başlangıcı Oslo Anlaşması’ydı. Fakat, bunun ABD’nin devlet politikası olarak benimsenmesi, Trump’ın 2020’de İsrail Başbakanı Netanyahu’yu yanına alarak, “Yüzyılın Anlaşması”nı imzalamasıyla gerçeklemişti. 

Trump’ın damadı ve danışmanı Kushner ve ekibinin hazırladığı “Yüzyılın Anlaşması” esasta, “İki devletli çözüm” formülünü tarihin çöp sepetine atmayı hedefleyen bir tuzaktı. Bilindiği gibi, 1973 yılında Oslo’da, Filistin’in efsane lideri Yaser Arafat’a imzalatılan anlaşma, Filistinlilerin 1967 savaşı öncesinde İsrail tarafından  işgal edilmiş olan tpraklarından vazgeçmesini ve Doğu Kudüs başkentli bir Filistin devletini kabul etmelerini öngörüyordu.

Bugün Gazze’de bir insanlık dramı olarak izlediğimiz operasyonun arka planındaki dinamikleri ve esas mimarının kim olduğunu görmüş olduk. Yarın İsrail coğrafyasında yaşanabilecekleri bu gerçekler çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

İsrail’in, Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısına karşı başlattığı ve Gazze’yi hedef alan saldırıları günlerdir devam ediyor. Aksa Tufanı’nın duyurulduğu ilk günlerde televizyonlara yansıyan görüntüler eşliğinde haberlerin akışı, bize 11 Eylül 2001 günü New York’taki İkiz Kuleler’in “El Kaide militanları tarafından vuruluşunu” çağrıştırmıştı. Aksa Tufanı olayını irdelediğimiz ilk yazımızın başlığı “ORTADOĞU’NUN 11 EYLÜLÜ”ydü.

Kaygılıydık; İkiz Kuleler saldırısının Afganistan ve Irak’ın işgaline gerekçe yapıldığı gibi, AKSA TUFANI da Gazze’nin işgal gerekçesi yapılabilirdi.

7 Ekim’de Hamas’ın başlattığı Aksa Tufanı saldırısına İsrail’in Demir Kılıç operasyonuyla katliam boyutunda karşılık vermesi, bu konudaki kaygılarımızı haklı çıkardı. İsrail, 7 Ekim’den bu yana aralıksız sürdürdüğü roketli saldırılarla, Gazze’de yaşayan 2.3 milyon insani göçe zorluyor.

İsrail, tanklarla kuşattığı Gazze’deki insanlara elektrik ve su vermiyor, ama tepelerine devamlı roket ve bomba yağdırıyor. Hastaneler okullar bombalanıyor. Savaş suçu sayılan beyaz fosfor bombaları kullanılıyor. Masum insanlar, çocuklar katlediliyor.

Gazze’de, canlı yayınlar eşliğinde katliam yapılıyor ve bütün dünya bu katliamı dizi film izler gibi izliyor.

Evet, yalnızca izliyor. Kimse Gazze’de İsrail’in bu katliamı neden yaptığını sorgulamıyor. İsrail’in, fosfor bombaları kullanarak, hastaneler bombalayarak, sivilleri ve çocukları öldürerek  işlediği savaş suçuna sessiz kalanlar da, insanlık suçu işlemiş olmuyorlar mı?

21’inci Yüzyıl’da insanlık, masa başında çözülebilecek bir sorunu n savaş meydanlarına taşınmasını, kaliama dönüşmesini önlemekten aciz midir?

7 Ekim’den bu yana aralıksız bombalanan bu insanlara, “evinizi yurdunu terkedip gidin” deniyor, ama bu gidebilecekleri, çatısı altına sığınabilecekleri bir yer yok. Tek kaçış kapısı olan Refah Kapısı’nı da Mısır, “kontrolsüz göçe dönüşür” kaygısıyla açmıyor.

21 Ekim günü 28 Ülkenin temsilcisi Kahire’de toplandıklarında, bütün insanlık bu zirveden  güçlü bir ateşkes çağırısı çıkmasını beklediler. Olmadı! BM Genel Sekreteri Gutterres’in Refah Kapısı önünden yaptığı çağırı da, 28 ülke temsilcisinin Kahire Zirvesi’nde yaptıkları konuşmalar da bu katliamı durduramadı, durduramıyor.

“Dünyanın jandarması” ABD, en büyük iki uçak gemisini savaş gemileri eşliğinde Gazze açıklarına demirledi, “Kimse karışmasın, müdahale edeni vururum” diyor.

ABD Dışişleri Bakanı Tel Aviv’de yaptığı açıklamada, “Ben buraya bir dışişleri bakanı olarak değil. Bir Yahudi olarak geldim” diyerek, Ortadoğu’da Gazze merkezli yaşanmakta olan insanlık dramının ruhani boyutunu ortaya koyuyordu. 

ABD Başkanı Biden, destek için geldiği Tel Aviv Havaalanı’nda, düne kadar kavgalı olduğu İsrail Başbakanı Netanyahu ile sarmaş dolaş olarak, üçüncü ülkelere Ortadoğu’da dengelerin değiştiğine ilişkin çok önemli bir mesaj veriyordu.

Aksa Tufanı-Demir Kılıç çatışmalarının giderek şiddetlendiği günlerde Pekin’e giden Rusya Devlet Başkanı Putin, bu ziyaretiyle, Gazze’de yaşanmakta olan çatışmanın yalnızca İsrail-Hamas çatışması olmadığını, Çin’in Kuşak ve Yol projesini de kapsadığını ortaya koyuyordu. Nitekim Çin savaş gemileri ilk defa Doğu Akdeniz’de bayrak gösteriyor ki bu, Gazze ateşinin bütün bölgeyi sarma olasılığını gündeme getiriyordu.

“SİYONİST OLMANIZ İÇİN YAHUDİ OLMANIZA GEREK YOKTUR”

Gazze’de yaşanmakta olan katliamın nedenlerini irdelediğimizde, bunun bir taraftan İsrail’in Siyonist politikasıyla, diğer taraftan Çin’in Kuşak ve Yol projesinin önünü kesme operasyonlarıyla, ABD’nin küresel lider sıfatını sürdürme çabasıyla yakından ilişkili olduğunu görüyoruz.

İsrail, kurulduğu günden başlayarak, izlediği Siyonist politikaya dayanarak, her fırsatta sınırlarını genişletme hamleleri yapıyor ve kendi inancına göre, “Vaad edilmiş Topraklar”a ulaşmaya çalışıyor.

İsrail coğrafyasının manevi yapılanmasında en altta Musevilik, ortada Yahudilk ve en üstte de Siyonizm vardır. Siyonizm, “Nil’den Fırat’a olan coğrafyanın ‘Vaad edilmiş topraklar’ olduğunu savunan siyasi Yahudiliktir; bir ideolojidir. Hedefleri “Vaad edlmiş topraklar”ı alarak Siyon’u yeniden kurmaktır. Onun için de, büyük savaşın (Armageddon) biran önce çıkması için, “Tanrı’yı Kıyamet’e zorlamak” gerekir.

Siyonizm bütün Yahudilerin inandıkları bir şey değildir; çoğu Yahudi bu ideolojiyi eleştirir. Bu, Yahudilik içinde ideolojik bir bakış açısıdır. Toray Yahudileri tam tersini savunurlar, İsrail’in Yahudilik’in sonu olduğunu, İsrail’in Yahudilerin düşmanı olduğunu söylerler. Bu günlerde internette dolaşan bir Biden videosunda, ABD Başkanı bu söylenenleri doğruluyor; “Siyonist olmanız için Yahudi olmanıza gerek yok” diyor.

SİYONİSTLERİN HEDEFİ ve “YÜZYILIN ANLAŞMASI”

Siyonizm, Yahudilik’i kullanan bir ideolojidir. Siyonistler, Siyonizmin güncelliğini koruyabilmek için, “Vaad edilmiş topraklar” ideolojisini kapitalizmin ve emperyalizmin amaçlarıyla o kadar ustaca birleştirmişler ki, bu ideolojiyi savunarak, hem para kazanıyorlar, hem dünyanın her köşesinde hakimiyet kurabiliyorlar hem de kafalarında kurguladıkları “kutsal” amaca hizmet etmiş oluyorlar.

Sultan Aziz’in, Sultan II. Abdülhamit’in, İttihat ve Terakki’nin ve Atatürk’ün Siyonizm’e karşı çıkmalarının başlıca nedeni, Nil’den Fırat’a uzanan “Vaad edilmiş topraklar” kurgusudur. 

Biden, gençlik günlerinde çekilmiş bir videoda Siyonizm konusunda ne diyordu: “Siyonist olmak için Yahudi olmanıza gerek yoktur.” Yardımcısı olduğu dönemde ABD Başkanı’nı da etkilemiş olacak ki, Trump, imzaladığı “Yüzyılın Anlaşması”yla Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmiş, Suriye’den gaspettikleri Golan Tepeleri’ni de İsrail’e bağışlamıştı.

Trump’in, Yahudi damadı Kushner başkanlığındaki bir ekiple birlikte esaslarını belirledikleri “Yüzyılın Anlaşması”, Ortadoğu’da uzun soluklu bir çatışma yaratma olasılığından dolayı çok eleştirilmişti. Günümüzde yaşanmakta olanlar, bu konuda duyulan bütün kaygıların haklı olduğunu ortayakoymuştur. Çünkü, Damat Kushner ve ekibinin hazırladıkları ve Filistin sorununu çözeceğini savundukları  “Yüzyılın Anlaşması” ekindeki haritalarda Filistin yoktu! 

GAZZE KATLİAMININ GERÇEK MİMARI

İsrail’de bugün yaşanan çatışmaların temeli, Trump’ın İsrail Başbakanı Netanyahu’yu yanına alarak büyük bir mutlulukta imzaladığı “Yüzyılın Anlaşması”, bugün bütün dünyanın gözü önünde yapılan katliamın izin belgesidir. Bunu biz değil, Yüzyıl Anlaşması’nın imzalandığı günlerde yayınlanan Amerikan gazeteleri söylüyordu.

ABD Başkanı Donald Trump'ın İsrail'i garanti altına alıp Filistin davasını tarihe gömecek şekilde danışmanı ve damadı Jared Kushner'e hazırlattığı “Yüzyılın Anlaşması”,  Filistinlilerin büyük tepkisine neden olmuştu.

Oslo Anlaşması, Filistin’i temsil eden Yaser Arafat’la müzakere edilerek hazırlanmıştı. Damat Kushner ve ekibinin hazırladıkarı “Yüzyılın Anlaşması” ise, “İki devletli bir çözüm”ü tarihin karanlıklarına savuran bir anlaşma metniydi.  Oslo Anlaşması'nın Filistin'e nelere mal olduğunu hatırlatan yorumcular, "’Yüzyılın Anlaşması’nın İsrail'i nereye götüreceğini kestirmek mümkün” diyorlardı.

TUZAKLARLA DOLU BİR ANLAŞMA METNİ

“Yüzyılın Anlaşması", İsrail'in Doğu Kudüs ve Batı Şeria'da Filistinlilerden zorla aldığı araziler üzerine inşa ettiği Yahudi yerleşim yerlerinin ilhakına izin veriyordu ki, bu, İsrail’in genişleme planının önünü açmak demekti.  1993'te, Filistin'in efsane lideri Yaser Arafat'a imzalatılan Oslo Anlaşması’yla Filistinliler, 1967 öncesinde İsrail’in gasp ettiği toprakları unutacaklar, Doğu Kudüs'ün başkent olduğu bir Filistin devletini kabul edeceklerdi.

Oslo Anlaşması’yla Batı Şeria’da fiili işgal yüzde 60’lara yükselmiş, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’ya 670 bin Yahudi yerleşmişti. “Yüzyılın Anlaşması”, Oslo Anlaşması’nın 2020 versiyonuydu. Filistin’i tarihten ve haritalardan silmeyi hedefleyen, İsrail’i ABD’nin kanatları altına alan tuzaklarla dolu bir anlaşmaydı.

Görünüşte Filistinlilerin haklarını koruyan bir anlaşma diliyle yazılmış olsa da, “Yüzyılın Anlaşması” Filistinlilerin beklentilerini hayata geçirmeyi hedefleyen bir anlaşma değildi. Dış baskılardan, terörist olarak anılmaktan sıkılarak partilşen ve  2006 yılında yapıan seçimlerde tahmin edilenden fazla oy alarak Meclis’e giren Hamas’tan hiç söz edilmiyordu. Gazze’de sürekli baskı altında tuttukları Hamas da “Yüzyılın Anlaşması”na sıcak bakmıyordu.

Yüzyılın Anlaşması”, Hamas’ı olduğu gibi, Batı Şeria merkezli Mahut Abbas yönetimindeki El Fetih’i de muhatap almıyordu.

İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜME VEDA

1973’te imzalanan Oslo Anlaşması’na göre, “Batı Şeria A, B ve C bölgelerine ayrılmıştı. Batı Şeria'nın yüzde 18'ini oluşturan A Bölgesi'nin kontrolü Filistin yönetimine bırakılmıştı. Batı Şeria'nın yüzde 21'ni oluşturan B Bölgesi'nde sivil idare Filistin'deydi, ama güvenlik İsrail'le ortak olacaktı.” Yani, tarihi Filistin topraklarında bir Filistin devletinin kurulmasına izin yoktu.

“Yüzyılın Anlaşması”na göre, İsrail’in, anlaşmlara aykırı olarak, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da, Filistinlilerin arazileri üzerine inşa ettikleri yerleşim birimleri İsrail toprağı sayılacaktı. Anlaşma, Oslo sonrası tarihi Filistin topraklarının yüzde 22'sinde bile bir Filistin devletinin kurulmasına izin vermeyen düzenlemeler içeriyordu.

Görüldüğü gibi, bugün İsrail’in, Filistan’in Akdeniz kıyısındaki bölümü olan Gazze’yi kendi haritasına katma operasyonun başlangıcı Oslo Anlaşması’ydı, fakat bunun ABD’nin devlet politikası olarak benimsenmesi, Trump’ın 2020’de İsrail Başbakanı Netanyahu’yu yanına alarak, “Yüzyılın Anlaşması”nı imzalamasıyla gerçeklemişti. 

Trump’ın damadı ve danışmanı Kushner ve ekibinin hazırladığı “Yüzyılın Anlaşması” esasta, “İki devletli çözüm” formülünü tarihin çöp sepetine atmayı hedefleyen bir tuzaktı. Bilindiği gibi, 1973 yılında Oslo’da, Filistin’in efsane lideri Yaser Arafat’a imzalatılan anlaşma, Filistinlilerin 1967 savaşı öncesinde İsrail tarafından  işgal edilmiş olan tpraklarından vazgeçmesini ve Doğu Kudüs başkentli bir Filistin devletini kabul etmelerini öngörüyordu.

Bugün Gazze’de bir insanlık dramı olarak izlediğimiz operasyonun arka planındaki dinamikleri ve esas mimarının kim olduğunu görmüş olduk. Yarınlarda İsrail coğrafyasında yaşanabilecekleri bu gerçekler çerçevesinde değerlendirmek gerekir.