Adıyla ters düşen projeye “Yeşil Yol” denir.
Hükümet yetkilileri proje hazırlanırken halktan tepki göreceğini anlamış ki projeyle tezat bir isim ile algıyı yönetmek istemiş.
Yeşilin her tonuyla nam salmış yaylaları;
Yeşilinden, vahşi tabiatından, şehir hayatının kırıntısının bulunmamasından insanların ziyaret ettiği cennet yaylaları;
Betonlaştırabilmek için bu isim uygun görülmüş!!!
Analarla dolu Anadolu’muzdan “Havva Anamız” çıkıverdi rantçıların karşısına.
Elinde asasıyla dikildi ve hesap sordu.
Rengârenk ülkemde, yöreye has şivesiyle “Dedelerimin mirasıdır buralar, katliama izin vermem,” dedi.
Gecikmeden de idari yönetimden “çapulcu” damgasını yedi...
Postmodern dünyanın tüm olumsuz duygularını, hışmını üzerine çekti.
Günlük kaygılar ile yaşayan bu takım elbiseli adamların Havva anamızı anlaması çok mümkün değil.
Oysaki tek derdi; dedelerinden aldığı doğal yaşam hakkını torunlarına bırakabilmek.
Yaylaların üzerindeki otoyollardan geçen jeeplerin kurulacak 7 yıldızlı otellere gelmesini ve torunlarını bozmasını maddeten zengin, egolu, muhtemelen manen fakirlere uşaklık etmesini istemiyordu belli ki.
Takım elbiseli adamların derdi belli; daha fazla tüketmek ve daha fazla para kazanmak.
Çünkü bu hizmeti yapan hükümet, normalde hizmeti yöre halkı için yapar.
Ama burada halk istemiyor!!! Bu durumda başka çıkarlar olabileceği konuşulur.
Havva anamız sakin yayla ve köy hayatında; hırs, haset, kibir, rekabet, kıskançlık görmedi. 
Bu kavramlar ona uzak.
Şimdi ise postmodern insanla tanışacak. Bu kavramlara yüz yüze gelecek.
Ödüllü “Yeşil Yol” filmi ile isim benzerliği, kader birlikteliği doğurmasın?
Filmde; köylü, suçsuz, mucizevi, iri kıyım kahraman, iyi kalpli insandaki kanser hücrelerini alıp kötü kalpli insana aktarmıştı.
Artvin’de de Havva anamız; tabii, ihtiyaç duyulan, yaşam kaynağı ormanların yerine, beton, nefes almayı zorlaştıran, küresel ısınmayı ve ölümü hızlandıran daha hızlı tüketim araçlarının yöreye gelmesini engelleyebilecek mi?
Fakat o filmdi. 
Günümüz yaşamında kapitalist düzen çok güçlü ve mutlaka kazanır.
Belki bugün değil ama yarın tekrar deneyecekler...
----------------------------------------------
Düzene meydan okudu da ne oldu!!!
Yunanistan mali krizi sonrası, halkın küresel sermayeye boyun eğmeyen dik duruşunu takdir etmiştik.
Ama Yunan hükümeti sonunu getiremedi...
Biraz geriye gidelim;
Sosyalist yaklaşımı ile dünyada söz sahibi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılma sürecinde, Kapitalist yaklaşımı ile SSCB’nin yerini almak isteyen Almanya ve Fransa önderliğinde Avrupa Birliği kurulmuştu.
Sosyalist rejim Rusya yıkılmış ve kapitalist rejim Avrupa Birliği yeni güç olmuştu.
Yunanistan’ın referandum sonucunda çıkan “hayır” cevabı;
“Acaba Avrupa Birliğinin bölünmesine mi sebep olacak?”, “Sosyalist rejim rövanşı alacak mı?” soruları kafalarda belirdi.
Fakat yanından bile geçemediler!!!
Kapital rejim; dönemimizin sözde en katı sosyal ideolojisine bile diz çöktürdü!
Almanya liderliğinde Avrupa Birliği de büyük sükse ve kibir yaptı.
Yunanistan’ın başbakanı Aleksis Çipras’ın kendi hazırladığı reform önerisinde;
Havalimanı, petrol şirketleri, bankalar, piyango, at yarışları, posta, otoyollar ve limanların özelleştirilmesi,
Çeşitli ürünlerin KDV oranlarında artış,
Kurumlar vergisinde artış,
Savunma harcamalarında tasarruf,
Asker kısıtlaması,
Televizyon reklam vergileri doğdu.
Halkına “kabul etmeyin” diye bağıran Başbakan öncekinden daha ağır paketi kendi sundu...
Halk “Hayır” demişti, başbakanını dinlemişti ama o halkına ihanet etti.
Ve binlerce kişinin protestosuna maruz kaldı.
Öyleyse neden referandum yapılmıştı? 
Halka “sizin artık itibarınız yok, AB ne derse boyun eğmek zorundasınız” mesajı mı verilmişti...
Referandum sürecinde, referandum heyecanı ile asıl kahraman gözlerden kaçmış:
Avro bölgesi Alman bakanı ile tartıştığı ve diğer bakanların da istemediği için istifası kabul edilen Yunan maliye bakanı “Yanis Varoufakis”.
Belli ki oyunu bozmak istediği için kellesi alınmış.
Özet ile; ABD ile SSCB arasındaki rövanş alınamadı. 
Para bir kez daha sosyalizmi yendi.
Hemde katmerli yendi...
----------------------------------------------
Baltalanmış Maneviyatlar...
Pazartesi günü bin aydan daha hayırlı, Kuran-ı Kerim’in indiği Kadir gecesiydi.
Başta Eyüp Sultan olmak üzere, Sultanahmet, Süleymaniye gibi birçok camimiz ibadet etmek isteyenler doldu taştı.
Malesef bu kalabalığı kötü emelleri için kullanmak isteyenlerde oradaydı.
Ayakkabıları, cüzdanları çalınan çok fazla kişi oldu.
Çalma eyleminde bulunanların geçim kaygıları, maneviyatlarının çok önüne geçmiş.
Biliyoruz ki! 
Kadir gecesinde; ibadet edildiğinde bin ay ibadet etmiş gibi olunur.
Oruç tuttuğumuzda bin ay oruç tutmuş gibi oluruz.
İyilik yaptığımızda bin ay iyilik yapmış gibi oluruz.
Peki o gün kötülük yaptığımızda, hırsızlık yaptığımızda ne olur?
Hiç kimse doğuştan kötü olmaz, koşullar onu bu hale getirir.
Bu kutsal günde, kutsal mekânlarda hırsızlık yapabilecek kadar gözü dönen vatandaşlarımızın olmasının tek suçlusu devleti yönetenlerdir.
Ya ziyaret akınına uğrayan camilerimizin etrafındaki esnafa ne demeli!!!
Çoğu bu günü fırsat görmüş!!!
Ürün fiyatları o geceye mahsus ikiye katlamış.
Kandil simidi 20 TL, çay 3 TL, tuvalet bile 4 TL idi.
Maneviyatlarımızı her geçen gün baltalayanlar, 
Maneviyatlarını eksik yaşayarak, halkı açlık sınırının altına getirenlerdir.