Yalnız zenginler değil, fakirler de dâhil olmak şartıyla bütün eski Türkler hayrât ve hasenât düşkünüydü. Bundan dolayı fukara takımı her sene belirli günlerde yol ve kaldırım inşaatı vesair gibi umumun menfaatlerine ait işlerde parasız çalışmak suretiyle hasenât borcunu edâ etmiş olurdu.
     Çocuk terbiyesinin en önemli esaslarından biri de, onu hayırlı işler ve iyilikler yapmaya yönlendirme çabalarıdır. Bundan ötürü Eski Türkiye’de farkında bile olmaksızın hayrâtçı yetişmiştir. Eski Türkiye’de hayrât ve hasenât / hayırlar ve iyilikler yalnız insanları değil, hayvanlarla bitkileri bile içine almaktadır. Meselâ kuşçulardan kafes içinde kuşlar satın alınıp derhâl âzâd edilirdi. Hiçbir hayvana azap edilemeyeceği için, öldürülmesi lâzım gelen zararlı hayvanların bile  acı çekmeyecek şekilde ölmeleri sağlanırdı.
     Kirliliklerinden dolayı evlere sokulmayan sokak köpekleri mahallelere göre teşkilâta tâbi’ tutulup kedilerle beraber beslenmeleri te’min olunurdu. Et ve ciğer dağıtılır, geceleri barınacakları yerler yapılır, bunları yapacak adamlar görevlendirilirdi. Ayrıca kasaplar da kedi ve köpek hisseleri ayırırdı. Çeşitli şehirlerde ve meselâ Şam’da Osmanlı eserleri olan hayvan hastaneleri kurulmuştu.
     Ağaçlara da son derece hürmet edilirdi. Kesilmeleri ve yakılmaları câiz ve kabil değildi. Fazla olarak bunlara su vermek için de vakıflar kurulup, adamlar tâyin edilirdi. (a.g.e., s. 111 – 113)
     Eski Türkiye halkının temizliğinin esası; İslâmın temizliği imandan sayan prensibidir. İşte bundan dolayı hiç bir sınıf ve zümre farkı olmaksızın bütün müslümanlar son derece temiz insanlardır. Eski Türkiye’de haftada üç dört defa ve bazen her gün hamama gidilerek bütün vücut yıkanıp temizlendiği için, bâzı Batı’lı yazarlar, temizliğin bu derecesini sıhhate zararlı bile göstermişlerdir. Tırnaklar, kıllar, tüyler ve saçlar belli aralıklarla kesilirdi.
     Yemeklerden evvel ve sonra ağızlarla eller mutlaka yıkanıp temizlenir ve ondan sonra da gül suyu vesaire sürülürdü. Köylerde bile en az birer hamam vardı. Bütün evler son derece temizdi. Ayakkabılarıyla içeri girilmezdi. Bunlar evin alt katında ve merdivenlerin önünde çıkarılıp, “Mest” denilen ve toprakla temas etmeyen pabuçlarla yukarı çıkılırdı. Eve hayvan ve hattâ kuş bile sokulmazdı.
     Resmî dâireler, dükkânlar, mağazalar, imâlathâneler, hamamlar vesair kurumlar son derece temizdi. Avrupa’da bütün sokaklar umumî helâ / tuvalet hâlindeyken, Türkiye’de ayrıca umumî helâ binaları kurulmuş ve bunlar son derece temiz tutulmuştur.
     Batılıların hastalık menbâları, pislikle oburluktu. Temizliğiyle meşhur olan Eski Türkiye halkı ise aynı zamanda kanaatkârdı. Bundan dolayı bir çok hastalıklar Eski Türkiye’de meçhuldü. Ve bu yüzden olsa gerek Eski Türkiye halkının uzun ömürlü olmalarına karşılık Avrupalılar çok erken ölecek hâle gelmişlerdi.
     Aza kanaati millî bir an’ane hâline getirmişti Eski Türkiye halkı. Midelerini boş bırakmamakla yetinirlerdi. Karma karışık yemekler yemezlerdi. Besleyici maddeleri tercih ederlerdi. Sabahları hafif bir kahvaltı ile yetinirlerdi. Öğle vakti yalnız yemiş yerlerdi. İkindi vaktini hafif şeylerle geçirirlerdi. Ancak akşamları düzenli yemek yemeye rağbet ederlerdi.
     Eski Türkiye halkı uzun boylu, güzel yapılı ve kuvvetli adamlardı. Bunun sebebi temizlikleriyle kanaatkârlıklarıydı. İşte bundan dolayı pis ve obur Avrupa’nın tek bir şehrinde bile bütün Türkiye’den daha çok sakat ve biçimsiz insanlar vardı. Bütün bunlardan dolayı Eski Türkiye halkı dünyanın en temiz ve en kanaatkâr milleti sayılmıştır. (a.g.e., s. 130 - 131)
     Eski Türkiye milletinin canlı ve cansız bütün mahlûkata karşı gösterdiği şefkat ve merhamet o dereceleri bulmuştur ki, bu hâli Batı Hristiyanlığı’nın haşin ve merhametsiz zihniyetiyle bağdaştıramayan bir çok yazarlar bir alay konusu yapmışlardır.
     Bununla beraber, alay eden yazarlar bile hayvanlarla ağaçları da içine alan Osmanlı iyiliğinin bütün milletlerinkinden üstün olduğunu tasdik etmişlerdir. Hayvanlara karşı gösterilen şefkat ve merhamete gelince: At, katır, merkep vesaireye  haddinden fazla yük taşıtmak kanunen yasaktı. Zabıta kuvvetleri o gibi hareketlerde bulunanları tâkip edip hayvanı dinlendirmek ve sahibine de ceza olarak aynı yükü taşıtmakla yükümlüydüler.