Şûrâ: Türkçe'de “meşveret” ve “istişare” türevleriyle de kullanılan bir kavram olup, hayatın her alanında karşılıklı fikirler ortaya koyarak ortak karar vermenin önem ve isabetini ifade etmektedir.

     Şûrâ ile ilgili iki âyet, mes'elenin hayatî önemini açıkça ortaya koymaktadır. Bunlardan biri: “Onların işleri, aralarında şûrâ iledir “ (Kur'an, 42 / 38) meâlindeki âyettir ki; bu âyete göre, şûrâda katılım ve her türlü fikrin ortaya konulması esas olup, toplum adına keyfî ve şahsî hareket onaylanamaz. 

     Bizzat Hz. Peygamber'e şûrâyı emreden şu âyet de, şûrânın önem ve gerekçesini vurgulaması açısından çok önemlidir: “Ey Muhammed! Allah'ın rahmeti sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer sen, kaba-saba, katı yürekli biri olsaydın, onların görüş ve önerilerine itibar etmeseydin, çevrendekiler senden uzaklaşıp giderlerdi. O halde onlara yumuşak davran ve onlarla daima görüş alış-verişinde bulun!” (Kur'an, 3 / 159).

     Allah'ın vahyi ile hareket eden ve desteklenen Hz. Peygamber'e bile bu ilkeye uymasının emredilmesi, bu ilkenin, her alanda hayatî önemini göstermektedir. Bu âyete göre şûrâ; kabalıktan, katı yüreklilikten, sertlik ve baskıdan uzak olup, merhamet, şefkat, yumuşaklık ve hoşgörü içinde gerçekleşmelidir. 

     Şûrâ; hiçbir maddî ve mânevî baskı altında kalmadan özgürce karşılıklı danışma, tartışma, fikir alış-verişi sonunda doğru karara ulaşmanın en güvenilir yoludur. Bu açıdan bakıldığında, CUMHURİYET ve iyi işletilen bir DEMOKRASİ, şûrânın sistemleştirilmiş şekli olarak rahatlıkla ifade edilebilir.

     Pakistanlı çağdaş din bilgini Fazlu'r-Rahman, konuyla  ilgili olarak şunları söylemektedir: “Demokrasi, Kur'an'ın gereklerine, ortaçağ yönetim biçimi olan hilafet ve saltanattan çok daha iyi hizmet eder. Bu eski yönetim biçimleri o gün için geçerli yönetimler olmakla birlikte, Müslümanlar'ı geri bırakan sebepler olarak görülür. 

     “İslâmî görevler tek bir şahsın veya sınıfın değil, bütün Müslümanlar'ın görevi olduğundan, bu görevlerin herhangi bir sınıf veya şahsın hak ve yetkisi olduğu iddiasında bulunmak söz konusu olamaz. Zira Kur'an, istişare ve halkın katılımı ile karar verilmesini istemektedir. Bu yüzden demokrasinin benimsenmesi 'meşrulaştırma' değil, gerçek bir keşiftir” (Bk. İslâm'da Siyaset Düşüncesi, Çev. Kâzım Güleçyüz, İstanbul 1995, s. 18.) 

     Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri Başkanları'ndan olan A. Hamdi Akseki de, aynı görüşü savunarak, şöyle demektedir: 

     “İslâm; imtiyazlı sınıf kabul etmez, onun nazarında her fert hür ve eşit doğar. İslâm'a göre devlet, halkçı ve demokratiktir. Aristokrasi imtiyazı yoktur. En mühim esası; emaneti yani vazîfeyi ehline vermektir. İslâm'ın emrettiği kardeşlik ve müsâvât düsturu, en yüksek demokrasi umdeleridir.” (Bk. Ahmet Hamdi Akseki, “Mukaddime”, Ebedî Risâlet İçinde, s. 31, 43.)

     Bugün, katılımcı demokrasiyi geliştirmek yerine, İslâm adına eskilerin şartları gereği üç-beş kabîle başkanının görüşünden ibâret olan modelleri değişmez ölçü kabul ederek onları tekrar etmeye çalışmak, kelimenin tam anlamıyla geriye gidiştir. (Dini Özünden Okumak, Doç. Dr. Hasan Elik, Şûrâ  s.145-147)

     “İşleri de kendi aralarında şûrâ / görüşme / danışma olan,...kimseler...”

     ŞÛRÂ: Rabbimiz, âyetinde övdüğü mü'minleri, işleri de kendi aralarında şûrâ / görüşme / danışma olan kimseler olarak nitelemiş ve “şûrâ”nın önemine dikkat çekmiştir. Zira bir toplum kendi aralarında, karşı karşıya kaldıkları sorunlar ile ilgili istişare edecek olursa, mutlaka işlerinde en doğru karara ulaşırlar. Şûrâ problemleri çözme konusunda insanların birbirleriyle kaynaşmalarının, en ince noktalara kadar akıl yürütmelerinin ve doğruyu bulmalarının en ileri derecedeki sebebidir. Bundan dolayıdır ki, Rabbimiz âyetin işaret anlamıyla toplumu ilgilendiren bütün işlerin toplumda danışma ile yürütülmesi gerektiği prensibini koymaktadır. (Tebyinü'l-Kur'an, İşte Kur'an, Cilt: 6, Hakkı Yılmaz, Şûrâ: 36-39)