Manisa’nın Turgutlu İlçesi’nde dört aylık hamile 32 yaşındaki Ebru Tireli evinin yakınında bulunan bir parkta spor yaparken kimliği bilinmeyen bir erkeğin saldırısına uğradı. Kırmızı bir arabadan inen bir erkek, yürüyüş yapan Tireli’nin yanına giderek: “Bir daha burada yürüyüp spor yapmayacaksın,” tehdidiyle ayakkabısını çıkarıp vurmaya başladı. Yüzüne aldığı darbelerle yere düşen Tireli, karnındaki bebeğini korumak için saldırgandan özür dilemek zorunda kaldı (08 Aralık 2016 Gazeteler).

Düşüne biliyor musunuz: Kadınımız; hem dövülüyor hem de, özür dilmek zorunda kalıyor! Balkanlar’da, Çanakkale’de, İstiklâl Savaşı’nda ve en son 15 Temmuz Şanlı Direnişi’nde; vatan için, namus için, canını, evladını, kardeşini ve kocasını feda etmekten çekinmeyen Türk kadını ne acıdır ki, bugün tekmelere maruz kalıyor! Lanet olsun kadınlarımıza bu ve benzeri hakareti, saldırıyı ve şiddeti yapanlara!

Oysa dün kadınlarımız bizler için ne zorluklara katlanmıştı! Milli Mücadele’ye erkeklerle beraber hizmet etmiş, en zor şartlara katlanmış, cephede erkekle omuz omuza düşmana karşı savaşmış kurşun atmış, zaman zaman düşmana esir düşüp işkenceye tutulmuş ama her şeye rağmen mücadelesine sonuna kadar devam etmiştir. Büyük Önder Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak başlattığı istiklâl hareketi içinde Anadolu’da başlatılan Milli Mücadele’de de binlerce kadın cephe gerisinde büyük bir çaba harcarken, çok sayıda kadın da silahlı mücadeleye katılarak dünyaya örnek olacak kahramanlıklar gösterdi.

İşte o Türk kadını kapanan köyün yolunu açmaya gelen ekipleri doyurdu, sıcak ekmeğini paylaştı. Kahramanlık destanının yazıldığı Çanakkale Savaşları’nda Türk kadın savaşçıları Gelibolu Yarımadası’nın her karış toprağında yatan Mehmetçikler’in yanında ğöğüs göğse çarpıştı. Niçin çarpıştılar, acaba niçin? Hemen cevap vereyim; bugün bizler hür ve bağımsız yaşayalım diye! Bakınız Çanakkale’de bize karşı savaşan Avusturalya’lı Piyade Er J. C. Davies annesine yazdığı şu mektupta (bugün tekmelediğimiz, hatta “seviyorum” diyerek vahşice öldürdüğümüz) kahraman Türk kadın savaşçılarını nasıl da övüyor:

“Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı, pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda askerimizi vurdu. Ancak gün batmadan bir Avusturalya’lı tarafından vurulmasına yine de üzüldüm. Güzel yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında bir genç, kızdı. Ölü ele geçirdiğimizde yanında başka bir Türk’ü ölüsünü de bulduk. Genç kızın bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı.”  

Mısır’da yayınlanan “The Egyptian Gazette” adlı gazetede yer alan ve bir askerin İskenderiye’den ailesine yazdığı mektubunda, Türk kadın savaşçılarından şöyle bahseder:  

“15 Ağustos 1915 Pazar günü savaşa katıldık ve büyük bir tepeyi ele geçirme görevi aldı. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları, makineli tüfek mermileri yanı sıra, pusuda ateş eden keskin nişancı Türk kadın savaşçıların ateşi altında adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Burada çarpışanların çoğu Kadın ve kız. Kendilerini yeşile boyayıp, ağaç ve bodur bitkilere uyum sağlamışlar.”

Tüm bu örneklerin bize verdiği gurur şudur ki, Kahraman Türk kadını barışta olduğu gibi savaşta da erkeğini asla yalnız bırakmayıp vatan savunmasında en önde olmuştur.     

İşte o kahraman kadınlarımızdan sadece birisinin şanlı öyküsü: 

“1921 Kasım’ında, Kastamonu-İnebolu'ya sahilden yeni cephaneler gelmişti. Günlerdir cephede, cephane sıkıntısı çeken askere ilaç gibi gelecekti bu cephaneler. Ama bir sorun vardı İnebolu’dan savaş alanlarına bu mermilerin, topların taşınması gerekiyordu. İşte onun için İnebolu civar köylere duyuru yapıldı. Her köyden en az 10 kağnı İnebolu'ya gidecek oradan cephaneleri alıp cepheye taşıyacaktı. Köylerde genç, eli iş tutan erkekler cephede olduğu için bu işin büyük kısmı kadın ve çocuklara kalmıştı.  

Taşıma işiyle görevlendirilenlerden biride Şerife bacıydı. Şerife bacı 16 yaşında istemeyerek evlendirilmişti. Evlendikten 2 ay sonra 1. Dünya Savaşı çıkmıştı. Kocası da Çanakkale’ye göreve gönderilmiş orada şehit düşmüştü. Genç yaşta dul kalan Şerife kimsesiz olduğu için hemen baş-göz edildi. Askerde sakatlanmış ve bir ayağı aksak Yusuf ile evlendirildiler. 

Topal Yusuf'tu lakabı. Zor yürüdüğü için pek bir iş yapmazdı. Bir de çocukları olmuştu Yusuf la Şerife'nin adını Elif koymuşlardı. Görev geldiğinde daha kundaktaydı. Bebeği bırakacak kimsesi olmadığı için onu da yanına almak zorundaydı.  Bu çok zor olacaktı. Zira Ilgaz'ın kışı dayanılmaz olurdu. Hem cephane hem de bebeği taşımak zorunda kalacaktı. Görevi kabul etmemek hiç aklından geçmemişti. İnebolu'dan kağnısına yüklediği cephanelikle beraber bebeğini sarıp sarmalayıp kafileyle  yola koyuldu. 

Şartlar çok ağırdı gerçekten. Kağnıyı çeken öküzlerden biri çok sağlıklı değildi. Çekmekte güçlük çekiyordu. Bebeğini donmaktan korumak için top mermilerinin arasında bir yer yaptı. Üstünü de sıkı sıkı sardı. Hem çocuğu ile ilgilenmekten hem de  hayvanların yeterli olmamasından kafileden geri düşmüştü.  Kastamonu kışlasına varamadan dondu. Kışlaya ulaşamayan Şerife Bacı’yı aramak üzere Devrekânili Cemil ve Rıfat Çavuş görevlendirildi. Kışlaya çok yakın bir mesafe kala buldular onu. Şerife Bacı kağnının üzerinde donmuştu. Cesedi yere yatırdılar. Ama o sırada bir bebek sesi duyuldu. Bu Elif in sesiydi hemen onu topların arasından çıkartıp ısıttılar.  Sonra bebeği ve Şerife Bacı’nın cansız bedenini alıp kışlaya götürdüler. 

Şerife Bacı köyü Seydiler’e gömüldü. Mezar yeri belirsizdir. Kızı Elif yetim büyüdü. Akıbeti bilinmemekle birlikte Eskişehir de yaşadığına dair bulgular elde edildi. Şerife Bacı'nın anısına köyünde ve Kastamonu'da birçok heykel ve anıt vardır.”

Sonuç: Dün vatan için, namus için, istikbal ve istiklal için düşmana kurşun atan; kahraman kadınlarımıza (torunlarına) bugün hayvani bir hareketle tekme atıyoruz! Yazık ki; hem de çok yazık!

İnşAllah hâkimlerimiz de; kadınlarımıza o “hayvani hareketi” yapan kişiye kanunun en sert ceza tokadını atar da, bu ve bu gibi kişiler de derslerini almış olurlar!