Herhangi bir batılı ülkede olsa yer yerinden oynayacak gelişmeler karşısında herkes izleyici modunda olduğundan vatandaş olarak halimiz meşhur “Du Bakali” hikayesini hatırlatıyor. Büyük  Önder Gazi Mustafa kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının öncülüğünde gerçekleştirilen kurtuluş savaşı ne masada, ne televizyon karşısında ne de klavye başında kazanılmamıştı. Unutmayalım ki Cumhuriyeti kuranlar savaş meydanlarında cepheden cepheye koşmuşlar, yokluk ve yoksulluk içinde ülkeyi her yönüyle arşınlamışlar, çok büyük fedakarlıklarla canlarını ortaya koyarak gelecek kuşaklara saygın bir ülke bırakmışlardı.
Bugün ise Cumhuriyetimizin 91.nci yılını kutlarken içimiz son derece buruk. Bulunduğumuz coğrafya alevler içinde yanıyor, komşu ülkeler etnik ve mezhep temelli bir savaşın içinde, herkesin birbirini boğazladığı bir kan denzine dönüşmüş durumda. 100 yıl önce bölge haritalarını dizayn eden emperyal güçler bölge halklarını birbirine kırdırararak Ortadoğuyu yeniden biçimlendiriyor. Amerikalı General Albert Sidney Johnston(1803-1862); “Türklerden nefret ediyorum! Bu yüzden Türkler gelecek kuşaklara ulaşmadan yok olmalıdır!” diyordu...Yine tarihçi ünlü Hammer; “Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf ustadır.” Diyordu. Biliyoruz ki Batıya doğru ilerlediğimiz yıllardan bu yana Türkleri önce Orta Avrupa’dan, sonra Balkanlardan, daha sonra Anadolu’dan söküp atmak ve Orta Asyaya geri sürmeyi hep düşündüler. Osmanlı’nın imzaladığı sevr anlaşmasıyla büüyük ölçüde buna muvaffak ta olmuşlar, doğu Anadolu’da Ermenistan, Güneydoğu Anadolu’da Kürdistan kurmaya çalışmışlardı. Her zaman rahmet ve minnetle andığım Büyük Önder Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının önderliğinde aziz milletmizi bu oyunu bozmuştu.
Büyük oyunu iyi okuyan Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, Misak-ı Milli’yi esas alarak, “30 Ekim 1918  tarihli Mondros Ateşkes anlaşmasının imzalandığı tarihteki dinen, ırkan ve emelen birleşik Osmanlı İslam ekseriyetiyle meskun bulunan ülke bölünmez bir bütündür” diyerek bugünkü Türkiye’nin sınırlarını belirlemişlerdi.
Günümüzde ise Küresel Güçler yedeklerine aldıkları bölücü terör örgütü eliyle, etnik kimlik kartını kullanarak Anadolu’daki Türk varlığını ve egemenliğini yok etmek amacıyla bayağı yol aldı. Medyaya yansıyan görüntüler kabul edilebilir türden değil. Güvenlik güçlerinin eli kolu bağlanmış, sokaklar terör örgütüne terkedilmiş, okullarımız, şantiyelerimiz, Bayrağımız, Atatürk heykelleri yakılmaktadır. Teröristlerin silah bırakıp yurt dışına çıkacağı, silahlı eylemlerin bittiği, barış sürecinin başladığı, şehit haberlerinin gelmeyeceği iddialarına ve verilen bunca tavize rağmen güneydoğu illerimizde çarşı-pazar alışverişlerine çıkmış silahsız ve sivi giyimli askerlerimiz kalleşçe ve adice öldürülmektedir. Suriye’de sıkışan PYD’li Kürtleri bahane eden BDP’nin çağrısıyla terör örgütü ve yandaşları, yurdumuzun bir çok şehrinde sokak eylemleriyle isyan provaları yapmaktadır. Hükümetin, çözüm sürecini devam ettirme konusundaki ısrarına rağmen Kandil’deki PKK yönetimi “barış süreci bitmiştir” açıklamaları yapmakta ve “mahalleleri ele geçirin” talimatı vermektedir. İyi de bu mahalleler zaten BDP’li belediyelerin yönetiminde değilmi diye sormak kimsenin aklına gelmemektedir!!! Öte yandan köy korucuları devlete bunca yıl sadakatle hizmet etmenin bedelini pkk terör örgütü tarafından öldürülerek ödemektedir...Basına pek yansımasa da güneydoğu illerimizde pkk terör örgütü tarafından sinsi bir “etnik arındırma” uygulanmaktadır. CHP miiletvekili Sn.Aytun ÇIRAY’n verdiği soru önergesinde de belirttiği üzere ““6-7 Ekim isyanını gerçekleştiren terör örgütü PKK bölgede Kürt asıllı olmayan vatandaşlarımızı hedef almış, onlara ciddi zararlar vermişlerdir. Güneydoğu’da tehcir ve etnik temizliğe göz yumuluyor” diyerek acı gerçeğe parmak basmıştır. PKK’nın bölgede kendinden başkasına hayat hakkı tanımadığı, kendisi dışındaki bütün grupların işyerlerine, okullarına, mekânlarına saldırarak vahşice insanları öldürdüğü görülmekte....
Türkiye’nin aksi tavrına rağmen ABD, bir yandan Ayn El Arap’ta IŞİD’i havadan bombalarken öte yandan PYD militanlarına silah ikmali yapmakta. Başbakan Davutoğlu, sınırımızda IŞİD’İ, PKK’YI ve Esad’ı istemiyoruz demesine rağmen pek kaale alınmadığı görülmektedir. Gerçekten de Suriye’deki bataklığa çözüm bulunabilmesi için Davutoğlu’nun söylediği gibi bütünlükçü bir politika yürütülmelidir. Bugüne kadar IŞİD gerek Arap, gerekse Türkmen bölgelerine saldırdığında dünya kamuoyu hiç bu kadar tepki vermemiş ve hatta görmezden ve duymazdan gelmişti. Kürtlerin meskun olduğu bölgelere gelince derhal ABD uçakları bomba yağdırmaya başlamaktdır.
Dikkat ederseniz oynan oyun hep islam coğrafyasını kana bulamaktadır. 1400 yıldır süren mezhep ayrışması, günümüzde tekrar önemli bir çatışma sebebi olmuştur. Cumhuriyetin kurucusu M.K.ATATÜRK halkın tamamını kucaklayabilmek adına, “Laiklik” ilkesini önemsemiş ve herkesi eşit yurttaşlar olarak  kabul etmiştir. Biz IŞİD’i destekleyen ülke konumuna düşerken, PKK Ayn EL Arapa’ta (Kobani) dünya kamuoyu önünde kafa kesen IŞİD terörüne karşı gerçekten direnen tek güç olduğunu imajını vermeyi başarmıştır. Yakında terör örgütü listelerinden çıkarılması gündeme gelecek ve meşru bir güç olarak kabul edilecektir. Du bakali o zaman halimiz nice olacak???
Ülkenin yarınını inşa ederken azgın kalabalıklara göre değil, sessiz çoğunluklara göre düşünmek gerekmektedir. Türklerin özellikle Güneydoğuda pkk’ya endeksli olmayan halkın hassasiyetleri dikkate alınmadan sürdürülen çözüm sürecinin bir başka mağduriyetlere ve sorunlara yol açacağı unutulmamalıdır. Bir yanda itirazlarımıza rağmen ABD kendi isteklerini yaptırırken, öte yanda PKK sokak eylemleriyle Türkiye’yi ateşe vererek isteklerini kabul ettirebilmektedir. Türk halkı ise, hala “du bakali” modunda, Allah sonumuzu hayır etsin...