Damarlı kolları ile öyle sert tutuyor ki kabzasından, tüm öfkesini bir noktaya toplayıp, olan gücüyle vuruyordu ölü ete.

“Sinirleri tek tek alınmalı. Damarları çıkartılmalı. Usulca yatırmalı şilteye. Biraz dinlenmeli. Kendisini yayıp, bırakmalı. Titrekliği geçtiğinde başlamalı vazifeye. İnce ince kıymak gerek. Ölü etin çıkardığı ses de ölüdür. Onu canlı gösteren kandır. Cansız kan, ölü kandır. Ölü kanın bedende gezinmesinin manası yoktur” dedi. 

Bir kasabın bunları söylemesine anlam veremeden, eti parçalayışını izliyordum. Beyaz önlüğüne bir damla kan sıçradı. Arkaya geçip hemen önlüğünü değiştirdi. Tezgâhta bekleyen etlere tekrar yaklaşıp kandan nefret ettiğini söyledi. Üzerine sıçrayan kandan iki kat nefret ettiğini. Baba mesleği dedi. Yapacak bir şey yok.

“Rahatlıyorum. Tek sıkıntım kan! Etle oynamak, onu parçalamak, kemiklerinden sıyırdığın etteki keyif çok az şeyde vardır. Sakatatı temizlemek her yiğidin harcı değildir. Öyle beş dakikaya temizlenmez. Emek ister, titiz çalışmak gerekir. Sabırla temizlersin. İşlem tamamlanınca afiyetle yersin. Ancak ben et yemem. Nefret ederim pişmiş etin kokusundan. Eve de sokmam!”

Etten ve kandan nefret eden bir kasapla ilk kez karşılaştığım ve muhtemelen de son kez karşılaşacağım kesindi. Herkes işini sevmek zorunda değildi…!

“Ne istersiniz hanımefendi ?” diye bir soruşu vardı, sanırsın karşında kırılacak. Kasap değil de bir jön. İnce bıyıkları hareket ettikçe gözümü dudaklarından alamıyordum. Kalın, iri dudaklarına saplanmıştım. “Çık” dedim şeytana içimden, şaşırtma beni. İki yüz gram ciğer istedim. Kalmadı hanımım yarın öğleye gelir, yine uğrayın dedi. Ciğer zaten aklımdan çoktan gitmişti, ince bıyıklarına, dudaklarına takılmıştım. “Tamam” dedim. Diğer gün öğle vakti gittim. İki yüz gram ciğer istediğimde paketi dolaptan çıkardı.

“Bu nedir” diye sorunca?

“ Ciğeriniz, hazırlamıştım evvelden” dedi. Şaşırdım.

“Geleceğimi nerden bildiniz? ”diye sordum. Gözlerinizden dedi. İnan içimin yağı eridi, oracıkta bayılacaktım. Parasını uzattım, geri çevirip;

“Böyle nadide bir hanımefendini dükkânıma teşrif buyurmuş, ne parası, afiyetle yiyin” dedi. Ne yapacağımı şaşırdım. Bıraksam olmaz, alsam olmaz. Ne yapacağımı düşünüyordum ki;

“Sizi ilk kez görüyorum ama yıllardır tanıyormuş gibiyim. İçim kıpır kıpır oldu. Sorumu mazur görün ancak merakıma yenildim. Parmağınızda yüzük görmeyince acaba kanatsız bir melek buraya konmuş olabilir mi, gönlümü çalmak için? Diye kendime sormadan edemedim.” dedi.

Ben de hemen sorusunu tereddütsüz yanıtladım;

“Bekârım. Daha doğrusu kocam sizlere ömür.”

“Onun adına üzüldüm, kendi adıma da ne yalan söyleyeyim sevindim” İşte böyle başladı bir aşkın hikâyesi.

Vicdan manifestosu meldazirek

Sevda kaçsın çayınıza…