Almanya eski başbakanı Helmut Kohl, Roma’da Senato ve Meclis Dışişleri Komisyonu’nda konuşmuş. Avrupa’nın geleceği ile ilgili yaptığı konuşmada Türkiye ve Türkler için şu açıklamada bulunmuştu:

“Türkler, olağanüstü kişiler, ancak ayrı bir kültürleri var.” demiş ve şöyle devam etmişti:

“Türkiye’nin AB’ye mümkün olduğunca yakınlaşması uygundur. Ancak Türkiye’nin AB’de olmaması gerekir...” (Sabah, 31 Mayıs 2002)

Çok şeyler ifade eden bu konuşmayı açmaya çalışalım. Dikkat edersek, Kohl demek istemişti ki, sevgili okur! Hani bilirsiniz, bir modern şarkıda şöyle bir söylem vardır: “Ne sensiz, ne de seninle.” Aynen onun gibi Kohl da demek istemişti ki: “Ne Türkiye’yle, ne de Türkiye’siz.”

Bu bana şöyle bir anektodu hatırlattı: Kıymetli bir yazar ve şairimizin fikirlerinden rahatsız olan bir devlet adamına ‘Hakkından gelseniz ya!’ diye, kendisini ona karşı kışkırtan birine verdiği cevap çok düşündürücüdür:

Devlet adamımız: “Azizim der, o öyle büyük, ağır ve değerli bir yakut hükmündedir ki, ne yakaya takılıp yakada taşınabilir, ne de bir kenara atılabilir.”

İşte Kohl “Türkiye’nin AB’ye mümkün olduğunca yakınlaşması uygundur.” derken, Türkiye’nin asla vazgeçilemeyecek derecede kıymetli bir yakut hükmünde olduğunu da tasdik etmiş oluyordu.

Aynı Kohl “Ancak, Türkiye’nin AB’de olmaması gerekir!” derken de, her ne kadar Türkiye çok değerli bir yakut hükmündeyse de, bu yakut, yakaya takılıp taşınamayacak derecede büyük ve ağır bir yakuttur anlamına gelecek şekilde demek istiyordu ki:

“Türkiye’yi aramıza almak işimize gelmez! Ama büsbütün itip uzaklaştırmak da işimize gelmez. Çünkü âdilce aramızda yer alacak olan Türkiye, eğer hukukun üstünlüğü hâkim olacaksa; bizden bir parça olarak, şu andaki her bir AB üyesinin haklarına sahip olacak.

“Bu durumda genç, enerjik ve dinamik, üstelik devamlı artan büyük bir nüfusa sahip bir Türkiye, kısa zamanda Avrupa’ya maddeten ve manen hâkim olur. Çok geçmeden sözü geçer bir ülke durumuna gelir. Böylece Almanya’nın örtülü liderliği suya düşer. Almanya bunu göze alamaz ve almamalı.

“Öyleyse Türkiye’nin aramızda işi yok! Ama uzak da tutmaya gelmez! Çünkü Türkiye, AB için büyük bir pazardır. Gelişen sanayisini kösteklemeli. Türkiye’nin hep alıcı konumunda kalmasını sağlamalı. Üretken duruma daha fazla geçmesini önlemeli. Bunun için Türkiye’yi kendi başına asla bırakmamalıyız!

“İçimize almasak, ortak etmesek de kendimize uydu yapmaktan geri durmamalı. Ne yapıp edip, Türkiye’yi bize bağımlı bir hâle getirecek formüller bulmalıyız.

“Çünkü Türkiye, öyle bir ülke ki; eşit iki kefenin hangisinde yer alsa, onu aşağı indirir, onu kıymetlendirir, ona üstünlük sağlar.”

Şu anda karşımızda iki kefe var. Dünyaya hükmetmeye çalışan, dünyaya egemen olmak isteyen ve bazı cazip ve çekici sloganların arkasına sığınarak insancıl pozlarla, hümanist görüntülerle insanlığa şirin gözükmek istiyen iki kefe.

Bu iki kefeden biri ABD diğeri AB. Her ikisi de Türkiye’yi aralarında -ama eşit olmayan şartlarda, maalesef uydu olarak- görmek; ancak bu şekilde Türkiye’yi kazanmak istiyorlar. Türkiye, bu iki kefenin hangisinde yer alırsa, o kefe ağır basacak. Keyfiyet ve içerikçe diğerinden üstün olacak. İşte bu bilinçte olan Kohl, Türkiye’nin AB’de işi olmasa da, yanlarında bir sığıntı olarak yer almasında bir mahzur görmüyor. Bilakis bunu teşvik ediyor, özendiriyor.

Aslında değerli okur! Özellikle Ortadoğu’da -şimdilerde Hazar ve Hazar çevresine ve Afganistan’a kaymış durumdaysa da- iki güç; örtülü, gizli bir hakimiyet savaşı vermekte ve petrol ve maden alanlarına sahip olma gayreti içindeler. Petrolün yerini günümüzde almaya aday olacak bir maden var. Yeni doğal kaynak niteliğindeki Bor madeni. Dünya Bor yataklarının ise yüzde yetmişi Türkiye’de. İşte bir de bu yüzden Türkiye’yi, kendi kapsam alanları içine almak istediklerini söylemeye hâcet yok.