Ocak ayının yarısını Fransa'nın Nancy2 Üniversitesi ile Strazburg'da geçirdim. Bu günlerde misafir olduğumuz üniversite ile Avrupa kurumlarında bizi ilgilendiren husuları arzedeyim. Her fırsatta içimi yakan bir husus batı üniversitelerindeki kütüphane ve kitap okuma gerçeğidir. Mesela Nancy2 Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin Fransız Hukuk Tarihi Kütüphanesi çoğu üniversitemizin umum kütüphanesinden zengin. Kitapların neredeyse yarısının yaşı, bir asırdan fazla. Beş altı asırlık eserler var. Napolyon Sözlüğü, 14. Lui Sözlüğü, daha nice Kral veya devlet adamları sözlükleri var. Bizde mesela bir Fatih Sultan Mehmet Sözlüğü veya bir Ahmet Cevdet Pasa Sözlüğü'nün düşünce safhasında bile olmadığını farkettim. Kütüphanelerde izlenen "geçmişe saygı", "tarihi unutmama", "atalardan kalanları muhafaza etme" terbiyesi bütün şehirlere, bütün cadde, sokak ve meydanlara yayılmış. Nerede bir tarihi eser varsa, herşeyden üstün ve müstesna vaziyette, bulunduğu yerin hâkimi olarak muhafaza altında sergilenmekte ve yeni nesle geçmişten asalet fısıldamaktadır. Taksim meydanında daha 1940'lardaki tarih katliamını hatırladıkça, dünya harikası camiler, ecdat yadigârlarının âdetâ çöplükten mahalleler arasına sıkıştırılmış halini düşündükçe, ilk defa ziyaret ettiğim Fransa şehirleri bana ekonomik ve siyasal başarının damarlarının tarihten beslendiğini haykırdı. Strazburg ve Nancy tarihi adıyla Alsace-Loren bölgesini oluşturmaktadır. Son iki asırda Almanya ve Fransa arasındaki savaşların temelini oluşturan bölge, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransa'da kaldı. Alsace'ın merkezi olan Strazburg bugün Avrupa'nın da merkezidir. Kafkas Cumhuriyetleri, Türkiye ve Rusya Federasyonu dâhil 47 üyesi bulunan Avrupa Konseyi Parlamentosu bu şehirde bulunmaktadır. Parlamento binasının yanından geçen ırmağın karşı tarafında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, onun biraz ilerisinde ise 27 üyeli Avrupa Birliği Parlamenterler Meclisi yer almaktadır. AB'nin parlamento binasını bu şehirde kurmasının, Avrupa Konseyi ile ilgili planların bir parçası olduğu kanaatindeyim. AB parlamenterleri her üye ülkede halk tarafından seçimle belirlenirken, Avrupa Konseyi üyeleri her ülke parlamentosunun mevcut milletvekillerinden seçilerek gönderilir. İzlediğimiz oturumlar Kafkasya ile alakalı olup, Rus-Gürcü çatışması tartışılmaktaydı. Bir temsilcinin "Avrupa Konseyi ne askeri kuruluş ne de bir ekonomik kuruluştur. Ne parası ne de askeri vardır. Bu örgüt sadece demokrasi ve insan haklarıyla ilgilenir" şeklindeki çıkışı kurumun fonksiyonunu çok güzel özetlemektedir. Parlamenterler için olduğu gibi misafir izleyiciler için de her dilden tercümenin seslendirildiği kulaklıklar koltuk kenarında bekliyor. Ancak bu tercüme sisteminde birçok Avrupa dili bulunduğu halde Türkçe yok. Daha önce bir yazımda belirttiğim, AGİT sitesinde, bu kuruma 2002'de üye olan Ermenistan'ın dili ile Helsinki Nihai Senedi belgesi bulundugu halde, belgeyi 1975'de ilk imzalayan ülkelerden olarak Türkiye'nin kendi diliyle metnin yer almaması konusunda Dışişleri Bakanlığı'ndan henüz bir cevap alamadım. Oturum konuşmalarını İngilizce aslı veya tercümesi ile izledim. Ancak kulaklıkta yer alan bu kadar dile karşın Türkçe tercümesinin cihazlarda olmaması bir kere daha prestij kaybı olarak karşıma çıktı. Öte yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne en fazla dava açılan ülkelerden biriyiz. Türkiye kontenjanından hâkim olarak görevli olan okul arkadaşım Sayın Prof. Dr. Işıl Karakaş hanımefendi başta olmak üzere buradaki Türk görevliler yoğun dava dosyaları altında adeta ezilmektedirler. Türkiye'nin kaybettiği davalar için ödenen tazminatlar konusunda ilgili görevlilere veya görevlilerin hukuka aykırı işlemlerini tespit etmeyen yargı mensuplarına rücu etmesi konusunda hukuk sistemimiz yetersiz. Hukuk tekniği bakımından bazı davaların bu mahkemeye gitmesi kaçınılmaz. Ancak birçok konuda sorunlar iç hukuk yollarıyla halledilebilecekken yargı görevini yerine getirmemektedir. Türkiye'nin imza attığı sözleşmeleri, bunun da ötesinde aklı, mantığı, en basit hakkaniyet kıstaslarını ve dosyalardaki gün gibi açık delilleri hiçe sayan kararlarla ilgili düzenlemeler de bir yargı reformunda gerekmektedir. Tarihe saygı, dilimizi tanıtmak ve yaygınlaştırmak, çağımızın kitap ve kütüphane gerçeğini farkına varmak, bu hususta sadece gelişmiş batılı ülkeleri değil ecdadımızın gayret ve müesseselerini görmek konusunda ulu orta şikâyet etmenin ötesinde hal çareleri bulmak konusunda sorumluluk mevkiinde bulunduğumu biliyorum. Bu yöndeki gayretlerimden oldukça verimli sonuçlar da aldım. Ancak çok yetersiz. Okuyucu ve öğrencilerimiz ile hep beraber başarmamız gereken çok aşamalar var.