Cehil, cehalet ve bilgisizlik; bir de, “Tenkit”te kendini acı bir şekilde gösteriyor.
     Zira cehil aydınlığın zıttı ve karşıtı, karanlığın ise ta kendisidir. Çünkü her şeyin müspet / olumlu, menfi / olumsuz tarafları vardır. Her şeyi menfi göstermek mümkün ve olasıdır. Tıpkı bir binayı farklı yönlerden çekeceğimiz fotoğraflarla güzel veya çirkin  göstermenin, imkân dâhilinde olması gibi.
     Karanlık bir ortamda, göremediğimiz bir şeyin doğru tarifini yapabilir miyiz? Belki, fakat körlerin fili tariflerinde, her birinin binde bir isabet edebilecekleri gibi bir duruma düşeriz.
     Karanlıkta kitap okuyabilir miyiz? İşte cehil, cehalet ve bilgisizlik; karanlıkta yürümeye, karanlıkta okumaya, karanlıkta bir şey yapmak için teşebbüs ve girişimde bulunmaya benzer. Sadece fasit bir dairede, kısır bir döngü içinde buluruz kendimizi! Çünkü okumak, yürümek ve bir şey yapmak vb. istekler; ancak aydınlık bir ortamda gerçekleşir.
     Demek ki cehil; karanlığın, bilgi; aydınlığın ta kendisidir. Cehil karanlığına, ancak bilgi ışığı ile son verilebilir. İnsan bilmediği bir şeyi tenkit edebilir mi? Edemez. Çünkü, cehil karanlığındadır. Önce bilgi aydınlığı içinde olmalı. Sonra bir şeyi, bir konuyu tenkit etmek imkânını kendimizde bulabilir ve onu gereken tenkit ve eleştiriye tâbi tutabiliriz.
     Şayet bir sözü veya hareketi tenkit etmemiz icap ederse; bizleri tenkit ve eleştiriye sevkedip yönelten sebep; hak ve doğruluk aşkı, hakikat ve gerçeği temize çıkarma arzu ve isteği olmalıdır. Tenkit eden sırf eleştirmek için eleştiriyor, ya da karşısındakine beslemiş olduğu adavet ve düşmanlığın bir neticesi olarak; hatalarını arayıp sürekli tenkit etme arzusu içerisine giriyorsa, bu tenkit güzel ve doğru bir tenkit değildir.
     İki çeşit tenkit vardır. Müspet / olumlu, menfi / olumsuz. Menfi tenkit de ikiye ayrılır. Birincisi, tabiri caiz ise karşımızdakini umarsızca eleştirmek. Sırf onu sevmiyor, ya da muhalifiz diye doğru-yanlış demeden eleştirmektir. İkincisi, sırf onu seviyor ve hep haklı çıkmasını arzu ediyor olduğumuzdan ötürü, hatâlarını görmeme veya görememe hâlidir.
     Enteresandır ki ikinci kısımda, bildiğimiz mânada bir tenkit söz konusu olmadığı hâlde, bariz / belli ve ortada apaçık görülen yanlışları meşrulaştırmak gibi, hazin ve üzücü bir duruma ve sonuca da sebebiyet vermiş oluruz.
     Müspet tenkit ise, içerisinde sadece hak aşkı ve hakikati temize çıkarma arzusu barındıran tenkittir.
     Müspet tenkidin de bir usûl ve metodu vardır.
     Meselâ birinin üzerinde akrep görsek; usûlünce söylenilmezse, o kişiye faydadan çok zarar verebilir. Müspet tenkit, menfi tenkide dönüşür.
     Müspet tenkitten önce, tenkide bahis mevzuu olan hususu iyice düşünmeli. “Acaba hatâ, bizzat  işin aslından mı kaynaklanıyor? Yoksa benim fikrime ve görüşüme göre mi hatâlıdır?” diye konuyu defalarca ele almalı.
     Kendisinde kusur bulmayan ve kendisini kusursuz sanan veya birisi ona kusurunu söylediğinde; bundan kalben dahi rahatsız olan kişi; “tenkit etme liyakatine” sahip değildir. Böyle bir kişinin tenkidi, tamirden çok zarar verir, tesir de etmez.
     Müspet tenkit, yumuşak sözle yapılmalıdır. Nasıl ki, sert taş kafayı kırar. Onun gibi  sert söz de kalbi kırar. Müspet tenkit; ulu orta değil, bire bir yapılmalıdır. Ancak, bire bir / yüz yüze konuşurken:
     Öncelikle, kişinin de bulunduğu kalabalık bir ortamda; genel ifadeler kullanarak “şöyle yapmak yanlıştır” gibi cümleler yerine doğrusunu ispat edip söylemeli.
     Böylelikle, direkt olarak hatayı göstermeden; doğrunun ne olduğunu göstermekle, kişinin doğruyu görünce kendi yanlışını, kendi feraset ve sezgisiyle anlamasına fırsat ve imkân vermiş oluruz. Zaten en doğrusu da bu değil mi?
     Çünkü bâtıl, yanlış ve sapık fikirleri; iyice tasvir, ballandıra ballandıra anlatmak; saf ve temiz zihinleri idlâldir. Dalâlete, yanlışa ve inanca aykırı yollara saptırır, sevkeder ve yöneltir.