Bir şeyi kalben çok isterseniz (bir bebek saflığında) istediğiniz her neyse bir gün olur. Bir Urfa’lı olarak içimde hep bir ukdeydi o şehre gidememek… Hep özlemini çekmişimdir o şehrin…
Acaba bu hangi şehrimiz? Biraz ipucu verelim aranızda tanıyanlar çıkacaktır karşımıza. Hem de anılar denizine dalarak gezeceklerdir şehri bir uçtan öbür uca…
Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Yukarı Mezopotamya havzasında bulunan, güneyinde Suriye, doğusunda Şırnak ve Siirt, kuzeyinde Diyarbakır ve Batman, batıda Şanlıurfa ile çevrili bir şehir…
Mimari, entografik, arkeolojik, tarihi ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren, yüksek bir tepesine çıkıp, elinize kalemi kâğıdıaldırıp resim yaptıran, olmadı şiir yazdıran, olmadı türküler yaktıran bir açık hava müzesi desem… Dünyada SİT alanı olarak ilan edilen ikinci şehir ünvanı var desem… Aklınıza, gönlünüze hangi şehir düşerdi… Bravo Mardin…
Mardin Kapı Şen Olur
Dibi Değirmen Olur
Buralarda Yar Seven
Mutlaka Verem Olur…
Türküsünde her ne kadar âşıklar için zor bir şehir olsa da duyguların en hası da orada yaşanıyor desek abartı olmaz sanırım.
Kendimi, Mardin’in sokaklarına atıyorum. Farklı tarz gümüş ve altınlardan gözlerimi alamıyorum. Kocaman yakut taşlı bir yüzük ve etrafını süsleyen yakut ve zümrüt taşlar beni bir başka medeniyete götürüyor sanki, yüzük cuk diye oturuyor parmağıma… Şahmeran’ın o gizemli adından adını alan el işçiliği muhteşem bir el üstü bilezik ‘beni al’ diyor. Kuşkusuz biz hanımların hayatında takının ayrı bir yeri vardır amma bu takılar benim için sadece takı olmuyor Mardin’deki anılarımı da tekrar tekrar hatırlatacaklar sevgiyle…
Dar ve yokuş aşağı sokaklarda merkepler belediyeye kayıtlı olarak sokaklarda yük taşıyor. Arabaların her yerde dolaştığı günümüz koşullarınıdüşünürsek, bu daracık sokaklara arabaların girmemesine sevinsem de merkeplerin, atların ağır yükün altında ezilmeleri de içime dokunuyor doğrusu.
Burada tarihi cami ve medreselerden bize en yakın olana; Kasımiye medresesine uzun taş merdivenleri çıkarak ulaşıyoruz. Tromp kubbeli cami, revaklı avlu ve eyvanın selsebili kanalardan ortadaki havuza bağlanmış. 700 yıllık bir tarih mükemmel mimari yapısıyla nakış nakış süslenmiş, her tarafıilim irfan kokan anılar denizinden kendimi alamıyorum.
Rivayete göre; medresenin avlusundaki havuzdan akan su tasavvufi bir betimlemeyi saklıyor. Suyun akışı ile doğumdan ölüme kadar insan hayatı ve sonrası simgelenmiş. Çeşmeden çıkan su doğumu, döküldüğü yer gençliği, ince uzun oluk olgunluğu ve suların bir havuzda toplanması ölümü temsil ediyor. Daha sonra bu su kanallarla toprağa aktarılıyor ve bu da topraktan yeniden can buluyormuş.
Gözbebeklerimi doldurmaya çalışıyorum. Bir tarafta Mardin Kalesi diğer tarafta şehrin diğer illere uzanan yolları, camileri, elimde demli bir bardak çay ve hangi tarafa baksam beni kendimden alan ‘taş mimarinin’ sarhoşluğu, güzelliği sarıyor dört bir yanımı.
İkinci gün; Hasankeyf’e doğru yol alıyoruz. Hasankeyf’e geldiğimizde bambaşka bir dünya Urartu dönemine kadar uzanan tarih ve doğanın barışık olduğu bir yerle karşılaşıyorum. Ancak bu barışıklığı Ilıca barajının bozacağı aşikar…Orada bulunan ve bize çevreyi tanıtan çoban Ali ve oradaki halk bu durumdan bir çok bakımdan çok dertli… Önümüz, sağımız, solumuz, yaşadığımız yerin altı her yerimizin tarih koktuğu, fışkırdığı bir yer… Mağaralarda yaşayan kişilerin stresten uzak, daha sağlıklı ve mutlu olduğunu söylüyor; azimli bir o kadar çalışkan beş dil bilen ilkokulu daha bitirmeyen çevresine duyarlı ve gönüllü çoban Ali... Elektrik, teknoloji bazı konularda rahatlık getirirken insani duyguları kaybettik diye de ekliyor. Diğer bir sıkıntıları bu baraj yapılacak dendiğinden beri kimse kendini yerleşik göremiyor. “ Her an gidecek her an evlerimizi kaybedecek, her an diken üstünde bir durum yaşıyoruz. Yatırımlar yapılmıyor”diyor. Hem çok etkileniyorum bu tarihi doku karşısında hem hüzünleniyorum nasıl olurda böyle bir yer ‘harap olmuş’ şeklinde açıklamalar yapılarak gözden çıkarılabilir.
Mardin’de bir taraftan çan seslerini, diğer taraftan ezan sesini duyabilirsiniz. Karşılıklı anlayışa ve hoşgörüye güzel bir tablo gibidir buşehir…
Ardından; Mor Gabriel Manastırına doğru yol alıyoruz. Manastır beni üç bakımdan etkiliyor. Birincisi; bu manastırın kutsal kabul edilmesi ve orada bulunan ‘Toprak’ın’ eş dost ve akrabalara hediye olarak götürülmesi. Mimari taşyapının heybeti özellikle tavandaki yapı ve işlemeler… Aslan figürleri ki bu figürlerin manastırı koruduğuna inanılıyor. Tabi burası sadece ibadet edilen bir yer değil, burada öğrencileriyle, din personeliyle, hizmetlisiyle yaşayan bir yer olması da ayrıca etkiliyor beni.
Farklı dinlerin, medeniyetlerin iç içe yaşadığı farklı bir dünya burası.Tarihin kalp atışını hissediyoruz. Midyat’ta, Mardin kebabı ve demli çayıiçerken ‘bu rüya bitmesin’ diyorum.
Kent bir açık hava müzesi ve bu müze bir fotoğraf platformu gibi…Deklanşöre bas, fotoğraf olsun. Dar sokaklar, çıkmazlar, abalı hamallar, kendi aralarında Arapça konuşan halk, bir de güzelim bademin ince bir tabakayla kaplandığı, ağızda eriyen Mardin’in badem şekeri, pestili, halen damağımda kaldı…