Avrupa devletlerinin aralarında ittifak ederek, birlik teşkil etmeleri hakikatdarlıklarından değildir.
     Avrupa devletlerinin ittifakları; bilhassa Birinci Dünya Harbi’nden ve kısmen İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Asya ve Afrika’nın, henüz az gelişmiş ve teknikte geri ülkelerini yâni üzerinde istedikleri gibi at oynattıkları nüfuz sâhaları olan örtülü sömürge topraklarını paylaşmış olmalarından kaynaklanmaktadır.
     Bu durumlarını muhafaza etmek, birbirlerinden endîşe etmiyerek emin bir şekilde ve güven içinde yaşamak gayesiyle  AB’yi oluşturmuşlardır. Birbirlerine karşı atacakları muhtemel ve olası adımları zamanında firenleyebilmek ve buna fırsat vermemek maksadıyla bir araya gelmişlerdir.
     Bundan dolayı sentez ve terkîb değil ama karışım arzeden bu birlik görüntüsü; işte bu çeşit ihtiyaçlardan doğmuştur.
     Üstelik zilletlerindendir bu birliktelikleri. Çünkü Avrupa devletleri hak ve hakikata istinad etmedikleri, dayanmadıkları için tezellül içindedirler. Yâni zayıf ve zelildirler. Bu yüzden birbirlerinden kuvvet almaya muhtaçdırlar. Bu ihtiyaçdan ötürü, başkasının muavenet / yardım ve ittifakına samimane ve içtenlikle yapışırlar.
     Hattâ meslekleri kendi menfaat ve yararlarını teminat altına almak ise de, yine ittifakı muhafaza ederler. Âdeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o şahsî çıkar peşinde koşmalarında bir ihlâs; o çıkar yolunda tam bir taassup ve o menfaat ve çıkar uğrunda tam bir anlaşma ve uyuşma içinde bulundukları için muvaffak da olmaktadırlar.
     “Çünkü samimi bir ihlâs; şerde dahi olsa, neticesiz kalmaz. Evet ihlâs ile kim ne isterse Allah verir.
     “Evet  ‘Men talebe vecedde vecede.’  / ‘ Kim (ne) isterse ve (bunun için ne kadar çok) çalışırsa (aradığını, muhakkak) bulur. ‘ Külliyeti (içeriği) geniş bir düstur -u  hakikattir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Envar Neşriyat, İstanbul - 1996, s.150)
     Avrupa ülkelerinin ittifak ve birliği ulüvv-i himmet ve yüksek gayretten değil, bilâkis himmetsizlikten gelen zaaf ve aczdendir. Zira muvaffakıyet ve başarılarını ancak, kendilerine daha fazla iştirak ve katılımda görmekte olup, kemiyet ve sayının ehemmiyeti onlar için büyük önem taşımaktadır.
     Avrupa devletlerinin samimane ittifakları âkıbet-endişlik ve âhiret düşüncesinden ve yüksek nazar ve görüş sahibi olduklarından değildir. Aksine heva ve nefsin tesiriyle kör ve âkıbeti yâni mânevî istikbali görmeyen ve bir dirhem hazır lezzeti bir batman ilerideki lezzete tercih eden hissiyatın gerektirmesindendir. Bu yüzden birbirleriyle samimî olarak, peşin bir menfaat ve hazır bir lezzet için şiddetli ittifak ediyorlar.
     Evet dünyadaki hazır lezzet ve menfaat etrafında aşağılaşmaktan çekinmeyen, bu uğurda kalpsiz ve nefisperest olanlar; samimî bir şekilde ittifak ve ittihat edip birleşebilirler.
     Zira Avrupa devletlerinin aralarındaki kuvvetli ittifakları; tek tek kuvvetli olmadıklarından ötürüdür. Çünkü bu tutum ve davranışları; kalben istinat ve dayanak noktası bulamadıkları ve bu yüzden zaaf ve acz içinde kaldıkları için meydana gelmektedir. Nitekim gelmiştir de.
     Çünkü zayıflar ittifaka muhtaçtırlar. Bunun içindir ki, kuvvetli bir ittifak ve birlik teşkil ederler. Kavîler ve kuvvetliler ise, ihtiyacı tam hissetmedikleri için, onların ittifakları zayıftır.
     Tıpkı Arslanların; hiçbir hayvanla ittifaka muhtaç olmadıkları için, ferdî  yâni tek başına yaşamaları gibi. Fakat yabanî keçiler; kurtlardan muhafaza ve korunmak için, bir sürü teşkil
394
etmek zorundadırlar.
     Evet zayıfların cemiyeti ve manevî şahsiyeti kuvvetli olduğundan, Avrupa devletleri birlik olma ihtiyacını iyi anlamışlar. Nitekim Avrupa komiteleri içinde en şiddetlisi ve en tesirlisi ve bir cihette en kuvvetlisi; lâtif, zayıf ve nazik olan kadınların kurdukları derneklerdir.
     Kavîlerin cemiyeti ve şahs-ı manevîsi ise kuvvetlerine güvendikleri için, ihtiyatkârlık ve yumuşaklık vaziyetini aldığından zayıftır.
     Avrupa devletleri, dünya işlerinde asıl dayanak noktalarından gaflet ettiklerinden zaaf ve acze düşüp, şiddetli bir surette yardımcılara ihtiyaç hissederler. Samimî bir şekilde belki fedakârca ittifak ederler.
     Avrupa devletleri, ittifaktaki kuvveti aczleri vasıtasıyla hissettiklerinden, maksatlarına gayet mühim bir vesîle olan ittifakı elde etmişler. Ve ihtilâfın, Avrupa devletleri için ne derece zararlı olduğunu ve Avrupa devletlerinin diğer dünya ülkelerine galebelerini ne derece zorlaştırdığını düşünüp, tek başlarına olmaktan doğan acz ve zaaflarından kurtulmak üzere samimî bir şekilde birbirleriyle ittifak etmeyi yeğlemişler. Şahsiyetlerini unutmakla; riya / gösteriş ve tasannûdan / yapmacıktan kurtulup; ihlâsı ve samimiyet ve içtenliği elde etmişlerdir.
     Avrupa devletlerinin dünya hayatına ait işlerde samimane ittifakları dahi mertlikten, hamiyetten, hikmetten değildir.
     Avrupa devletleri, yalnız dünya hayatını düşündüklerinden; bütün hissiyatıyla, ruh ve kalbiyle, şiddetli bir surette dünya hayatına ait mes’elelere sarılır. Ve o mes’elede ona yardım edene kuvvetle yapışır.
     Elbette bu kadar şiddetli hissiyat ile sarılmak; bâtıl yolunda dahî olsa; samimî bir ihlâs olduğundan; o mes’elede muvaffak olur. Ve birlik dışında kalan ülkelere galebe eder.
     Avrupa devletlerinin ittifakları, meftûn / düşkün oldukları menfaatlerini kaçırmamak ve menfaat için perestiş ettikleri / taptıkları reislerini ve arkadaşlarını küstürmemek için, zilletlerinden, namertliklerinden ve hamiyetsizliklerinden ötürüdür. Bu uğurda  arkadaşlarıyla; hattâ denî / alçak, hâin ve muzır / zararlı olsalar dahî, mutlaka hâlisane ittihat ederler. Hem aynı menfaat etrafında toplanan şerik ve ortaklarıyla ne şekilde olursa olsun  samimane ittifak içinde olurlar. Samimiyet neticesi olarak da istifade ederler.
     “Nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez. Bir gözü bir gözünü tenkit etmez. Dili kulağına itiraz etmez. Kalp rûhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder,
 kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazîfesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, rûhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz. Birbirinin önüne (geçerek) tekaddüm edip tahakküm (ve hükm)etmez. Birbirinin kusurunu görerek tenkit edip (çalışma ve) sa’ye  şevkini kırıp atâlete  uğratmaz (iş yapamaz hâle getirmez).
     “Belki bütün istîdatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek (yöneltmek) için yardım ederler. Hakikî bir tesanüt, (bir dayanışma), bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine (yaratılış gayelerine) yürürler.” (Bediüzzaman Said Nursî, İhlâs Risaleleri, Envar Neşriyat, İstanbul-1996, s.45 - 46)
     İşte Avrupa, bunu idrak ettiği gibi, başta Türkiye olmak üzere, ey bütün İslâm devletleri, sizler de, bütün kuvvetinizi birlik ve beraberlikte; birlik ve beraberliğinizi de ihlâs ve hakda bilmelisiniz.
     “Evet kuvvet Haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahî, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.” (A. g. e., s.49)
     Çünkü hak bir dâva; bâtıl (yanlış) metotlarla, geçici olarak söner. Bâtıl (hak olmayan) bir
395
dâva da müsbet usûllerle geçici olarak parlar.
     Başka bir deyişle: İrtibat, ittihada götürür. İttihattan ise kuvvet doğar. Velhasıl irtibatsız ittihat olmaz. İttihat edilmedikçe de kuvvetli olunmaz.
     Türkiye Cumhuriyeti, aslında kendi hak metotlarını tatbik ederek; kendisine üstünlük kurmaya çalışan AB’ye karşı asla lâkayt, bîgâne ve kayıtsız kalamaz ve kalmamalı.
     Unutmamalı ki,  -meselâ-  Fransa bir bakıma Almanya’dan çekindiği için bu birlikte yer almakta ve emniyetini ancak bu şekilde, yâni Almanya’yı kontrol altında tutmakla sağlamaktadır.
     Binaenaleyh Türkiye, AB’den dışlanmamak için bütün imkânlarını seferber etmeli. Fakat bunu yaparken, içte ve dışta tavizkâr bir tutum içine de zinhar girmemelidir.