Kadın sessizliği ve uysallığı öğrenmelidir. Kadının ne ders vermesine ne de erkeğin üzerinde yetki sahibi olmasına izin vermeyeceğim. Suskun olacak ve sessiz kalacaktır. Çünkü önce Âdem, sonra Havva yaratılmıştır” diyordu, Başrahip Cyrill…

O Tanrı adına düşünen, affeden ve hüküm veren her dinci fanatik gibi inancı dışındaki tüm felsefi, dini ve bilimsel çalışmalara karşıydı.

Onun kışkırtmaları ile sokaklara dökülen kalabalıkları, bir Hıristiyan tarikatı olan “parabalani”ler yönlendiriyordu.

Bilime, matematiğe felsefeye kısacası aklı yücelten, iyi ve güzele dair ne varsa düşman olan,  bu azgın kalabalık önüne geleni yok ediyor, yakıyor yıkıyordu.

İskenderiye Kütüphanesi de bu terör dalgasından payını aldı ve bir daha dirilemeyecek şekilde ışığı söndü.

Hypatia ders verdiği sırada, bu fanatik dinci güruh tarafından korkunç bir şekilde katledildi. Önce çırılçıplak soyuldu, taşlandı, derisi yüzüldü ve nihayetinde yakıldı.

Hypatia gibi pek çok bilim insanı, Tanrı adına hareket ettiğini söyleyen, bağnazlar tarafından engizisyonlarda yargılandı, sürüldü, hapis yattı ve idam edildi.

Örneğin Servetus, Hristiyanlığın özüne dönebilmesi için yanlış öğretilerden arınmasını gerektiğini savunduğu için yakıldı.

Sokrates, Atinalı gençlerin aklını karıştırmak, devletin tanrılarına inanmamak ile suçlanarak baldıran zehir ile intihara zorlandı.

Hallac-I Mansur düşüncelerinden ve sözlerinden dolayı önce kırbaçlandı; ardından kolları ve bacakları kesildi, asılarak halka teşhir edildi. Başı kesildikten sonra yakılarak külleri savruldu.

Bruno, evrenin sonsuz ve eş dağılımlı olduğunu ve bu evrende dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söylediği ve fikirlerinden caymadığı için yakılarak katledildi.

Pisagor, Galilei, Copernicus, Antoine Lavoisier, Harezmî, İbn-i Heysem, El-Cahız, İbn-i Sina, Farabi gibi daha niceleri bu zulümden kendilerine düşen paylarını aldılar.

Geri ile ileri, aydınlık ile karanlık, güzel ile çirkin arasındaki bu savaş hiç bitmedi.

Hpatia’dan yaklaşık 1600 yıl sonra, yirmi dokuz yıl önce bu topraklarda, bir bilim insanı da aynı vahşete maruz kaldı.

Bursa belediye başkanının adını Uğur Mumcu, Türkan Saylan ile birlikte  ‘’Devlet ve Bayrak düşmanları’’ arasında saydığı Bahriye ÜÇOK.

(Ne hazin bir tarihi tekerrür. Saydığı isimlerin Rahip Cyrill’in çağdaşları tarafından vahşice yok edilmiş olması veya yaşlarına ve hastalıklarına aldırılmadan mahpuslarda eziyet çektirilmiş olması.)

Bahriye Üçok; Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Ortaçağ Türk-İslam Tarihi Bölümü’nü bitiren, aynı zamanda Devlet Konservatuvarı Opera bölümüne de devam eden gerçek bir Cumhuriyet kadını,

Sonrasında Samsunumuzda da bir süre olmak üzere, on bir yıl lise öğretmenliği yapan, çağdaş nesiller yetiştiren bir Cumhuriyet Öğretmeni,

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne giren ilk kadın öğretim üyesi ve bu fakültenin İslam Tarihi bölümünde öğretim üyeliğine atanan gerçek bir Akademisyen,

Kur’an-ı Kerim’e bağlı kalarak İslam dinini çağdaş, gerçekçi ve dinin özünde bulunan hoşgörüyle yorumlayan,  ’’her şeyden önce Hazreti Muhammed, tarihin ilk devirlerinden beri doğru yoldan sapmış insan topluluklarını hakiki ve tek Tanrı yoluna çağırmak için gönderilmiş olan peygamberlerin sonuncusudur ve ondan sonra artık bir peygamber gönderilmeyecektir’’  diyen bir ilahiyatçı,

’Bugün şeriatla yönetilen ülkelerde bile geçersizleşen kimi kuralları ve yasaları, uygarlıkta Ortadoğu ülkelerine örnek olan Türkiye’de yeniden canlandırma çabaları, üzülerek söylemeliyiz ki, yadsınamaz bir gerçektir” öngörüsü ile elini taşın altına koyarak yeni bir cephede, siyaset cephesinde safını alan, mücadele eden bir siyasetçi,

Kurtuluşun ve ulusal bağımsızlığın yolunu Atatürkçü Düşüncede, Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmakta gören ve bu nedenle örgütlü mücadeleye omuz vererek Muammer Aksoy’un önderliğinde Atatürkçü Düşünce Derneğini kurucuları arasında yer alan bir Örgütçü, 

’Atatürk’ün izindeyiz’’ diyerek onun izinden ayrılan veya aynı izden ayrılarak geriye gidenleri, devrimlerden, özellikle devrimlerin temeli olan laiklik çizgisinden küçümsenmeyecek ödünler verenleri, ’’halka mal olmamış devrimler’’ ayrımı yapan, kısacası Atatürk’ün ardından bir arpa boyu yol alamayanları açıkça ve cesurca uyaran gerçek bir Atatürkçü,

Yazdığı ‘’İslam dan dönenler ve Yalancı Peygamberler’’ kitabını annesi Nadire Bektaşoğlu’na ithaf eden bir evlat,

Kendisine gönderilen bombalı paketi açarken, annelik güdüsü ile kızını yanından uzaklaştıran bir Anne,

Fikirleri nedeni bu ülkede öldürülen ilk kadın düşünce insanı, 

Kadın hakları savunucusu bir aydındı.

İşte tüm bu özellikleri nedeni ile bir 6 Ekim günü katledildi.

Üçok’u vahşice katleden ‘’İslami hareket örgütü’’ ile Hypatia’yı katleden ‘’parabalani’’ örgütü arasında bir fark yoktu. Başrahip Cyrill’in temsil ettiği kötülük, bağnazlık ve karanlık azmettiricidir ve hiç değişmemiştir.

Bu karanlık ister ki bu güzel ülke bir arpa boyu ilerlemesin, prangaların bir ucu hep ellerinde olsun.

Nakilcilikten akılcılığa yönelmiş olan, böylece bu topluma çağ değiştirme yolunda ilk adımları attıran Atatürk’ün izinde yürüyen Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı gibi kendilerine engel olan pek çok aydın sussun, susturulsun. 

Bazen bombalı bir paket ile bazen susturucu takılı bir namlu ile veya mahkeme koridorları, hapisler ile onların izinden gidenler, gidecekler korksun sinsin ve teslim olsun.

Ama bilmiyorlar ki;  akıl ve ilmin rehberliğini kendilerine manevi miras olarak görenler, onların yolundan yürümekten, ‘’ileri, daima ileri ’’ gitmekten, bedeli ne olursa olsun, korkmadan, yılmadan devam edecektir.

O yolda yürüyenler Ata’nın dediği gibi sadece ufku görmekle yetinmeyecek, ufkun ötesini de görecek ve bilecektir.

Kulaklarımızda hep yankılanacak, Aydınlık ve Çağdaş bir ülke için kara kara ellerce katledilen tüm aydınlarımız ortak sesi…

Ve biz başardığımızda, özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibi güller açacak mezarlarınızda ve Asla Unutmayacağız sizi…

Saygı ve minnetlerimle…