Hicri Takvime göre 10 Muharrem aşure günü olarak anılır.  Aşure Arapça “on” manasına gelen "aşera" kelimesinden almıştır. Dilimizde, bugün pişirilip dağıtılan tatlıya ad olarak "aşure" şeklinde kullanılır. Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’nın Firavun’un zulmünden kurtulmaları, Hz. Nuh’un gemisinin Cudi Dağı’na oturması, Hz. Âdem’in tövbesinin kabul edilmesi, Hz. Yunus’un balığın karnından çıkarılması, Hz. Mûsâ ve Hz. İsa’nın doğumları, inanışa göre aşure gününde gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber, “Biz Mûsâ’ya sizden daha lâyıkız.” diyerek Yahudiler’in aşure günü tuttukları orucu, bir gün öncesi veya sonrasıyla tutmayı tavsiye etmiştir. Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi de Muharrem’in onuncu günü gerçekleştiği için, aşure günü aynı zamanda, İslâm tarihinde son derece acı, acıklı ve üzücü bir olayı hatırlatma özelliği de taşımaktadır. 

Yani Muharrem’in onuncu günü, aslında tüm Müslümanlar için; Emevi ailesinden Yezit’in, Hz. Hüseyin’e karşı yaptığı vahşetin ve zulmün anma günüdür. Yine bu bağlamda Emevi ailesi tıpkı Ehli beyit’e uyguladığı acımasızlığı millet olarak, en çok da Türk Milleti’ne uygulamıştır.  Türk Milleti, Emeviler döneminde çok sıkıntılar çekmiş hatta çok büyük katliamlara uğramıştır. Mesela; 716 yılında Halife Süleyman, başka bir Türk karşıtı zalim Kuteybe bin Müslim’den sonra Yezit bin Mühelleb’i Horasan Valisi tayin etti. Yezit bin Mühelleb, Zalim Haccac’ın kayınbiraderi idi. Ama müneccimler Haccac’a; “senin yerine geçecek“ dedikleri için, Mühelleb işkenceye tabi tutulmuş ve hapis de yatmıştı. 

Bu zalim adam, valilik döneminde önce Dağıstan’ı işgale kalkıştı. Dağıstan’daki Türk kuvvetleri kuşatıldı. Yiyecekleri biten Türkler teslim oldular. Baştan yağma ve katliam yapmayacağını söyleyen Yezit bin Mühelleb, Dağıstan’ın zenginliklerini görünce sözünden döndü. Kent yağmalandı, 14 bin kişi öldürüldü. Yezit bin Mühelleb, peşinden, Cürcan’a yöneldi. Cürcan haraç vererek, Arap kuvvetlerine kapısını açtı. Yezit bin Mühelleb, Cürcan’a Arap kuvvetleri yerleştirerek, Taberistan üzerine yürüdü. Taberistan yöneticisi İspehbed, çevreden yardım alarak, direnmeye çalıştı. Ama direnemeyeceğini anlayınca, halk ile birlikte dağlara çekildi. Araplar dağlarda çok kayıp verince, İspehbed’in üzerine gidemediler. İspehbed, yıpratma savaşları veriyordu.

Cürcan’da Arap baskısı halkın canına yetmişti. Taberistan’daki Türkler’in başarıları da bir umut ışığı oldu ve Cürcan ayaklandı. Cürcan’da bulunan Arap kuvvetleri etkisiz hale getirildi. Yezit bin Mühelleb çok sinirlenmişti. Cürcan Türkleri’nin kanından değirmen çevirip, unundan ekmek yapıp yiyeceğim diye ant içti. İspehbed’e aracılar yollayarak, onu silah bırakmaya razı etmeye çalıştı. Aracılar, İspehbed’i Araplar’a büyük takviye kuvvetleri geliyor diyerek kandırıp, korkuttular. O da haraç ödeyerek ve köle vererek, Yezit bin Mühelleb ile barış yaptı. İspehbed, bu propagandaya kanmıştı ve Cürcan’da yalnız kalmıştı. Aslında Cürcan’daki, Türkler kendilerini iyi müdafaa ediyorlardı. Kenttekiler uzun direnme sonucunda ihanete uğradılar ve yenildiler. Yezit bin Mühelleb, kent halkından 12 bin kişiyi ayırarak, bir nehrin kenarında onları kılıçtan geçirdi. Nehirden su yerine kan akıyordu. Bu nehrin suyu ile dönen değirmende, un öğütülüp, ekmek yapıldı. Zalim Yezit bin Mühelleb, bu ekmekten yiyerek yeminini yerine getirmiş oldu.

Yezit bin Mühelleb Horasan’a dönünce Halife Süleyman’a mektup yazarak gerçekleştirdiği fetihleri ve ganimetten Beytülmal’le gönderilmesi gereken ganimet miktarını bildirdi. Ancak Yezit bin Mühelleb Humus(ganimet)’u yollamadı. Halife Ömer bin Abdülaziz, ganimeti niçin göndermediğini sordu. Yezit bin Mühelleb önce meşhur olmak için miktarı abarttığını söylememesine rağmen, tutuklandı. Yezit bin Abdülmelik’in halife olduğu günlerdeki kargaşadan yararlanıp, hapisten kaçıp Basra’ya gitti. Basra’daki dindar zümreyi de saflarına katmaya çalıştı; halkı Kur’an ve sünnete uymaya, Emevî Devleti’ne karşı cihada çağırdı. Emevîler’le yapılacak bir savaşın Türkler’le yapılacak savaştan daha sevap olduğunu söyledi. Yapılan savaşta askerinin büyük kısmı bozulup kaçan Yezit bin Mühelleb savaş alanında az sayıdaki taraftarıyla ölene kadar çarpıştı 720’de, Halife II. Yezit’in emriyle öldürüldü. 

Kısacası: Yezit bin Mühelleb, tıpkı selefi zalim Kuteybe bin Müslim gibi, Türk Milleti’ne karşı uyguladığı zulümde kaçamayacaktı.  Yani “zulm ile abâd olanın, âhiri berbad olur” sözü bir kez daha gerçekleşmiş olacaktı!