Allahu Teâlâ, insanı muhtaç ve zayıf bir irade ile yaratmıştır. Bu yaratılışta elbette pek çok hikmet var. İnsan bu acz ve fakr ile sonsuz ihtiyaç ve arzu sahibidir. İhtiyaçları ve arzuları hem maddi hem de manevidir. İnsanın var olan ihtiyaçları ve arzuları ile beraber bu ihtiyaçlarını giderebilecek donanım ve istidatlarla kuşatılarak yaratılmıştır. İnsanın özünden bu ihtiyaçlarını karşılayabileceği istidatlarını açığa çıkaracak geliştirecek, zaman, çevre ve şartlar dikkati çekmek istediğimiz çalışma hususunun zeminidir. İnsanın çalışma vasfı ve gerekliliği, tamamıyla insan-doğa, insan-insan münasebetlerinin gerekliliğidir. İstisnaları duruma dâhil etmezsek, bunun aksi bir hayatta bir anormallik olduğu söylenebilir.

İnancımıza göre rızkı veren yüce Allah’tır. Allah her şeyi bir sebebe binaen halk etmiştir. İnsanın rızkını elde etmek için çalıştığı fikri kısmen doğrudur. İnsan sebepler nazariyesinde gayret gösterir fakat ortaya çıkaran yaratan halk eden cenabı Allah’tır. İnsanın rızk için çalışır sebepler nazariyesinde gayret sarf eder fakat Rezzak olan Allah’tır, sonuç ona aittir. Rızkın taksimi, tayini ve miktarı yüce Allah'a aittir. Çağımızın Mütefekkir ve münevverlerinden Muhammet Saki Erol bu konuyu "Rızk aslanın ağzında değil, Rabbimizin arzındadır" diyerek konuyu çerçeveleyen bir fikrini hülasa ettirmişlerdir. İnsanın maddi kazancında kendi gayretlerinin sonucu belirlemediği gerçeği inançlı her insana aşikardır.

Aslında çalışma, çok boyutlu ve çok sebepli bir eylemdir. Sadece rızk mevzusuyla indirgemek veya sınırlandırmak doğru değildir. Fakat İslam’ın esasları ve devrin şartları söz konusu edilince çalışmanın helal rızk boyutunu özellikle ve öncelikle ele alınmasını gerekli kılmıştır. Allahü teala bizim rızkın temiz olanını yani hakkımız olanını, helal daire içerisinde meşrulaşmış olanını tüketmemiz konusunda uyarılarda bulunuyor:

«Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın!» (el-Mü’minûn,51)

«Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin!» (el-Bakara, 172)

Beslenmek insani bir ihtiyaçtır. Fakat Rabbimiz insani ihtiyacı bile ibadet vasfına çevirerek kulunun hidayetine vesile kılmayı arzu etmiştir. Sırf bu sebep bile sonsuz kere şükretmeyi icap ettirir. Hem türlü gıdalar sunan hem de bunun neticesi ile ebedi saadete sevk eden, bizi bu nimetleri ile perverde eden sultanımız ibadet ve zikredilmeye en layık olandır. Ayet, Hadis ve İslam âlimlerinin içtihatları ile hem keşif sahiplerinin ifşaları ile açık olan bir hakikat, helal lokma yemeyen bir kişinin letaiflerden hiçbir menfaat göremeyeceğidir. Osman Nuri Topbaş Hoca “Hiç şüphesiz, haram ve şüpheli şeylerle beslenen bir kimsede ibadet aşkı ve kulluk heyecanı olmaz. Haram ve şüpheli gıdâlardan kalbe ancak kasvet, sıklet ve gaflet sirâyet eder. Temâyüller, nefsânî arzulara göre şekillenmeye başlar. Böylece gönül hantallaşıp duygusuzlaşır, yalnız kendi menfaatini düşünür. Merhamet ve şefkat fukarâsı hâline gelir. Böylesi kalp ve bedenler, baştanbaşa bir kötülük barınağı ve ahlâksızlık yuvasına döner. Neticede İslâm ahlâkı ve yüce faziletler âdeta unutulur.” diyerek helal yani temiz olanla beslenmeyen bir bedenin maneviyatı yüksek bir ruh taşımasının söz konusu dahi olmadığını ifade etmişlerdir.

Bu hikmete binâen İbrâhim Desûkî -kuddise sirruh- şöyle buyurmuştur:

“Ey kardeşlerim! Haram yediğiniz sürece, hikmet ve mârifet hakkında bir şey elde edeceğinizi zannetmeyin.”

Bizi müslüman olarak niteleyen herşeyden evvel hem sözlerimiz hem de fiillerimizdir. Rabbimiz bizim için en güzelini ve en temizini isteyerek bizimde ruhen ve kalben temizlenmemiz gerektiğini yüce Furkan’ında birçok kez ifade etmektedir. Helal kazancın, helal yemenin, helal ile hayat sürdürmenin gerektiğini hem kurandan hem efendimizin sünnetinden hem de âlimlerin sözlerinden anlıyoruz.

Cabir bin Abdullah (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Ey insanlar! Allah’dan korkun ve dünyadaki rızık talebinizi güzel yapınız! Biraz gecikse de hiçbir nefis rızkını noksansız tamam olarak elde etmeden ölmeyecektir! Allah’dan korkun ve rızık talebinizi güzel yapınız! Rızkın helal olanını alınız, onun haram olanını bırakınız!’ buyurdu.”

Biz Müslümanlar için ahlak, tamamıyla İslam’dır. İslam bize başlangıcından sonuna kadar helal lokma ile hayat sürecini tamamlamamızı emrediyor. İslam, tüm Müslümanların temel yaşam anlayışı olması hasebiyle Müslümanları sınırlarını İslam şeriatının belirlediği helal daire içerisinde bir hayat süren insanlar olarak tanımlamak icap eder. 

Buraya kadar tabir etmeye çalıştığımız helal kazancın önemi, helal ile beslenmenin önemi idi. Elbette şuur sahibi hemen herkes kendisi için helal olanı öngörür. Ve helal olanla yaşadığı iddiası ile gurur bulur. Fakat bu durumu yani helal ile yaşadığımız duygu durumunu, sindirebilmemiz, içselleştirebilmemiz gerekiyor. Bu da hayatımızı ikame ettirip, gelecek için hazırlık yaparken; kişinin çalışma sürecindeki gayreti ve samimiyeti nispetinde olacaktır. Efendimiz(sav) "Kişi kendi elinin emeğinden daha temiz bir kazanç elde etmemiştir. " (İbn Mâce, Ticârât, I) yine bir hadislerinde, 

Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaz ile müsafeha edince(tokalaşınca) buyurdu ki:

- Ya Muaz, ellerin nasırlaşmış.

- Evet ya Resulallah, kazma elimde toprakla meşgul oluyor ve bu sayede çoluk çocuğumun nafakasını kazanıyorum.

Fahr-i kâinat efendimiz, Hazret-i Muaz’ı öpüp buyurdu ki:

- Bu eli Cehennem yakmaz. (Tibyan)

Yine bir gün bir genç, sabah erkenden işine gidiyordu. Eshab-ı kiramdan bazıları, bunu uygun görmediler. Orada bulunan Peygamber efendimiz buyurdu ki:

Öyle söylemeyiniz! Eğer kimseye muhtaç olmamak, ana babasını ve aile efradını muhtaç etmemek için işine gidiyorsa, her adımı ibadettir. Eğer kazanacağı para ile öğünmek, keyif sürmek niyetinde ise, şeytanla beraberdir. [Taberani]

Mevzu hülasa edilecek olunursa müminin ameli niyetine göre salih olur ya da olmaz. Bu sebeple niyetinde çalışmak bir vesile, bir ibadet, bir inayet olarak bilen kişi de elbette ihlası ölçüsünde faziletlere ve mârifetlere mazhar olacaktır. 

 Tevfik ve inayetle