Zoraki bütünleşme...

Abone Ol

 

Arkalarına AB üyelerinin bir kısmını almışlar, "Atatürk ilkeleri AB normlarına uymaz, ulus devlet olmaz, federal bünyeye geçin, azınlık olmayanlara azınlık hakları verin, İstanbul'da Konstantinopolis'in egemenliğini tasdik ve tasvip edin, Kıbrıs'tan son otuz yıl vatandaş olanları çıkartın, Kıbrıs'ta Rumların meşru hükümet olduklarını kabul edin" diyerek bizi AB üyeliğine de davet ediyorlar. Güvenlik Konseyi'nin yanlış yorumlanarak alıp kaçtıkları "meşru hükümet" sahte ünvanının arkasına dayanarak bize "gelin bütünleşelim" diyorlar.

 

Biz o kadar iyi niyetliyiz ki çocuklarımıza Akritas Planı'nı, Megali İdea'yı, 1931 isyanını, 1955-58 olaylarını anlatmıyoruz; 1960 Andlaşmalarına gelinceye kadar neler çektiğimizi söylemiyoruz; "onlar da öldürdü, biz de öldürdük, bunlar arkada kalmıştır" düşüncelerini telkin ederek, Türk askerinin adadan çekilmesiyle başımıza gelecekleri duyurmuyoruz; Rum gençlerinin bize düşman yetiştirilmekte olduklarını, onlara 1963-74 yılları arasında bize yaptıklarını duyurmadıklarını, bu yıllarda "mesut ve müreffehtik, her şey güzeldi, birdenbire Türkler geldi ve adayı böldü" yalanı ile beslediklerini, "1963-74 yılları arasında gettolarda yaşatıldığımızı, 1974'de Türkiye gelmeseydi tümümüzü yok edeceklerini, bunu Nikos Sampson'un açıkça söylediğini hatırlatmıyoruz. Niye? Düşmanlık olmasın, barış olsun, uzlaşma olsun, bütünleşelim diye!

 

Ve büyün bunlara Atatürk'ü örnek gösteriyoruz. "Yunanlıları denize döktü ama Atatürk Venizelos barışını yaptı", "yurtta barış, dünyada barış dedi" diyoruz. Doğrudur. Ancak Atatürk "bizi Anadolu'dan kovdun ama yine geleceğiz, hazırlanmaktayız. Anadolu'daki haklarımızdan vazgeçmedik, Anadolu bizimdir" diyen bir Venizelos'la dostluk kurmadı. Lozan anlaşması ile Türk-Yunan dengesini kabul eden, yapılanların yanlış olduğunu söyleyebilen, Türk'ün hakkına saygılı bir Venizelos'la uzlaştı, barış yaptı, dostluk kurdu. Bizde "1963-74 arasında tek bir Türk öldürülmedi; 1963 olaylarını Türkler başlattı; Türkler devlet organlarından siyasi nedenlerle çekildi" diyenler var karşımızda. Anlaşmalara ve yırtıp attıkları Anayasaya rağmen hala "biz sizin meşru hükümetiniziz, Kuzeyde ne varsa bizimdir" diyorlar. Yaptıkları için ne özür diliyorlar, ne de tazminat ödemeğe yaklaşıyorlar. Yunanistan'la dostluk kuruldu ama Yunanistan yaptıkları için tazminata da razı oldu.

 

Yine Atatürk'e sığınıyor ve "yurtta barış, dünyada barış" sözünün arkasına saklanıyoruz. Atatürk'ün bir diğer sözünü unutuyoruz, unutturuyoruz: "Ben barış diyorsam bağımsızlığımızı murad ediyorum"! Bağımsız değilseniz, egemen değilseniz hangi statüde barış yapacaksınız? Bağımsız ve egemen değilseniz azınlıksınız. Azınlıklar barış yapamazlar, kendilerine verilenlerin az mı çok mu olduğunu tartışabilirler, ve sonunda verilene razı olurlar. Atatürk "yurtta barış, dünyada barış" derken bu barışı elde etmek için egemenliğinizden, bağımsızlığınızdan fedakarlık yağabilirsiniz demedi. Barış yapabilmek için, egemen ve bağımsız olmanın şart olduğunu vurguladı.

 

Şimdi Ankara'dan bir sağlıklı ses bütün dünyaya "yanlıştan vazgeçiniz" mesajını vermiştir. Kıbrıs'ın tümüyle AB üyesi olabilmesi için Kıbrıs üzerindeki dengelere dikkat edilmesi gerekir; AYRICA Kıbrıs'ta uzlaşacak olanlar çoğunlukla azınlık değildir, Kıbrıs'ın kaderini tayinde eşit hakları olan dili, dini ayrı iki HALK vardır. Uzlaşma bunların var olan devletleri arasında yapılacak bir anlaşma ile mümkündür.

 

İstediğimiz, ricamız, duamız Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu "milli formülü" AB ülkelerine duyurması, Türk milletinin Kıbrıs'ı Rum'a, Yunan'a, AB'ne bırakmak niyetinde olmadığını, jeopolitik haklarını korumaya devam edeceğini duyurmasıdır.

 

Milli haklarını başkalarının önerilerini iyi niyetle de olsa kabul etmekle halledilmiş değildir. Dünyaya örnek olacaksak milli çıkarlarına sahip çıkmasını bilen, barıştan yana bir halk olarak çıkalım. Barış için milli haklarını göz ardı eden insanlar olarak değil!