Zamansız açan Kasımpatları

Abone Ol


İsmet Paşa köyünün mezarlığı, sanırım 150 ya da 200 civarında kabrin bulunduğu bir mezarlıktı. ‘Nereden biliyorsun’ diyeceksiniz. Biliyorum, çünkü mezar taşlarını tek tek okuduk, buna rağmen,  ulaşılması çok zor karlı dağların kayalarına kazınmış “Taştaki Türkler”in binlerce yıl gizli kalmış izlerini ortaya çıkarıp belgeleyen, kitaplaştıran Servet Somuncuoğlu’nun bir taştan yoksun mezarını, ancak telefon tarifi ile bulabildik.
Bugün İstanbul'dan Bursa-Karacabey İsmet Paşa köyüne doğru hiç unutamayacağım kıymetli bir yolculuk gerçekleştirdim. Yolculuğumun Bursa'ya varan kısmında bana Selim Uysal arkadaşım ve onun dayısı eşlik etti.
En başta ulaşım sorunu yaşadık. Çünkü Bursa'nın merkezinden Karacabey'e gitmek bir hayli zor ve uzaktı. İki saati aşan bir süreden sonra Karacabey'in İsmet Paşa köyüne vardık.
Köyü gördükten sonra ilk aklımıza gelen, böylesine küçük bir köyden nasıl olurda Servet Somuncuoğlu gibi bir dünya değeri yetişebildiği sorusuydu... Köy parmak hesabıyla dahi sayılabilecek kadar az haneye, bir okula, bir camiye ve içerisinde değerli hocamız Servet Somuncuoğlu ve babası Ali Somuncuoğlu'nu barındıran orta büyüklükte bir de mezarlığa sahipti.
İsmet Paşa köyünün mezarlığı, sanırım 150 ya da 200 civarında kabrin bulunduğu bir mezarlıktı. ‘Nereden biliyorsun’ diyeceksiniz. Biliyorum, çünkü mezar taşlarını tek tek okuduk, buna rağmen,  ulaşılması çok zor karlı dağların kayalarına kazınmış “Taştaki Türkler”in binlerce yıl gizli kalmış izlerini ortaya çıkarıp belgeleyen, kitaplaştıran Servet Hocamızın bir taştan yoksun mezarını, ancak telefon tarifi ile bulabildik.
Servet Hocamın mezarını gördüğümde ise yaşadığım düş kırıklığını, yıkılmışlığı anlatabilecek  kelimeleri yanyana getirmekte hala zorlanıyorum.. Kanım çekilmişti, ruhum donmuştu adeta.. Üzerini zamansız açmış kasımpatlarının süslediği bu toprak yığınının Servet Hocamın mezarı olduğuna ilişkin hiçbir belirti yoktu; ne bir isim ne bir mezar taşı !.. Oysa ki, koskoca bir kış ve koskoca bir yıl geçmişti vefatının üzerinden.. Toprak yığının üzerinde boynunu bükmüş bir tahta parçasına ve  üzerindeki o merhametsiz tarihe ilişti gözlerimiz: 7 Ağustos 2013.. Bu tarihi gördükten sonra, “evet” dedik, “bu onun mezarı olmalı”.
Gözyaşlarımızın eşliğinde dualarımızı ettik, selamlarımızı verdik, Allah’tan rahmet, Cennet mükafatı diledik Servet Hocamız için.
Daha sonra yanımıza Servet hocamızın sevgili ablası Gülcan Somuncuoğlu geldi, bizlere selam verdi; gözleri yaşlıydı, hem bizim hem onun... Bir ara Servet Hanım’ın yaşlı gözleri kardeşinin mezarını süsleyen zamansız açmış kasımpatlarına ilişti; “Bu kasımpatıları kasım ayından önce açmaz, ağustos ayında açması ise görülmemiş şeydir, demek ki böyle bir mucizeyi kardeşimin mezarında görmek nasip olacakmış. Bir müddet Gülcan Hanım’ın yüzüne bakamadım. Çünkü o kadar çok benziyordu ki Servet hocamıza...
Köydeki evde Ayfer Somuncuoğlu bekliyordu bizi, Servet Hocamızın kıymetli anneleridir kendileri.. O “Taştaki Türkler”in, “Karlı Dağlardaki Sır”larını çözen, Türk Dünyası’na ve insanlığa bir servey aramağan eden Servet Hocamızın muhterem anneleri.. Yuvasına misafir olduk, ellerini öptük. Bize o pamuk elleriyle mayaladığı köy yoğurdundan yapılmış ayran ikram etti, bir güzel içtik.
Bir ara gözleri daldı Ayfer Anne’nin, “Ben” diyebildi buruk bir sesle, “eşimi de kaybettim, fakat Servet’imi kaybetmenin acısına dayanmak mümkün değil. Allah kimseye evlat acısı yaşatması.”
En son Ayfer Hanım almış oğlunun vefat haberini, eve gelen onlarca insan ve araç kalabalığı ona anlatmış Servet’inin dünyadan göçüp gittiğini..
Ayfer Hanım’ın bir kaç sözü aklıma demir çivilerle kazındı, üzerinden yüzyıl geçse unutabileceğimi sanmıyorum. Şu cümleleriydi, aklıma demir çivilerle kazınan: ''Bana Servet’imin vefat ettiğini söylemediler, fakat ben bir gün önce rüyamda gördüm. Tarladan pamuk topluyordum, ellerime aldığımda pamuklar ıslak kara toprak, kara keder oluyordu. Sonra anladım, bu rüyanın neye işaret olduğunu... Kuran-ı Kerim okurum; ellerimi açtığımda ise aklıma sonradan gelir eşimin vefat ettiği, hep en önce Servet’im gelir aklıma...”
İnsanın yüreğini dağlayan bu sözler dökülürken Ayfer hanımın dudaklarından, biz hep sustuk; hiçbir şey söyleyemedik. Saygının da ötesinde, bu cümlelerin üzerine ne söyleyebilirdik ki zaten? Öylesine belli, öylesine belliydi ki acı içerisindeki bir annenin bu tevekkülle harmanlanmış feryadını dile getiren bu sözlerin ardından başka ne söylebilirdi ki?..
Hayır dualarımızı aldık ve yola çıktık.
Selim Uysal arkadaşım ile yollarım ayrıldı, feribota bindim. İstanbul'a dönüyordum artık... Telefonum çaldı, arayan Çağlayan Tunca, yani Çağlayan abiydi, onunla telefonda bu durum hakkında uzun uzun konuştuk. Telefonu kapattığımda ise yanımdaki yolcu adam bana doğru döndü, “özür dilerim” dedi, “konuşmalarınızı izniniz olmadan dinledim, çok hoşuma gitti. Size bir şey sormak istiyorum, ''Servet Somuncuoğlu kimdir?'' dedi.
Sahi, Servet Somuncuoğlu kimdi?..
Servet Somuncuoğlu’nun bir taştan yoksun mezarında zamansız açan kasımpatları bir ayıbı mı örtmek istiyorlardı?