Zamanda Kaybolan Bir Yıl Daha
Neyse söylemek istediklerim bunlar değil. Ben de şöyle bir âdete uyarak geride kalan seneyle ilgili değerlendirme yapmak istedim. Ama aklıma, bu karamsar tabloları yapanların daha önceki yıl yaşanan Japonya’daki tsunamiden sonra neden 2011 yılını değil de 2012 yılını kıyamet yılı olarak takdim etikleri, takıldı. Evet suç şu Maya’lardaydı. Ne vardı yani takvimlerini 2012 yılına kadar yapacak? Oysa gerçekten eğer kıyametse, işte Japonya’da yaşanan onun bir örneği idi. Maya’lılar herhalde hesap yaparken bir yılı karıştırmışlardı! Bizlerin bu tip şeylere aklımız ermediğinden ve sadece Cenab-ı Hakk’ın buyrukları yönünde “o zamanı, nâçiz varlığımızın bilmesine imkân olmadığından” kıyamet konusunda söyleyecek sözünün olmaması tabiidir. Amma ardından da “hele geride kalan yıla şöyle bir nazar atfetsek” demekten de kendimi alamıyorum.
2011 yılı akıp giderken insanoğlunun geleceği için bir yığın karamsar ikazı gündeme getirmediğini söyleyebilir miyiz? Amerika’dan Avrupa’ya ve bütün dünyaya yayılan orman yangınları, seller, tsunamiler, Afrika kıtasını saran kuraklık, açlık ve insanın insana zulmü! Acaba diyorum kendi kendime şu hızlanan iletişim araçlarından uzak yaşadığımız yıllarda bütün bu kötülükler, afetler oluyordu da bizlerin mi haberi olmuyordu? Yoksa insanoğlu medenileştikçe(!) yaşadığı kötülükler mi giderek kendileriyle birlikte medenî canavarlar haline dönüşüyor? Ve daha da çok duyulur oluyor? Şöyle geride bırakılan yılı değerlendiren gazete sütunlarını ve haberleri, mümkün olduğunca, takip etmeğe çalışırken beni en çok şaşırtan hususların başında insanoğlu için gerçekten felâket çanlarının en yüksek ses tonuyla çaldığı “yeryüzünün değişen atmosferiyle” ilgili Kyoto Protokolü’nün hâlâ önemli bazı devletlerce imzalamadığı ve süresi dolamakta olduğunun da büyüklerce pek kâle alınmamış olmasıydı. Üstelik 2011 yılının son aylarında konuda uluslararası toplantılardan biri daha yapılmış ve meselenin öneminin(!) altı çizildikten sonra Çin gibi, ABD gibi asıl felâket saçanların, havaya kirliliğini “ne kadar azaltılacakları” konusunda kararlarını ve de yeni bir anlaşma zeminini 2015’lere öteleme sorumluluğunu(!) üstlendikleri ortaya çıkmıştı! Yani!.. İnsanın bir şey söyleyesi gelmiyor!..
Esas itibariyle görülen o ki hâkim devletler ve gelişmişler için, sosyo-kültürel emperyalizminin aracı olan zenginliklerini arttırmaktan başka şeylerle ilgilenmek en son noktada onlar açısından! Dünyayı ve insanlığı ilgilendiren yıkıcı gelişmeler, doğrudan onlara dokunmadığı sürece, pek de umurlarında değil! Çünkü mantık Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombası mantığı! Aklıma geliverdi. Bu atom bombası ile kaç Japon ölmüştü? Ama herhalde bunun adı soykırım değildi! Savaş hali mi dediniz? Osmanlı’daki tehcir başka bir şeydi galiba! Neyse! Fakat galiba şeytan dürtüyor beni. Şu Norveç’teki Breivik’in yaptıkları da “aklın alacağı şeyler değildi geçen sene ama zavallı akıl hastasıymış!” Konuyu, katillerle ilgili konuyu, daha fazla uzatmak mümkün ama içinde Batılılardan birileri olursa “kılıf uydurmak” kolay olduğundan ve soykırımı bizden gayriya giydirmek kolay olmayacağından bundan vazgeçerek yine atmosfer kirliliğine dönelim. Bu konuda da, bumerangın bir gün bu vurdumduymazlara döneceği beklemek gerekecek amma sonuçta bu süreçte yine en çok yara alanlar Afrikalılardan başlayarak gelişmekte olanlar olacak…
Geçen yılın en önemlilerine şöyle bir göz attığımda, daha önceki yıllarda ABD menşeli olarak baş gösteren ekonomik krizin AB’nin başına bela olması, sanırım en başta yer alması gerekenlerden biri. Birliğin sallanıyor görünmesinden de kuşkusuz en fazla lehine puan toplayanın Almanya olduğu ise aşikâr. Almanya iki sıcak savaşta elde edemediğini, sessizce, AB paravanı altında giderek güçlendirmeğe başlamış görünüyor. Yoksa başkalarının kahrını bu kadar çeker mi, dersiniz? Fransa ise, Almanya’nın gölgesinde büyüklüğe oynuyor. Bu ne kadar sürer veya Almanya buna ne kadar tahammül gösterir? Bunu zamana bırakmak sanırım en doğrucası. Fakat Almanya’nın hâkimiyet gücünü, hiç değilse Avrupa’da arttırmakta olduğunda şüphe yok. Bu gelişmelerin Almanlar tarafından Avrupa’nın sosyo-kültürel işgali anlamına geldiğinin farkına varan İngiltere’nin neden tepki içinde olduğu böylece daha kolay anlaşılır olacaktır. Yunanistan’ın üzerinde hiç durmağa bile gerek görmüyorum. 19ncu yüzyıldan beri yaşanan veya yaşatılanlarla var hale gelmiş olan Yunan şımarıklığının, bir gün, duvara çarpması kaçınılmazdı. Nitekim öyle olmuştur. Ders çıkarırlar mı? Sadece ummak istiyorum!
Arap Baharı adıyla sunulan gelişmelerinse hangi noktada karar kılacağı halen meşkûk. Şimdilik demokrasiye ve halkın kendisini yönetme hedefine sadece birkaç adım yaklaşılmış görünüyor. Ben bunu sadece bir ilk adım olarak değerlendiriyorum. Önlerindeki mesafenin kolay aşılacak gibi olduğunu söylemek zor. Ama hiç değilse önemli bir adımın atıldığı da muhakkak. Demokrasi açısından belli mesafelerin alındığı bu ülkelerde, eski idarelerin nemalarından istifade etmiş zümrelerden kurtulmak kolay olmayacaktır. Bunun en çok yankısı şimdilerde Mısır’da görülüyor. Yıllara sâri baskı rejimlerinden sonra, bir başkaldırı ve halk hareketiyle de olsa, kolayca belli bir demokratik seviye ulaşmak kolay değil. Bakınız Türkiye’mize! Hâlâ “liderokrasiden” söz ettiğimize göre, demokrasinin belli geçiş safhalarının öyle kolay olmayacağı kesin. Üstelik Suriye, Yemen gibi daha birinci adımda ilk adımlarını aşamamış olanlar da var. Bu yüzden genel olarak Arap Baharından söz etmektense, her ülkenin kendi İlkbaharına sahiplenmesi temennisi dile getirmemizin daha doğru olacaktır diye düşünüyorum.. Her şey rağmen 2011’in Arap dünyasında, demokrasiyle kucaklaşmak üzere önemli adımların atıldığı bir yıl olduğu muhakkak. Fakat daha o kadar çok adım ve de ülke var ki…
Biliyorum Türkiye’mizle ilgili bir olay zikretmedim. 12 Haziran Genel Seçimlerinin çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Çıkarılan patırtılara rağmen rakipsiz bir yarış gibiydi. Türkiye’nin 2011 yılındaki en önemli meselesi vatandaşlıkla-vesâyet anlayışı arasındaki gelgitte idi!.. Bağlı olarak da, adına ister Kürt meselesi ister Güney Doğu meselesi deyininiz, henüz çözülememiş olması da bir başka önemlimiz! Yaşanan tabii afetleri ve Van depremini unutmak mümkün değil ama galiba bu noktadan da bakıldığında asıl meselemizin, yıllardan beri olduğu gibi 2011’de de, vatanının değer hükümlerine ve insanına en fazla uzak duran, her kademedeki, aydınımız olduğunu söylersem umarım bana darılmazsınız… Her şeye rağmen 2012’nin ümide açılmış yeni bir yıl olacağı inancındayım...