Başkomutanlık Meydan Muharebesi askeri anlamda ‘’iki Ayyaş’’ diye hakaret edilen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa ve Müdafaa-İ Milliye Vekili Kazım Paşaların üstün askeri dehalarının bir eseridir.

Ancak; Meydan savaşları yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir; Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan savaşı milletlerin tüm varlıklarıyla, bütün maddî ve manevî güç ve her türlü araçlarla çarpıştığı bir sınav sahasıdır. Bu nedenle meydan savaşında yenilen taraf milletçe ve memleketçe, bütün maddî ve manevî varlığı ile yenilmiş sayılır.

Bu nedenledir ki; Gazi Mustafa Kemal Atatürk zaferin onurunun Türk Milletine ve Askerine ait olduğunu şu sözleri ile teslim eder;

‘Bu hareketi yapan bir ordunun babalarından ve analarından oluşan milletimiz, bütün dünyaya karşı en yüksek saygı durumunu ve değer düzeyini kazanmıştır. Milletimiz çekinmeksizin övünebilir. Bu, en kuvvetli şartlarla haklıdır ve ben, böyle bir milletin bir bireyi olmakla en büyük mutluluğu hissediyorum. Bu savaş meydanlarında, emsalsiz kahramanlıklar ve yiğitlik göstermiş olan subaylarımızın, erlerimizin ve komutanlarımızın her biri, ayrı ayrı bir menkıbe, bir destan oluşturan harekâtını saygıyla ve takdirle anıyorum. Ve bu yiğitlik meydanlarında Allah’ın rahmetine kavuşan şehitlerimizin aziz ruhlarına hep beraber Fatihalar sunalım.’

Şehamet meydanında ölenlerin analarına ve babalarına taziyeler değil, fakat tebrikatımızı ısal edelim’’ 

Anadolu’dan sürülüp, Asya içlerine sürülmek, yok edilmek istenen Türk milleti; 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan muharebesi zaferi ile milletin varlığını, vatanın namusunu kurtarılmış, özgürlük ve tam bağımsızlığın yolu olan ikinci evreye geçilebilmiştir.

İşte Başkomutanlık meydan muharebesini diğer Ağustos ayı zaferlerinden ayıran ve üstün kılan şey bir varoluş ve bağımsızlık savaşı olarak kazanılmasıdır.

Millet, ordusu ile bu zafer ile gurur duyar ve bir bayram olarak hiç kimseden izin almadan tevazu ile kutlar.

Ancak bugünde, dün olduğu gibi bu zaferden memnun olmayan, ’’Keşke kaybetseydik, Keşke Yunan Kazansaydı’’ diyebilecek alçak ve namertler hep olmuştur.

Zafer kazanılmış ve gelen telgraf ile Büyük Millet Meclis coşku içindedir.

Muhiddin Baha, bu sevinci en derinden paylaşanlardandır. Çünkü o, Osman Gazinin, Orhan Gazinin, Yıldırım Beyazıt’ın, 1.Murat’ın, Nilüfer hatunun ve onlarca ecdadın kabirleri ile Ulu caminin düşman çizmeleri ile kirletildiği Bursa’nın bir mebusudur.

O Bursa ki işgal edilmesinin öğrenilmesi ile Gazi mecliste gözyaşlarını tutamadığı için konuşamayan vekillerin bulunduğu, bu acı günün her an hatırlanması için meclis kürsüsüne siyah örtü örtülmüş,  Burdur Mebusu İsmail Suphi’nin değimi ile Milli Kâbe’miz olan Bursadır.

Muhiddin Baha bir ara mutluluk içindeki genel kurulundan ayrılarak ellerini yıkmaya gider. Mustafa Kemal’e muhalif mebuslardan birisi ile karşılaşır. Oldukça sinirli ve çatık kaşlıdır. Muhiddin Baha sorar: Yahu nedir bu halin? Öteki cevap verir: ‘Ne var sanki? Nasıl olsa İzmir’i bize vereceklerdi. Nesini Büyütüp duruyorsunuz? Yunandan kurtulduk. Bakalım Mustafa Kemalden nasıl kurtulacağız’ der.

Ne şaşırtıcı bir paradoks değil mi? Muhiddin Baha’nın şehri Bursa’nın bugünkü belediye başkanı bu eşsiz zaferi küçümseyenler arasında…

‘’Doğru böyledir dostlarım. Doğuda kin, kolayca hıyanete kadar götürür. O gün sapsarı kesilenler veya onların kinini güdenler, şimdi bile o günün hatırasını söndürmeye uğraşmakta değil midir? Doğu kini, vicdanları saran bir kanser. Kanserlerin en habis soyu!’’(F.R.ATAY)

Bu habis soy İngiliz mandasını savunan dincileri hatırlatan bir yaklaşımla bu zaferin mimarlarını faşistlikle suçlayacak kadar nankördür.

Mütareke basınının yandaş yazarı Ali Kemal’in nesep-i kalemleri, bugünde ağızların tükürükler saçarak pislik yaymaya, bu kutsal zaferi küçümsemeye ve hepimizin gurur duyduğu başka bir tarihsel zafer olan Malazgirt zaferini sanki birbirinin alternatifiymiş gibi sunmaya çalışmaktadırlar.

Ne büyük cahillik, ne büyük gaflet; Her ikisi de Şanlı Türk milletinin iki zaferi olan savaşlar üzerinden toplumu bölmek ve varlık sebebimiz olan başarıları ayrıştırmak!

Her türlü milliyetçiliği ayaklara altına alan ve Türküm demekten çekinenlerin, milli bayramların içini boşaltırken ve halktan kopuk bir şekilde durumu idare etmek nev’inden kutlamalara dönüştürürken, On yedi yıllık sürecin son yıllarında Malazgirt zaferine sahiplenilmesi size cidden samimi geliyor mu? 

Açıkçası bana gelmiyor. Tarihsel gerçeklik ile uzaktan yakından alakası olmayan, film setinden öte gitmeyecek sahne düzenlenmesinde yapılan şenlik ve kutlamaların yeni bir tarih okuma ile atalarımızın zaferlerini dolgu maddesi yapma girişiminden öte bir şey olarak görmüyorum. 

Aksi olsaydı yazlık saray yaptırmak yerine, Sultan Alparslan’ın kayıp olan ve aramaları durdurulan mezarının bulunmasına, Isfahandaki bakımsızlık ve pislikten harap olmuş Sultan Melih şah ve Nizamülmülkün mezarlarının temizliğine önem verilirdi. Konya Alâeddin tepesinde köpeklere yem edilen Selçuklu sultanlarının naaşlarına sahip çıkılır, Gevaş’da Halime Hatun türbesi yanına Yurt binası yapılmasına izin verilmezdi değil mi?

Konumuza dönersek Sevgili okurlar tarihe sahip çıktığını iddia edenlerin bir vekili; Yunan kaynaklarına dayanarak, ‘’Egede hiç Kurtuluş savaşı olmadı, şehitliklerin hepsi sahte, temsili’’ diyebiliyor ve halen başdanışman olarak sarayda oturabiliyor.

Ben o eski vekili Birinci ve İkinci İnönü’de şehit olan 1588 subay ve askerimizin, Sakarya’da verdiğimiz 3282 şehidin, Eskişehir-Kütahya muharebelerinde verilen 1522 şehidin, Büyük Taarruz ’da verilen 2542 şehidin diri olan manevi varlıklarına havale ediyorum. 

Milli kahraman Ali Çetinkaya’nın adı anıldığında ceylan derisi koltuğundan fırlayarak  ‘’katil’’ diye bağıran ama Yunan dostu İskilipli Atıf’ın adının Devlet Hastanesine verilmesine ses çıkartmayan hatta onaylayan vekilleri ise siz değerli okurların vicdanına sevk ediyorum.

Bu zaferin sadece düşmana karşı kazanıldığını zannedenlere Gazi Mustafa Kemal Paşanın şu sözlerini hatırlatmak isterim:

Saraylarının içinde Türk’ten başka unsurlara dayanarak, düşmanlarla birleşerek Anadolu’nun, Türklüğün karşısında yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından sürülmeleri, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir. Türk milletinin atalarının kutlu emâneti olan bu topraklarda tam anlamıyla efendi olarak yaşaması; ancak o lüzumsuz ve manasız olmaktan başka, varlıkları tam zarar ve felâket olan makamların yok edilmesiyle mümkün olabilirdi.’

Gazinin bu tespiti yapmasının üzerinden yüzyıl bile geçmedi değerli okurlar. Şimdi çıkmış densizin birisi ‘hanedana itibarı geri verilsin’ diyor, başka densizler ise 15 Temmuz Demokrasi günü etkinliklerinde Vahdettin posterleri açıyor. Bunlara göz yuman ve fırsat veren idarecileri’ de tarih silinmemek üzere kaydedecektir.

Ben her kendimi çaresiz ve üzgün hissettiğimde, Atanın Gençliğe hitabesini okurum. Onun öngörülerinin gerçekleşmesine ürpererek şaşar ve hayranlık duyarım. Görevimi tekrar hatırlar ve Muhtaç olduğum kudretin damarlarımda olduğunun bilinci ile çöktüğüm yerden kalkar ve aydınlanma mücadelesinin basit bir neferi olarak kaldığım yerden devam ederim.

97 yıl önce karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, kararsızlık yerine kararlılık ve iman ile giriştikleri savaşın sonucunda elde edilen zaferi meydana getiren bir milletin evladı olmaktan onurlu ve gururluyum.

Türk Milletinin 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun.

Kaynaklar:

Yeniçağ gazetesi

Nutuk.(Gazi Mustafa Kemal Atatürk)

Çankaya(Falih Rıfkı ATAY)

Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı

Osmanlı Arşiv Belgeleri ışığında İşgal Döneminde Bursa(Doç.Dr. Adnan Sofuoğlu)

TBMM tutanaklarında Bursa’nın İşgali (Cengiz Çetintaş)