Bu hafta ki yazıma temmuza dair sıcacık cümlelerle başlayacaktım. Temmuzun sıcak ama insanın içini kıpır kıpır eden esintisinden bahsedecek, ardından doğduğum ayın duygusal yansımasını anlatacaktım. Hafta sonunuza sıcacık bir tebessüm katacaktım belki de.

İnsan anılardan yapılmış bir kederdir diyecektim, büyüdükçe azalan ya da çoğalan.

Fakat;

Günlerdir çoğumuzun uykusunu kaçıran, küçük dilimizi yutmamıza sebep olan iki yavrunun çizdiği resimler gitmiyor gözlerimin önünden. İnsanın silahsız vurulduğuna şahit olduk hepimiz öyle ya!

Kalabalıklar bir ağız olup haykırdık boğazımız düğümlenirken. Gözlerimizin önünde afişe edilmiş iki sabinin canhıraş itirafları karşısında lime lime bölündük bin parçaya.

İki çocuk hayalleri yaşlanmış, kurşunu batırıp batırıp baldırana beyaz sayfaya incelikle çizdiler, yaşlarından büyük yüklerini derdest edip aman dilediler adeta!

Aklımın dört bir yanında çırpınan biçarelik herkes gibi benimde yüreğimde dinmeyen bir sızıya dönüştü. Bir suçlu gibi sıçradım uykularımdan zira başımı yastığa koymak cehennem oldu bana!

Eski bir resim olacak o iki çocuk unutulacak yani. Yarına yeni resimler eklenecek, yeni çığlıklar, yeni veryansınlar. Daha ne kadar acı olabilir ki derken katlanacak ve de zifire gark olacak başka yüzlerde, başka zihinlerde acının rengi. İnsan ne kadar vahşi olabilir ki demeden yine yenilenecek tarihin tekerrür sahnesinde vicdansızlığın o telaşlı replikleri.

Ve kalbimizi ısıran biçarelikle okkalı küfürler savurup kendi imtihanımızın yastığında uykuya dalacağız olan biteni unutup!

Bize Allah’ın emaneti çocuklarımızın vebalini sırtlanmayı unutup kendi egolarımızın, kendi çıkarlarımızın peşine düşeceğiz yeniden.

Sahi ne zaman unuttuk başkasının yarasıyla kanamayı!

Savaş alanlarında ki yıkıntılara benzeyen çocukların zihinleri  korkuyla iç içeyken nasıl tozpembe hayaller kurmalarını bekleyeceğiz.

Yokluk asıl yoksulluk bu değil de nedir söyler misiniz?

Bu vebali kim sırtlanır?

Gülfidanı ekip ardından yeşermeden baltalamak hangi aklın ucuz oyunudur?

Anne kucağına sığınması gereken bahar yüzlü evlatlara yapılan şeytani dürtünün, o iğrenç iç geçiren bulantısı hala genzimizi yakarken, iki çocuğun anne dediği fakat  ANNElikten bihaber insan müsveddesini nasıl tanımlayacak bu yüzyıl!

Günlerdir acının ekseninde yüreğim yangın yeri. 

 Kim silecek bu çocukların zihninden bu gerçekleri?

Ahir devir dedikleri bu mu sahi?

Ben anneyim insan kardeşlerim!

Ben etten kemikten ANNEYİM!!!

Anne olmak ölüme kafa tutmaktır, anne olmak yemeden yedirmek evladını, giymeden giydirmek, uyumadan uyuyamamak, gecesini gündüzünü gözü kapalı hibe etmektir doğurduğuna. Canını hiç düşünmeden feda etmektir. Bu yüzden cennet anaların ayağı altındadır demiş efendimiz.

Anne olmak İNSAN olmaktır. Ete kemiğe bürünmektir anne olmak yani.

Mihrabını yitiren, dünyamızı körelten bu akıl sır ermez cehalete karşı nasıl savaş veririz diye düşünüyorum çoğunuz gibi.

Çocukların güven içinde yaşayacağı bir dünyadan bahsetmeyi unutup, çocukların güven içinde olacağı anne kucağı sıcaklığını konuşur olduk. Yüzyılın utancı bu olsa gerek!

Geleceğimiz olan evlatlarımızı koruyamıyorsak yaşamın, yaşamanın anlamı nedir o zaman?

Ağıt gibi yüreğime oturan iki çocuğun sesi hala kulaklarımda.

Çocukların çığlıklarının yerini, dünyayı güzelleştiren o muhteşem gülücüklere dönüştürmeden haram uykular hepimize.

Zira,Bu vebal hepimizin!!!