“Gönlüne dolan ve kendisini irşat eden İlâhî Kelâm, 'Rabbimiz, Mâbudumuz, ibadet ettiğimiz Allah' mânasında kullandığı 'Tapduk' sıfatı ile perdeleyerek, gönülleri şahsına değil, Allah'a rabtetmiştir. Nitekim bir başka ilâhisinde:

     “Biz taliplerüz her dem ışk sabakın okıduk
Çalap müderris bize, ışk hod medresedir.”

diyerek bu hakikati daha açık bir dille ifade etmiştir. Yunus'un:

“Yunus eydür er kulıyam Tapduğumuz dost yüzüdür
İşbu söze inanmayan ide-bilsün itdüğini”

“Tapduğa secde kıl sen
Sana vuslat gerek ise”

gibi, Divan'ında on beş yerde geçen bütün Tapduk kelimeleri, Allah mânasında kullanılmıştır.” (a.g.e., s.16) Zaten Yunus'u hakikat âlemine ulaştıran da bu İlâhî sevgidir.

“Yunus Hakk'a bilişeli, can u gönül virişeli
Şol Tapdug'a irişeli, gözlerümi açar oldum”

şeklinde ifade ettiği gibi Yunus kalb gözünü açmış ve artık bambaşka bir iklim seyreder olmuştur.
     Bu, Yunus'un gönlündeki duygu ummanını taşırmaya yetmiştir.

“Taştın yine deli gönül
Sular gibi çağlar mısın?
Aktın yine kanlı yaşım
Yollarımı bağlar mısın?”

     Artık hiçbir bağ tanımadan yola düşmüş ve gidebildiği yere kadar kendisi gitmiş, erişemediği yerlere:
“Geh eserem yeller gibi
Geh tozaram yollar gibi
Geh akaram seller gibi
Gel gör beni ışk n'eyledi”

diyerek, insan üstü bir gayret harcamış, kalbine dolan hakikatleri, yani Allah aşkını, Peygamber sevgisini ve İslâm inancını, muhtaç gönüllere nakşetmeye başlamıştır. (a.g.e., s.17)
     Anadolu'nun hâli ile hallenip dili ile dillenen Yunus, bir yandan:

“Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni”

gibi ilâhîlerle mevcudatın dillerine tercüman olup, onların zikir halkalarına katılarak hislerini hassas gönüllere aktarırken, diğer yandan maddî-mânevî hiçbir değer tanımadan herşeyi yok eden Moğol zalimlerini yermiştir. (a.g.e., s.17)