Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın, Vakıf Gureba Hastahane’sinin devamı ve hizmetleri için gelir getirmek üzere vakfettiği, mülklerinden birisi de, İstanbul-Çatalca civarında bulunan, Terkos Gölüdür. Terkos Gölü, İstanbul Şehir Su Şebekesinin ilk su kaynağıdır. Eski İstanbullu’lar evlerine şehir su şebekesinden su verildiğinde, “Evimizde su tesisi var,” demezler, “Evimizde Terkos var, biz Terkos suyu içiyoruz,” derlerdi. Terkos Gölü’nün adı, Şeher su şebekesine, evlerdeki su tesislerine alem olmuştu. Halen, İstanbul’a su temin eden en önemli barajlarından birisi olan, Terkos Gölü’nün şimdilerdeki adı, “Durusu Gölü’dür.”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önemli kuruluşlarından, İSKİ, (İstanbul Su ve Kanal İdaresi), 1938 yılında kurulmuştur. Kuruluş kanunununda, İstanbul il sınırları içerisindeki yer üstü ve yer altı, tüm su kaynaklarının tasarrufu ve kullanma hakkı, İstanbul Su ve Kanal İdaresine verilmişti. Bu kanun çıkıp İSKİ faaliyete geçince, bu kanuna dayanarak, Bezmiâlem Vakıf Gureba Hastahanesi’nin irad vakfı olan Terkos-Durusu Gölüne el koymak istedi. Vakıflar Umum Müdürlüğü avukatları, meseleyi mahkemeye taşıdılar. İstanbul Mahkemeleri, 1936 yılında çıkarılan Vakıflar Kanununun alakalı maddesine dayanarak, “Vâkıfe ebed-müddet burasını amme hizmeti için vakfetmiş, husûsî bir statü oluşturmuştur. Bu statü üzerine başkaca hiç bir makam, şahıs ve otorite bir başka statü oluşturamaz,” gerekçesiyle Vakıflar Umum Müdürlüğü lehine, İSKİ aleyhine karar vermiştir. Dava, İSKİ tarafından temyiz edilmiş, Yüksek Mahkemeye intikal ettirilmiştir. Yüksek Mahkeme, İSKİ’nin temyiz talebini reddetmiş, Mahkemenin kararını tasdik etmiş, böylece bu karar Kazıyye-i Muhkeme haline gelmiştir. Bunun üzerine, İSKİ ile Vakıflar bir ara formül üzerinde anlaşmışlar. Buna göre, İSKİ, Terkos-Durusu gölünü, şehrin su kaynağı olarak kullanacak, bir bedel ödenmeyecek, buna mukabil, İSKİ de Bezmiâlem Valide Sultan’ın  vakıfları, Hastahane, camiler, mektepler ve İstanbul’un hemen hemen her semtindeki âbidevî çeşmelere, sebillere verdiği su için herhangi bir ücret talep etmeyecekti...
Bezmiâlem Vakıf Gureba Hastahane’si, İstanbul Çapa semtinde, günümüzde, Millet Caddesiyle Vatan Caddesi arasında, doğudan Oğuz Caddesiyle Batı’dan Topkapı Surlarına kadar uzanan çok geniş bir arazîye sahiptir. Burada işgaller vardır, hastahane’nin batısında bir lise, (şimdilerde yıktırılmıştır) bir Orduevi, (Aksaray  Orduevi, (boşaltılmış, inşâ Allah! yıktırılacaktır) Hastahane’nin, yukarıbahçe olarak bilinen, 103 dönümlük kısmı, Çapa semtinde bulunduğu için, halkımızın, Çapa Hastahanesi, ya da Çapa Tıp Fakültesi dediği, arazî içindeki 1910 tarihli, bunca depremden hiç zarar görmeyen muhteşem binalarıyla birlikte, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi’nin işgali altındadır. -Bu arazî üzerine Fakültenin yeni inşa ettirdiği binalar deprem’den büyük hasarlar almışlar, bazıları da yıktırılmıştır.-
İstanbul Üniversitesi, işgal ettiği yerle yetinmeyip vakıf arazîsinin tamamına konmak için, bazı kanunlara birer madde ekleterek veya Bakanlar Kurulu Kararları çıkartarak maksadına ulaşmak istediyse de, hepsi adil Türk Mahkemelerinden ve Yüksek Temyiz Mahkemesinden dönmüştür. Hastahane’nin doğusunda, tamamı Vatan Caddesine cepheli, yaklaşık 200 dönüm bir orman alanı vardır. Bu ormanlık alan ve vakıf arazîsi pek çok kurum ve kuruluşun iştahını kabartmıştır, İstanbul Valiliği il birimlerini burada toplamak üzere, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Belediye Sarayı inşa etmek üzere, Millî Eğitim Bakanlığı mektepler inşa etmek için, Askerler, Türkiye’nin en büyük Orduevini yapmak için, tasallut ettiler. Kimi ilgili kanunlara birer madde ekleterek, kimi müstakil Bakanlar Kurulu Kararı çıkartarak Vakıflar Umum Müdürlüğüne baskı kurdular. Mesele her defasında adil Türk Mahkemelerinden döndü. Yüksek Mahkemelerin de tasdîkine iktiran eden ve “Kaziyye-i Muhkeme” haline gelen 40’a yakın mahkeme kararı, Bezmiâlem Vakıf Gureba Hastahanesi veya Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi arşivlerinde muhafaza edilmektedir.
En son 1990’lı yılların sonlarında, Yaşar Okuyan’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olduğu koalisyon hükümeti zamanında, Vakıf Gureba Hastahanesi, devrin Vakıflar Umum Müdürlüğünü tedvirle vazifeli, Devlet Bakanlığı ile Sosyal Güvenlik Bakanlığı aralarında yaptıkları bir protokol ile 10 yıllığına Sosyal Sigortalar Umum Müdürlüğüne devredilmişti. Fiîlen de devralmışlardı. Yine mahkeme’ye gidildi, mahkeme kararıyla bu protokol de iptal edilmişti.
İmdi!?... Bunca Hukûkî hakîkatler müvacesinde, Ayasofya’yi Kebîr Camii’nin ibadete açılması için önünde hiç bir mania kalmamıştır. İslâm Hukûku, Cihanşümûl (Evrensel hukuk) pozitif Türk Hukuku ve bu güne kadar uygulama ve teâmüller göstermektedir ki, vâkı ve vâkıfe’ler tarafından daha önce tesis edilen her hangi bir statü üzerine, ne kanunla ne bir Bakanlar Kurulu Kararnâmesiyle, ne idârî yoldan ve ne de örf ve teâmüllerle bir başka tasarrufta bulunulamaz yen bir statü tesis edilemez.
Eğer, illâki, sahte imzalı, Resmî Gazete’de neşredilmediği için geçerliliği olmayan, ke’mlemyekün, bir kağıt parçası bahane edilecek ise, tek satırlık, “Şu tarihli, şu numaralı Bakanlar Kurulu Kararnâmesi me’riyyetten kaldırılmıştır.” diye çıkarılacak bir Cumhurbaşkanlığı Kararnâmesiyle olmayan, fakat var sayılan bu engel de kolayca aşılacaktır.
Bu gün, Ayasofya’nın ibadete açılması konusunda, Ayasofya’nın kapılarına Bizans’ın kara kilitleri vurulduğundan beridir, hiç bir zaman böylesine bir konsensus (görüş birliği ve mutabakat oluşmamıştı) Ayasofya’nın kapılarını mühürleyen mühürlü kalplerin zihniyetinin günümüz temsilcileri bile içten olmasa da içleri kan ağlayarak, “Elinizi tutan mı var! Ayasofya’nın açılması bir kararnâmeye bakar, çıkarın bir kararnâme açın Ayasofya’yı” demektedirler.
Aziz Milletimizin kahir ekseriyeti, artık Ayasofya’nın ibadete açılmasını istiyor, daha fazla, Fâtih’in, Allah’ın, meleklerin, Peygamber’lerin, kitapların, bütün insanların ve lanet eden bütün lanet edicilerin lanetlerine muhattap olmak istemiyor. Cumhur İttifakına dahil partiler samîmî olarak, muhalif partiler belki de siyâseten destek veriyorlar.
Böylesine fırsat ayağının ucuna kadar gelmişken, Muhterem Reisi Cumhur bu fırsatı tepmeyecek, Ayasofya’yı ebed-müddet cami kalmak kayd ve şartıyla ibadete açacak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Başbakan ve Reisi Cumhur olarak şimdiye kadar vücuduna sebep olduğu eserlerini ve Aziz Milletimize yaptığı hizmetleri taçlandıracaktır. Bu Aziz Millet kendisinden bunu bekliyor. Seleflerinin zamanla, Ayasofya’yı açmak için önlerinde hiç bir mania olmadığı halde ıskaladıkları için, nice bela ve musîbetlere düçar olduklarını en iyi bilenlerden ve takdir edenlerden birisi, Muhterem Reisi Cumhur’dur. Elbette bundan kafi derecede ders alacak ve asla ıskalamayacaktır...