“SENETÜ’L HÜZÜN” (HÜZÜN SENESİ, 1957)

Malumdur ki peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimizin zevceleri, cennet kadınlarının seyyidebi (efendisi) Hadîcetü’l-Kübra radiyallâhu anhâ validemiz, ebediyete intikal buyurduğunda, sevgili peygemberimiz çok mahzun olmuştu. Aynı sene içinde dedesi Abdülmuttalip’in emaneti üzerine iman etmediği halde ki Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz herkesten çok onun iman setmesi için hırslanmış, gayret sarfetmiş ve fakat bütün ısrarlara rağmen iman etmemişti. Buna rağmen yeğeni, kardeşi Abdullah’ın oğlu Allah’ın Resûlüne kol kanat germiş, himayesi altına almış, müşriklerin bütün şirretliklerine rağmen, her şartta onu korumuştu. Amcası Ebû Talip. İşte o da vefat etmişti.”Çok sevdiğin birisini çok sevdiğin halde sen hidayete getiremezsin. Dilediğini ancak hidayete getiren Allah’tır” meâlindeki âyet-i kerimenin nüzul sebebi budur.

Bu “Senetü’l Hüznü” takriben hicret-i nebeviyyeden bir buçuk sene kadar önceydi. Cenab-ı Hak, Habib-i Edibi, Muhammed Mustafa salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimizi tesellî etmek üzere huzuruna davet buyurdu. Mirac mucizesinin sebeplerinden birisi de bu tesellidir. Daha önceki peygamberler yalnızca ruhen mirac etmişlerken, Resûl-i Ekrem efendimiz ruh maalcesed huzurua kabul edilmiş, bu husus da sadece peygamberimize has bir mucizedir. Allah’ın en sevgili kulu, sevgililer sevgilisi bu gece zaman ve mekan ötesine seyahat etmiş, Süleyman Çelebî’nin deyimiyle ”Bî kemûkeyf ana gösterdi Cemal ”Cenab-ı Hak en sevgili kulu, sevgililer sevgilisine cemalini göstermiş, bilâ vasıta kendisine hitapta bulunmuştur. Bakara Sûresinin son iki âyet-i kerimesi 285,286. ayetleri bu gece melek vasıtası olmadan vahiy meleği Haz. Cebrail tevassut etmeden, bizzat Resûlullah Efendimize okunmuştur. Böylece hüzün yılında, Cenab-ı Peygamber huzura kabul, bilâvasıta hitap, beş vakit namaz hediyesi ki namaz Ümmet-i Muhammed’in müminlerin miracıdır. Ümmetine şefaat gibi hediyeler ile taltif edilmiş ve nihayetsiz bir şekilde teselli edilmiştir.

Sahibi zaman, mürşid-i kâmil ve mükemmil, medar mürşid ve müceddid Süleyman Hilmi Silistrevî (KS) efendi hazretleri talebesi ve müntesipleri için Milâdî 1957 senesi ”Senetü’l- Hüzn” olmuştu.

1957 yılının yaz başlarında, Bursa Ulu Cami “Mehdîlik Tertibinin bir cüzü olarak devrin dahiliye vekili Namık Gedik’in, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürüne verdiği özel talimatla Süleyman Efendi hazretlerinin Üsküdar, Kısıklı, Küçük Çamlıca’daki köşkü, damadı merhum Kemal Kacar bey ağabeyin İstanbul, Eminönü, Çarşıkapı’da bulunan yazıhanesi, esrarkeşlerin mekanları gibi kalabalık, polisler tarafından basılır, her ikisi de hırsızlara, canilere, katillere bile reva görülmeyen,  küstahça bir muamele ile nezarete alınırlar. Hiç gereği yokken, bir zamanlar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sirkeci’deki Sansaryan Hanı’nın bodrumunda bulunan, içerisinden İstanbul pis su kanalının açıktan akıtıldığı, lağım farelerinin cirit attığı ve kapısının girişinde, hâşâ! “Burada Allah yoktur, burada din, iman ve insaf yoktur” yazılı bir levhanın asıldığı mütefernrikada katiller, caniler, hırsızlar, ırz düşmanları ve dolandırıcılarla birlikte bir gece ve gündüz bekletirler. Oradan alıp en yakınlarına bile gösterilmeden, Haydarpaşa Garından, Kütahya’ya götürülürler. Kütahya Emniyet Müdürlüğünde daha önceden buraya celbedilen devrin Kütahya Altıntaş Müftüsü merhum Demirci Hoca, Mustafa Özdemir (Gazioğlu) aynı gün buraya celbedilen Kütahya eşrafından merhum Hacı Nuri Temizerler burada yüzleştirlirler ve nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğine sevk edilirler. Sulh Ceza Hakimi gıyâbî tevkîf kararı  bulunanların kararını vicâhîye çevrir, diğerlerinin de tevkîf kararını açıklar ve dördü de Kütahya Ceza  ve Tevkif Evine tıkılırlar. Her biri birbirinden uzak ve farklı koğuşlarda hırsızların, dolandırıcıların, katillerin arasına konulurlar.

Medrese-i Yûsufiyedeki çileleri, 59 gün devam eder. 60.gün Kütahya Ağır Ceza Mahkemesine çıkarılırlar. Tarih’in garip cilvesine bakınız ki davanın görüldüğü Ağır Ceza Mahkemesinin Reisesi bir kadın hakimedir. O devirde, hele hele bir Yüksek Yargı Makamında bir kadın hakime Türkiye genelinde ya bir  ya da bir kaç kişidir. Celse açılır, maznunlar hazır, müdafa avukatı merhum Abdurrahman Şeref Laç hazır, celse savcısı hazır, hakime hanım ve heyet dosyayı tetkik etmişler, dosyaya tam hakimler. Müdafîler avukatı merhum Abdurrahman Şeref Laç ”müvekkillerime isnad edilen suçlardan hiç birisi sübut bulmamıştır. Bu sebeple dosya münderecatına göre müvekkillerimin beraatini ve bi hakkın tahliyelerini talep ederim” dedi. C.savcısına mutalaası soruldu. Maznunların fiillerinin karşılığı olan TC Kanununun ilgili maddelerine göre cezalandırılmalarını talep ederim” dedi.

Ve Karar! ”Maznunlara isnad olunan suçun mahiyeti ve verilebilecek cezanın sınırı dikkate alınarak, maznunların suç delillerini yok edecek bir hallerinin olmaması da dikkate alınarak bi hakkın  “TAHLİYELERİNE” maznunlar müdâfînin beraat talebini bir sonraki duruşmada görüşülüp karara bağlanmasını ve dosyanın tekemmülü için bir sonraki duruşmanın...ertelenmesine karar verildi. Kütahya Ceza ve Tevkîf Evinden tahliye edildiklerinde hazret-i üstazımız hemen İstanbul’a avdet buyurmadılar. Kütahya’dan İzmir’e geçtiler. İzmir’de hazret-i üstazımızın ilk talebesinden Çırpanlı hoca, olarak maruf, Mustafa Çırpanlı İzmir Müftü Yardımcısıydı. Yine ilk talebesinden Refik Akçelioğlu, Manisa Müftüsü idi. En kadim müntesiplerinden Kiraz’lı Kemal Amca, Ödemiş’de ikamet eden ve iş gören merhum Kemal Bıçakcı, İzmir Basmahane’de mukim merhum Nusret İzmit gibi zevat, devrin İzmir Müftüsü, İzmir Vaizi Hacı Salih Tanrıbuyruğu, Raif Cilasun ve başka İzmir’deki ehl-i sünnet mensuplarıyla görüş alışverişinde bulundu.

Süleyman efendi hazretleri, İstanbul’a avdet buyurduklarında Kısıklı’daki ziyarethane ziyaretçi akınına uğramıştı. Başta devrin İlim Yayma Cemiyeti’nin İdare Heyeti olmak üzere, vakıflar, dernekler, hayatta olan dersiâmlar, İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhî  Bilmen, diğer ilçelerin müftüleri, vaizler, hayatta kalan müderrisler, talebesi ve müntesipleri “geçmiş olsun” ziyaretinde bulundular.

Ziyarete gelen heyet ve şahıslardan bazıları efendim, zulme maruz kaldınız, çok çileler çektiniz, üstelik diyabetten de fazlaca muzdaripsiniz. Bir müddet vaazlarınıza ve ders okutmaya ara verseniz, dinlenseniz, zulmün çilenin yaralarını sarsanız, dertleri unutsanız, bilahere hizmetlerinize devam etseniz çok iyi olur” tavsiyesinde bulundular.

Süleyman efendi hazretleri “Bu bizim başımıza gelenler basit bir yol kazasıdır. Eziyet, bela ve musîbetlerin en şiddetlileri peygamberlerin başına isabet eder. Sonra derecelerine göre, veliler ve Allah dostlarına isabet eder. Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz ”Hiç bir nebîye bana yapılanlar kadar eziyet yapılmamıştır” buyurmuştur. ”Bir kamyon veya otobüs yoluna devam ederken, lastiğinin patladığını düşünün, lastiğini tamir ettikten sonra yola revan olduğunda, kaybettiği zamanı telafi için daha hızlı gider, aracını daha hızlı sürer. Zalimler, bizim hizmetlerimizi bir müddet aksattılar, kaybettiğimiz zamanı telafi için şimdi dinlenmek şöyle dursun, gece gündüz tedrisata hız vereceğiz, daha çok camide Ümmet-i Muhammed’i hidayete davet edeceğiz” diye cevaplandırdı...