ÜSKÜDAR-KISIKLI-ÇAMLICA!..

1957 yılı, sahibi zaman, mürşid-i kâmil ve mükemmil, medar mürşid ve müceddid Süleyman Hilmi Silistrevî, el-maruf, bİ Tunahan’ı, (k.s.) efendi hazretleri, müntesipleri, talebesi için hüzün dolu sahnelerin yaşandığı bir yıl olmuştu.

27 Ekim 1957 Milletvekilliği Genel Seçimleri, 27 Mayıs 1960 öncesinin çok önemli bir vakası, ihtilalin başlangıç tarihi sayılabilir. Bu seçimlerde Demokrat Parti bir önceki 1954 seçimlerine nazaran önemli ölçüde rey kaybetmişti. Demokrat Parti yine 424 milletvekilliği kazanarak iktidarını korumuştu. Ancak, DP’yi endişelendiren ve korkutan 1954 seçimlerinde CHP’yi yerle bir etmiş, CHP bu seçimlerde ancak 32 milletvekili kazanabilmişti. Oysa 1957 seçimlerinde CHP milletvekili sayısını 178’e yükseltmiş, seçimlere katılan diğer partilerden, CMP 4, Demokrat Parti’nin lider kadrosundan, ispat hakkının tanınması iddiasıyla parti kuran Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu’nun liderliğini yaptığı Hürriyet Partisi de 4 milletvekilliği kazanmıştı. Bu durum Demokrat Parti kodamanlarını derin bir sükut-u hayale uğratmıştı. 1957 seçimlerinde Demokrat Parti’nin rey kaysetmesinin başlıca sebebi iktisat idi. Türkiye Sanayii tam olarak gelişmemişti, iğneden ipliğe her şey ithal ediliyordu. Döviz kıtlığı sebebiyle başta akaryakıt olmak üzere ekonomiyi çevirecek ara mallar ithal edilemiyordu. Kamyon, traktör lastiği, ziraî alet ve edevatta kullanılan parçalar yeteri kadar ithal edilemediği için ihtikar, rüşvet ve adam kayırma gırla idi. Bu durum halkımızın Demokrat Parti’ye olan itimadını çok ciddi bir şekilde sarsmıştı. Diğer taraftan Demokrat Parti iktidarının dine aykırılıkta, din düşmanlığında CHP’yi mumla aratacak kadar siyah kanadı, İttihad ve Terakkî komitacısı, mütegallibe ”seni sevmek ibadettir” diyecek kadar kemalist, mason, ezelden-ebede din düşmanı Celal Bayar dahiliye vekili, Namık Gedik gibiler, dindarlara din eğitimine ve Allah dostlarına karşı CHP zamanında uygulanan mezalimi uygulamaya devam ettiler. Aziz Milletimiz büyük bir ümit ile 14 Mayıs 1950 tarihinde bütün dünyanın hayranlıkla takip ettiği bir beyaz devrimle, CHP’yi iktidardan al aşağı etmiş, Demokrat Parti’yi iktidara taşımıştı. 1957 yılına gelindiğinde değişen hiç bir şey olmayınca derin bir hayal kırıklığı ile Demokrat Parti’den yüz çevirmişti.

Demokrat Parti’nin CHP’den farksız bu din düşmanlığı karşısında, Süleyman Efendi Hazretlerinin damadı, merhum Kemal Kacar Kütahya ve civarındaki gönül bağlılarını, müntesiplerini, yakınlarını, Cumhuriyetçi Millet Partisi çevresinde, Demokrat Parti’nin bu tezatlı cephesine karşı muhalefete sürdüğü için bilhassa Kütahya ve önemli ilçeleri Tavşanlı ve Emet’de rey kaybının sebebi saydıkları merhum Kemal Kacar’ı, dolayısıyla Süleyman Efendi hazretlerini hedefe koymuşlardı.

Niçin Kütahya? O tarihlerde kanûnî mevzuat müsait idi. Bir kişi iki ayrı ilden, iki ayrı ilin listesinden aday gösterilebiliyordu. Merhum Menderes bilindiği gibi, Aydınlıydı. Aydın listesinde birinci sıradan aday olduğu gibi, Kütahya listesinin liste başı olarak aday olmuştu. Her iki listeden de kazandığı için, hem Aydın, hem de Kütahya milletvekili idi. Menderes on yıllık başbakanlığı döneminde, Aydın’dan ziyade Kütahya’yı ziyaret etmişti.

Ahmed İhsan Gürsoy, Kütahya-Simavlı idi. Devrin Kütahya Milletvekili, aynı zamanda devrin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın damadı idi. Başbakan Adnan Menderes’in seçim bölgesi en az Aydın kadar değer verdiği, devrin Cumhurbaşkanı Bayar’ın damadı, Ahmed İhson Gürsoy’un memleketi ve milletvekili olduğu Kütahya’da, rey kaybı, Demokrat Parti’nin reylerinin önemli ölçüde Cumhuriyetçi Millet Parti’sine kaymış olmasını bir türlü hazmedemediler. Ama asıl nefret, siyah kanadın, İttihatcı, komitacı, M. Kemal’i ilah, Kemalizm’i din kabul eden Celal Bayar, damadı Ahmed İhsan Gürsoy, dahiliye vekili Namık Gedik gibilerin arada bir çamurlarını Adnan Menderes’in alnına kadar sıçratan din düşmanlığından gelmektedir.

Tıpkı, Menemen tertibine benzer bir tertip hazırlanıyor, bir oyun sahneye konuyor.

Tertibin adı, 1957’de Bursa’da Ulu Camide mahut, mehdilik komedyasıdır. Eskişehir’de bir müddet Devlet Demiryolları idaresinde bulunmuş sözde Nakşî, Tavşanlılı Akif Efendi isimli bir şahsın  Tavşanlı’daki sözde müridleri, sefihler Bursa Ulu Camii’nde, cuma namazından sonra, ellerinde kılıç, yeşil bayrak, malum mehdilik narasını basıyorlar ve gülünç nümayişe girişiyorlar. Maksad meseleyi, Emet’e, Tavşanlı’ya ordan da vilayet merkezi Kütahya’ya intikal ettirip, Süleyman Efendi Hazretlerinin ruhî, manevî ve siyâsî nüfuz mıntıkasını sindirmek ve eğer hâdise kanlı bir safhaya dönüştürülebilinirse başta Süleyman Efendi Hazretleri olmak üzere yakınlarını ve müntesiplerini dar ağacına kadar götürmektir.

Bereket ki hâdise kansız bastırılıyor, esasen hâdise diye bir şey yok, tam bir tertip vardı. Tertipçiler kuklalarını cinayetlere kadar sevk edemiyor ortada. “ vay şeriatçiler, vay (teokratik) idare özlemcileri! homurtularından başka bir ses duyulmuyor.

Bursa Tertibi, sözde Nakşî Akif Efendi müritlerinin merkezi olmak bakımından Tavşanlı ve dolayısıyle Kütahya’ya intikal ettiriliyor ve Nakşî  değil de Akifî (!)  diye adlandırılan bir şaşkın zümrenin, Süleyman Efendi Hazretlerinin sevk ve idaresinde bulunduğu hayaliyle, takibat birden bire, Süleyman Efendi Hazretlerine yöneliyor.

Devrin Kütahya’nın Altıntaş Müftüsü, Demirci Hoca lakaplı, Mustafa Özdemir (Gazioğlu) Süleyman Efendi Hazretlerinin talebesidir; tertibe o da dahil edilir. Kütahya Emniyetine celbedilir. Dahiliye Vekili, Namık Gedik’in talimatıyla günler, geceler boyu dayanılmaz işkencelere tabi tutuluyor. Kendisinden istenen “Bu kalkışmanın başında Süleyman Efendi hazretleri vardır, kendisi ahir zaman mehdisidir” tarzında ifade vermesidir. El ve ayak tırnakları kerpetenle sökülüyor, dayaktan şişen ayaklarının altı jiletle çizilerek tuz basılıyor. -Bu satırların yazarı, 1964 yılında Çatalca’da tekâmül okuturken misafir ettiği merhum Mustafa Özdemir (Gazioğlu) Demirci Hocamızın abdest alırken bile gizlediği kimselere göstermediği ayakların altındaki jilet izlerini özel rica üzerine görmüştür.

İşkence ve dayaktan kendinden geçtiği, şuurunu kaybettiği bir anda Emniyet görevlilerinin kendilerinin hazırladığı bir ifade zaptını imzalatmışlar ve bu ifadeye dayanarak İstanbul’da, Kısıklı-Çamlıca’daki efendi hazretlerinin köşküne ve Emirönü, Bahçekapıdaki Rasimpaşa Hanında bulunan Kemal Kacar  Bey’in yazıhanesine baskın yapılır. Süleyman Efendi hazretleri ve damadı Kemal Kacar önce İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne, oradan da mevcutlu ve muhafazalı olarak, Kütahya Emniyet Müdürlüğüne sevk edilirler.

Tertibin, Kütahya ayağını oluşturabilmek için hiçbir alaka ve münasebeti olmadığı halde, Kütahya Eşrafından, Süleyman Efendi Hazretlerinin kadim bağlısı ve müntesiplerinden merhum Hacı Nuri Temizerler de Kütahya Emniyet Müdürlüğü’ne celb edilir...