ÜSKÜDAR-KISIKLI-ÇAMLICA!..

1954 Yılının yaz aylarında, hazret-i üstazımızın rahle-i tedrisinde tekâmül kursuna katılanlardan daha  sonraki yıllarda bulundukları makamlar, verdikleri hizmetler bakımından öne çıkanlar, Lütfü Davran  aslında inşaatlarda çalışan bir duvar ustasıydı. Lütfü Usta gündüzleri inşaatta çalışırken, akşamları  hazret-i üstazımızın ders halkasına oturuyor, diğer talebe ile birlikte dersleri takip ediyordu. Diğerleri gibi o da tekâmülü  bitirmiş, arkadaşlarıyla birlikte müftülük, vaizlik imtihanlarına katılmıştı. Himmet-i Rical hususiyle hazret-i üstazımızın gayreti ve himmetleriyle müftülük, vaizlik imtihanını kazanır, kendi  memleketi İstanbul Çatalca’ya müftü olarak tayin edilir. Çatalca aslında Trakya Bölgemizin kapısıdır. Fetret Devrinde, Trakya İlleri Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’da camilerin ekserisi cuma günleri ve bayramlarda bile açılmaz. Kapıları kırılmış, camları kırılmış, minberlere, mihrablara ve kürsülere kuşlar yuva yapmış, camilerin ana mekanları kimi yerde ahır haline getirilmiş, kimi yerde sokak hayvanlarının barınakları haline gelmişti.

Yeni nesil din eğitimi şöyle dursun, asgarî, zarurat-ı diniyesini bile öğrenemeden yetişiyordu. Merhum Lütfü  Davran’nın müftü olarak tayin edildiği Çatalca bütün Trakya Bölgesinin kapısı gibiydi. Bu kapıdan  girildi, tedris ve tecdid hizmetleri bir taraftan Bulgaristan diğer taraftan Yunanistan Hududuna kadar   ulaştırıldı. Trakya İllerinin yeniden ehl-i sünnet akidesine kavuşturulması hususundaki destansı    mücadelenin hikayesini bir başka makalede anlatacağım...

Halid Başer tekâmül sonrası müftülük imtihanını kazananlar arasında bulunan merhum Halid Başer Hocamız kendi memleketi olan Tekirdağ Müftülüğü’ne tayin edilmişti. Kendisi Tekirdağ’a bağlı Saray İlçesindendir. Tekirdağ da diğer Trakya İlleri gibi dinî hizmetler bakımından çok çorak bir ilimizdi.  Trakya Bölgesinde Halid Başer ile, Çatalca Müftüsü merhum Lütfü Davran müthiş bir ikili oluşturmuşlardı. Tedris ve Tecdid hareketlerinin hızlandırılmısı ve neşri için el ele bütün Trakya’yı ziyaret etmişlerdi.

Halid Başer Hocamız kısa bir müddet Tekirdağ’da müftülük yaptıktan sonra tedris ve tecdid hizmetleri için kısa vadede bir imkan hasıl olmayınca, kendi iradesiyle Manisa Vaizliği’ne naklen tayin edildi. Burada Manisa Müftüsü merhum Refik Akçelioğlu, Manisa Vaizi merhum Hüseyin Bakır ve Abdullah Şahin müthiş bir dörtlü oluşturmuşlardı. Manisa ve civar il ve ilçelerin tamamında kasaba ve köylerine kadar tedris ve tecdid hizmeti veriliyordu. Daha sonra yine kendi talebiyle naklen Kocaeli Vaizliği’ne tayin edildi ve buradan emekli oldu...

HAFIZ AHMED GÜL’ÜN HAZİN HİKAYESİ:

Hazret-i üstazımızın isminin başına “hafız” sıfatını ilave buyurarak hitap ettiği ender talebesinden birisi de hafız Ahmed Gül idi. Hafız Ahmed Gül 1957 yılının yaz aylarında hazret-i üstazımızın bizzat tedrisi ile tekâmül kursuna İzmei’den iştirak etmişti. İzmir’de Simavlı Hoca olarak meşhur devrin İzmir Müftüsü, İzmir Vaizi merhum hacı Salih Tanrıbuyruğu gibi meşhur hocalardan tecvid, mahâric-i hurûf, tevcih, aşare-takrib gibi kıraet bilimleri yanında, metinler seviyesine kadar sarf, nahiv, mantık ve ilm-i vaz”î okumuştu. Bir ramazan ayında mukabele okumak, vaaz etmek üzere İzmir’in Ödemiş İlçesine gitmişti. Burada Kiraz’lı Kemal Amca olarak bilinen, aslen Kiraz’lı olduğu halde Ödemiş’te iş tutmuş ve burada ikamet eden, Kemal Bıçakçı ile tanışır. Kemal Bıçakçı, Ege Bölgesindeki hazret-i üstazımızın en kadim müntesiplerinden her hizmete revan, salabiyyeti diniyye sahibi bir zat idi. Ahmed Gül’e hazret-i  üstazımızdan bahseder. Yurdumuzun muhtelif yerlerinden tekâmül seviyesine gelmiş talebenin önümüzdeki yaz aylarında, İstanbul’da tekâmüle alınacağını ”iştirak etmek istersen maddî manevî her türlü yardımı yapar, bizzat seninle birlikte gelir, seni hazret-i üstazımıza teslim ederim.” Der ikna eder, beraberinde Ahmed Gül’ü İstanbul’da, Çamlıca’da hazreti üstazımıza teslim eder.

Merhum hafız Ahmed Gül zeki, düzgün hitabet kabiliyeti olan, sesi muhrik, güzel Kur’ânımızı çok güzel  okuyan birisiydi. Hazret-i üstazımız ders aralarında ve bilhassa, Çarşamba akşamları, hatm-i hacegâ-i  nakşiyye yaptırdığında ”Hafız Ahmed! Aşr-ı Şerif oku!” buyururlardı.

Hafız Ahmed Gül tekâmül tamamlandıktan sonra diğer arkadaşları gibi, Diyanet İşleri Reisliği’nin açtığı, müftülük, vaizlik imtihanlarına katıldı ve yüksek bir derece ile müftülük imtihanını kazandı. İzmir’e, Ödemiş’e merhum Kiraz’lı Kemal  Amca’nın yanına döndü. Burada herhangi bir il veya ilçeye müftü  olarak tayin edilmek üzere Diyanet İşleri Reisliğine müracaatta bulundu ve burada müracaatının  neticesini beklemeye başladı.

Takdir-i İlâhî rahatsızlandı. Maalesef rahatsızlığı bedenî bir rahatsızlık değildi. Memleketimize döndü.  Hafız Ahmed Gül bu satırların yazarının halazâdesiydi, ailemizin medar-ı iftiharı idi. Tedavisi için her çareye başvuruldu, gidilmedik hastane, sağlık  kurumu, müracaat edilmedik hekim bırakılmadı. Tıp   Biliminin 1950’li yıllarda geldiği aşamada ne yazık tedavî imkanı bulunamadı. Zaman zaman geçici  müddetlerle ifakat eder, hastalığından kurtulmuş gibi olurdu. Bu çok kısa müddet zarfında hitabetiyle  insanları mest eder, Kur’ân okumaya başladığı zaman muhrik sesiyle bütün insanların gönül tellerine  dokunur, hayat  durur, sanki uçan kuşlar bile ötmelerine son verirlerdi. Son zamanlarında aile  yakınlarına zarar vermeye başlamıştı.

Hazret-i üstazımız son yıllarında ders sırasında hatm-i hacegân-ı nakşiyyeye başlarken ”Ah! Hafız Ahmed Gül olsaydı da bize bir aşr-ı şerif okusaydı” buyururdu. Bu sırada orada hazır bulunan merhum  Hüseyin Özge Hocamız ”Efendim emir buyurursanız aynı köyden Konya, Seydişehir, Derebucak- Derebucak şimdilerde, Konya İline bağlı bir ilçe merkezidir.- sesi güzel, kıraeti düzgün, adı da Ahmed  olan bir başka Hafız Ahmed (Sarı Hafız) var davet edelim, buraya getirelim” demiş ama hazret-i  üstazımız iltifat buyurmamışlar.