“Her akşam camlarında yangın çıkar Üsküdar“  “Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...“  “Bir ses, bilmem tanbur gibi mi, ud gibi mi?“ “Cumbalı odalarda inletir, “Kâtibim”i !..

Üsküdar, İstanbul’un fethine şahitlik etmiş, İstanbul’dan iki yüz sene önceden İslâm ile şerefyab olmuş kutlu şehir...Körler ülkesi Kalkedon (şimdiki Kadıköy) ile sınırdaş, Üsküdar ile Kalkedon arasındaki sınır  noktası İstanbul’un Üsküdar’ın kadim kabristanlıklarından Karacaahmet. Günümüzdeki E5, (Ankara Asfaltı)

“Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;

Çamlıca’da yerdedir göklerin derinliği

Oynak sular yılının alt katına misafir;

Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir...

İstanbul’un en az İstanbul kadar meşhur tepesi Çamlıca...Birisi İstanbul Boğazına, Sarıyerden Eminönü’ne, Anadolu Yakasında Beykoz’dan Üsküdara kadar sahillere nazır, Büyük Çamlıca. Prens Adalarına, Marmara’ya, Marmara sahillerine nazır Küçük Çamlıca... İkiz Çamlıca Tepelerinin arasındaki  Kısıklı’dan Bağlarbaşına kadar uzanan ve içerisinde Millet Bahçesi, Altunîzâde’nin bulunduğu bir vadî.Bu vadînin yol ayrımındaki bir başka vadînin sonunda “Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne hacet! Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmed”

“Mezar, mezar zıtların kenetlendiği nokta:

Mezar,mezar varlığı geçit överen geçit yokta

Ebedi gençliğin taht kurduğu yer mezarlık

Ebedî gençlik ölüm desem kimse inanmaz;

Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz

Karacaahmed bana neler söylüyor neler!

Diyor ki viran olmaz tek bucak viraneler...

Bu satırların yazarı ve onun gibi düşünenler için, Büyük Çamlıca, Küçük Çamlıca ikisi arasında uzanan Üsküdar’a, Kadıköy’e ulaşan vadiler birer coğrafî  yükseltiler, enginlikler birer tepe ve vadiler olmanın çok ötesinde manalar ifade ediyor. Karacaahmed de yine bizim için İstanbul’un muhtelif ilçelerinde bulunan üç yüzden fazla mezarlık ve hazirelerden birisi değildir. Elbette bu tarihî İstanbul’un fethinden iki yüz yıl kadar önce Türkistan illerinden gelip burada vefat eden ve atıyla birlikte buraya defnedilen Karacaahmed Sultan ile birlikte nice veliler, garipler, Allah dostları defnedilmiştir. 17 Eylül 1959 tarihinde asrımızın mana aleminin sultanı, mürşid-i kâmil ve mükemmil, medar mürşid ve müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî (K.S.) efendi hazretleri buraya defnedilmiştir. Elbette İstanbul’daki, İstanbul’un fethi için devrin zor şartları altında Medine-i Münevvere’den buralara kadar gelip, İstanbul Surlarının dibinde şehid edilen sahabilerin medfun bulunduğu hazire ve kabristanlıklara, şehitliklere hürmetimiz sonsuzdur... 

Mürşid-i kâmil ve mükemmil, medar mürşid ve müceddid, 1942 yılına kadar Fatih, Beyceyic Mahalesinde aileye ait müstakil evde oturuyordu.Gece gündüz ders okuttuğu talebenin barınabileceği yerler yoktu. Talebenin barınabileceği nispeten tedrisata ara vermeden devam edebileceği bir yer olan, daha da ehemmiyetlisi, ilim ve irfan meclislerine yakın bir yer olan, Şehzâdebaşına, merhum damadı Kemal Kacar Beyağabey’in, merhum muhterem pederlerine ait Şehzâde Camii’nin karşısında bulunan üç katlı ahşap konağa taşındı. Buraya belediye sarayı inşa edilince istimlak edilerek belediye sarayı müştemilatına katılmış, uzun bir müddet nikah dairesi, nikah salonu olarak kullanıldıktan sonra İstanbul Büyükşehir Sağlık Merkezi olarak kullanılmaya devam ediliyor.

Hazret-i Üstazımız burada başta Şehzâde Cami olmak üzere civardaki küçük cami ve mescidlerde mesela Taştekneler Camiinde ve Vefa’daki diğer camilerde Fatih’de, Vefa’da Üçbaş Medresesi ve diğer barınma yerlerinde kalan talebeye gece gündüz ders okutuyordu. Zaman zaman Saffet Efendi gibi Fatih civarında ders okutan hocaların talebesi de efendi hazretlerinin ders halkasına katılanlar da vardı. Bilahere şöhrete ulaşmış, İstanbul vaizlerinden merhum Feyzullah Değerli, merhum Mustafa Yumak ve merhum İhsan Toksarı bunlardan bazılarıydı.

Anadolu’daki medreselerden tekâmül için İstanbul’a gelen talebenin sayısı artmıştı. Fatih’te Şehzâdebaşında barınmaları ve tedrisata devamları imkansız hale gelmişti. Üsküdar, Çamlıca,            Büyük Çamlıca, Küçük Çamlıca arasındaki vadinin başlangıcındaki Kısıklı’da, tarihî Abdullahağa Camii vardır. Hazret-i  üstazımız zaman zaman bu camide vaaz etmek üzere Kısıklı’ya gitmişti. O tarihlerde Kısıklı, asıl ikametgahları İstanbul’da olan kalbur üstü zenginlerin yazlık köşklerinin bulunduğu Üsküdara’a bağlı yaklaşık kırk hanelik daha doğru bir ifade ile kırk kadar köşkün bulunduğu bir mahalle  idi. Büyük Çamlıca, Küçük Çamlıca turistik bir yer, aynı zamanda İstanbullular için birer mesire yeri olması hasabiyle Kadıköy’den hareket 1 numaralı Üsküdar’dan hareket eden 2 numaralı tramvayların  son duraklarıydı. Kısıklı–Kadıköy, Kısıklı-Üsküdar arasında meskün saha yoktu. Bağlarbaşında ve Altunîzâde’de sayılı konaklar vardı. Kısıklı ötesinde ise yüz, yüz elli hanelik Bulgurlu ve Ümraniye köylerinden başka da meskûn saha bulunmuyordu. Kısıklı’da, Küçük Çamlıca’nın başlangıcında küçük bir tepe üzerinde Haz. üstazımızın bağlılarından “Konyalı” olarak meşhur, Konyalı Lezzet Lokantasının sahibi Mustafa Doğanbey’in bir köşkü vardı. Bir yaz günü ramazan ayında Konyalı kendisine bu köşkte iftara davet etmişti. Efendi hazretleri köşkü çok beğenmiş “Mustabey! sizin bu köşk tedrisat için çok müsait bir yer” demişti. Bu arayışlar içerisinde Konyalı Mustafa Doğanbey’in delaletiyle, Konyalı’ nın köşkünün bitişiğinde Kısıklı Meydanına uzunca bir cephesi bulunan, en üst noktası, Boğaziçi’ni, Marmara’yı ve tarihî yarım adayı gören küçük bir tepe ve tatlı bir meyil ile aşağıya doğru uzanan geniş bir arsa merhum Kemal Kacar Bey ağabeyin büyük mikyasta katkılarıyla satın alındı. Arsanın yüksek kısmına hazretimizin ikameti için mütevazi bir ev, meydana cepheli bölümüne zemin artı iki katlı bir apartman inşa ettirilmiştir. Zemin katta Kısıklı Caddesine cepheli dükkanlar kiraya verilecek iradı ile talebenin iaşe ve ibatesini temin edilecekti.

Köşk ile apartman arasında tek katlı iki oda küçük bir mutfak ve tuvaletten müteşekkil bir ziyarethane,  misafirhane de inşa ettirilmişti. Efendi hazretleri ziyaretçilerini burada kabul eder, İstanbul dışından gelen misafirlerini de burada ağırlardı.

Böylece Hazret-i Üstazımız İstanbul’un Rumeli Yakasından Anadolu Yakasına hicret etmiş oldu. Yıl 1950. “Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim arzım geniştir. O halde (nerede emniyette ve hizmet imkanı bulursanız  orada) yalnız bana kulluk edin.“ (Ankebût299/56) Hazretimizin bu hicreti vâsî   rahmete vesile oldu, tedris imkanları kolaylaştı, rahatladı. Merhum Konyalı Mustafa Doğanbey Çamlıca’daki köşkünü bila bedel burada kalacak talebenin bütün iaşe ve ibate bedellerini, köşkün bütün giderlerini de karşılamak şartıyla tedris hizmetlerine tahsis etti. Küçük Çamlıca, Çilehanedeki  Tayyar Bey’in köşkü ile yanında bulunan köşkler kiralandı. Kısıklı’ya yaklaşık 6 km. mesafede bulunan bir bağ evi ki bu bağ evi burada kalan talebenin verdiği isimle “Kırklar” günümüzde E-5 ve Tem Çamlıca bağlantı yolu üzerinde bir bağ evi. Yıllar sonra Bulgurlu, Libadiye Caddesi üzerinde merhum Hasan Gümüşsoy, merhume Sevim Gümüşsoy çiftinin vakfettiği 20 dönümlük arazi üzerine bir benzin istasyonu, ticârethaneler, Kız Kur’ân Kursu  ve 1000 kişilik kız yurdu inşa edildi. Buraya da “Kırklar” unvanı verilmişti. Yeni gelişen semte burada bulunan çeşmelere, İETT Otobüs durağına da Kırklar denildi.