YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’LAR!... (2/10)

Abone Ol
“- Şimdi Asım, edebiyatı bırak, bir tarafa; 
Daha ciddî işimiz var, geçelim başka lafa, 
Gâliba söylediğim yoktu? Evet, hiç yoktu; 
Mısır’ın en muhteşem Üstadı Muhammed Abduh 
Konuşurken neye dâirse Cemaleddin’le; 
Der ki tilmizine Afganlı 
- Muhammed dinle! 
İnkılap istiyorum, başka değil, hem çabucak, 
Önce bizler düşüp İslâm’ı da kaldırmazsak, 
Nazariyyat ile bir şeyler olur zannetme!.. 
O berâhîni de artık yetişir, dinletme! 
Çünkü muhtâc-ı tezâhür değil isti’dadın... 
- Şüphe yok, hakk-ı semûhileri var Üstadın... 
Gidelim bir yere, hattâ şu bizim Sûdan’a.”
Merhûm Mehmed Âkif Bey’in “En Muhteşem” dediği, büyük bir hayranlıkla bahsettiği, hasret’le yâd ettiği Üstad’larını biraz tanıyalım; 
CEMÂLEDDİN EFGÂNÎ: 
Kaynaklara göre, Cemâleddin-i Efgânî, Şâban 1254’de (Kasım 1838)’de doğmuştur. Nerede doğduğu hususu ise hem milliyeti hem de mezhebiyle alakalı bulunduğundan hep tartışılmıştır. Efgânî’nin Hemedan yakınlarındaki Esedâbad’da dünyaya geldiğini, dolayısiyle de İran’lı (Acem Milletinden) ve Şiî olduğunu ileri sürenler vardır. İran’a verdiği ehemmiyet, Farsça’yı hatasız kullanması ve babasının adının Safter olması bu iddiayı doğrular mahiyettedir. Buna mukâbil, Afganistanlı olduğunu, Kâbil yakınlarında bulunan Kunar Kasabasının Esedâbâd Köyünde doğduğunu iddia edenlerin de ileri sürdükleri delilleri vardır. Afganlı olduğunu iddia edenler onun İranlı ve Şiî olmadığını, Sünnî olduğunu ispat etme gayretindeki talebesi ve yakın mesâî arkadaşlarıdır. Muhammed Abduh, Emîr Şekip Arslan, Abdülkadir el-Mağribî, Muhammed el-Mahzûmî, Reşid Rıza, M.Ferid Vecdi gibi zevât... 
Efgânî’nin, Afganistanlı ve Sünnî olduğunu iddia edenler, onun, 18 yaşına kadar Kâbil’de kaldığını; ilk tahsilini âlim bir kişi olan babası Safter’den aldığını, ülke’nin meşhur ulemasından dil, tarih, din, felsefe, matematik, tıp ve siyâset sahasında dersler aldı tahsilini geliştirmek üzere Hindistan’a gitti derler. 
İran’lı ve Şiî olduğunu iddia edenler ise, ilk tahsilinden sonra babası onu Kazvin ve Tahran üzerinden Necef’e götürmüş, burada meşhur Şiî müçtehidi, Şeyh Murtaza el-Ensârî’den ders almıştır. Irak’ta dört yıl kaldıktan sonra Hindistan’a geçmiştir. Burada iki yıla yakın bir müddet kalan Efgânî burada Avrupa bilim ve edebiyyatı ile tanışmış, öteden beridir, zihninde taşıdığı reform düşüncesi Hindistan’da biraz daha netleşmiş ve güç kazanmıştır. 
Efgânî, 1870 yılının başlarında muhtemelen, Sultan Abdülazîz’in bir da’vetine icabet ederek İstanbul’a gelir. İstanbul’a ulaşmadan önce şöhret-i Kâzibesi İstanbul’a ulaştığı için, büyük i’tibar gördü. Alimler, muharrirler ve genç’ler sohbetlerine katıldılar. Sadrâzam Âlî Paşa bulunduğu yerde kendisini ziyâret etti. Ayrıca, Fuad Paşa, Safter Paşa, Münif Efendi ve Hoca Tahsin ile yakın münasebetler kurdu. Hoca Tahsin Efendi’nin talebi üzerine o yılın Ramazan ayında başlatılan umuma açık, konferanslardan birisinde Efgânî’nin, felsefe ve Nübüvveti (hâşâ! Peygamber’liği, Risâleti) eşit birer üstün sanat olarak sayması Afgânî’nin, ulema ve halk arasındaki şüpheleri artırmış, Şeyhulislâm pek haklı olarak Efgânî’yi tekfir etmiş (kâfir olduğuna hükmetmiş), ders vekili, Halil Fevzi Efendi de Şeyhulislâm’ı te’yid maksadıyla es-Süyufü’l-Kavâtı adlı bir risâle kaleme almıştı. 
Başta Şeyhulislâm Efendi, vâizler ve hatipler kürsî’lerden ve minberlerden, Peygamber’liğin san’atlardan herhangi bir san’at olmadığını insanlara Allah’ın bir ni’meti, lütfu olduğunu anlattılar ve Efgânî’nin iddialarını şiddetle reddettiler ve bu kabil fitnelere karşı bütün Müslümanları ikaz ettiler. Halkın, Efgânî’ye ve ona değer verenlere karşı galeyana gelmesi üzerine, Sadra’zam, Âlî Paşa, fitneyi yatıştırmak için konferanslara son verdi ve Efgânî’yi ülke’den çıkarma kararı verdi. Efgânî Mart 1871’de tekrar Mısır’a Kâhire’ye döndü. Mısır’da ve gezdiği başka yerlerde mason loca’larının faaliyetleri ve güçleri hakkında geniş bilgi sahibi olduktan sonra, İskoç mason locasına girdi. Bu loca’nın siyâsete karışmaması-karışmak istememesi üzerine ortaya çıkan sürtüşme neticesinde bu loca’dan ihraç edildi. -Bu görüş Efgânî’yi temize çıkarma gayretinde olanların görüşüdür.- Efgânî’nin İskoç locasına bağlı olarak çalışan İskenderiyye Locasından çıkarılmasının asıl sebebi şudur; O devirde ba’zı masonlar, mason locaları, noksan sıfatlar’dan münezzeh, Kemâl sıfatlarla muttasıf, hiçbir şeye benzemeyen, hiçbir şeyin de kendisine benzemediği, Zât-ı Ecell-i Akdes değil ama kendi vehimlerinde “Üstün bir güce-Kâinatın mi’marına” inanmaktadırlar. Buna mukâbil diğer ba’zı masonlar ve mason locaları ise, tam ateist, hiçbir şeye inanmamaktadırlar. Efgânî de hiçbir şeye inanmayanlardan olduğundan, üstün bir güce inanan İskenderiyye locasından ihraç edilmiştir. Daha sonra Paris’e gidip tam münkir, ateist’lerin localarına kaydını yaptırmıştır. 
Efgânî’nin mason olduğunu onu temize çıkarmak için değişik yollara tevessül edenler bile inkâr etmediklerine göre onun diğer hareket ve görüşlerini merâk etmenin hiçbir ma’nası yoktur. İngiliz’lerin, ümmetin birliğini fesada uğratmak ve bu birliğin öncüsü Devlet-i Aliyye’imizi yıkmak için her türlü hile ve desise’ye başvurdukları bir dönem’de, Mısır Kahire’yi merkez ittihaz ederek, A.B.D., İngiltere, Fransa, Hindistan, İran, Afganistan ve Osmanlı Devlet-i Aliyyesi arasında mekik dokuması asla dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. 
Muhammed Abduh: 
(Muhammed Abdullah bin Hasan Hayrillah el-Türkmânî el-Mısrî 1849-1905) 1849’da Mısır’ın Buhayre’ye (Bahîre) bağlı Mahalletünnasr Köyü’nde doğdu. Tanta civarında yerleşmiş Türkmen göçmenlerinden olan ailesi Mehmed Ali Paşa’nın baskıları yüzünden, Nil Nehri civarına taşınmıştı. Babasının ısrarlı teşvîkîyle okuma-yazmayı öğrenen hıfzını tamamlayan Muhammed Abduh 1862’de tahsil için Tanta’ya gönderildi. Burada medrese öğrenimine başladıysa da, medrese eğitimini, “basmakalıp ders usulü” diyerek beğenmeyip tekrar köyüne döndü. Tahsil’den vazgeçtiğini söyleyerek, 1865’de evlendi. Fakat babası, ısrarla tahsiline devam etmesini istediği için, önce Tanta’da, sonra da Kahire’de, Ezher Medresesinde tahsiline devam etti. Medrese’lerin ta’til edildiği yaz aylarında memleketinde Şeyh Derviş’ten ders alıyordu. 
Şeyh Derviş’in teşvikiyle Ezher’de okutulmayan mantık ve matematik gibi dersleri okuyabileceği hoca’lar aradıysa da bulamayınca kitapları te’min edip kendi kendisine okumaya çalıştı. Abduh, arayışlar içerisinde bulunduğu sırada Mısır’a gelen Cemâleddin Efgânî ile tanışır. 1871’den i’tibâren Efgânî’den riyaziye, felsefe ve kelâm dersleri aldı. Aradığı her şeyi kendisinde bulduğunu söyleyerek Efgânî’nin yönlendirmesiyle, sosyal ve siyâsî konularla da ilgilenmeye başladı. Henüz Ezher’de öğrenci bulunuyorken bile verdiği ders’lerde Mu’tezile Mezhebini Eş’arî Mezhebine tercih ettiği için zamanın Ezher’i bile, kendisini me’zun etmek istemedi. Cemaleddin Efgânî ve diğer ba’zı Ellâ Mezhebiyye mensuplarının araya girmesiyle 1877’de ancak orta derece ile me’zun olabildi. 
Muhammed Abduh, ertesi yıl Ezher’e hoca oldu. Ayrıca, Kahire Dâruulûm’unda tarih, Dârü’l-elsün’il Hidviyye’de Arap dili ve edebiyyatı ders’leri verdi. 
Düşüncelerine gelince: 
Kendi otobiyografisinde ve yakın arkadaş’larının anlatmalarına göre, dinler arası diyalog çalışmaları yaptığı, düşüncenin taklid zincirinden kurtarılması gerektiği, dinin henüz ihtilâfların zuhur etmediği dönemdeki selefi metod’larla ve ilk kaynaklardan anlaşılması gerektiği (Yâni, ElLâ Mezhebiyye, mezhepsizlik mezhebi), bu arada, dînî mes’eleleri, nas’lardan çok, akıl ve ilim çerçevesinde ele almak, 
Abduh, Kur’ân ve bilim arasında uzlaştırma çabalarına büyük önem verir ve ba’zı âyetleri kendi zamanında ilim anlayışına göre tefsir etmeye çalışır. Nitekim, Tefsirü’l-Menâr’da Abduh’a atfen tabiat üstü varlıkların ve mu’cize’lerin izahıyla alakalı olarak çok fark’lı ve küfr-ü Mûcip te’villere yer verilmiştir. Bunlar arasında cin’lerin, mikropların bir cinsi olabileceği, Ebrehe ordusunu husûsî taşlarla helâk eden ebâbil kuşlarının bulaşıcı hastalık taşıyan sinekler olduğu şeklinde anlaşılması gerektiği, insanların sadece Hz.Adem’den değil, ırklarına göre muhtelif insan orjinlerinden geldiklerinin düşünülebileceği, Hz.Meryem’in Hz.İsa’ya babasız hâmile kalmasının çocuk sahibi olacağına dâir habere, kuvvetli imanının oluşturduğu psikolojiyle izah edilebileceği gibi hemen hemen, hepsi de küfrü mültezim yorumlar ve ifadeler!
İşte, Merhûm Mehmed Âkif Bey’in “Muhteşem Üstad,” diye tavsif ettiği Muhammed Abduh budur, Muhammed Abduh’un görüşleri bunlardır.