YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MÜTALA’LAR!... (13)

Abone Ol
Cum’a hutbe’lerinin Cum’a namazının mütemmim bir cüz’ü olduğunu, hattâ ba’zı fakih’lerin Cum’a hutbesini de iki rekat kabul ederek, Cum’a namazının farzının dört rekat olduğunu da kabul ediyorsunuz. Cum’a hutbesi de namaz kabul edildiğine göre, diğer namazların akabinde nasıl ki, imam ve cemaat topluca du’a ettiklerine göre, Cum’a hutbesi sonrası hatib’in du’a etmesinde ne mazhur olabilir diyorsunuz? İlâveten Harameyn’de uygulama bir istikâmettedir,” diyorsunuz. 
- Cum’a hutbesi, Cum’a namazından önce okunduğuna göre demek ki, daha namaz tamamlanmamıştır. Öyleyse, diğer namazların sonunda imam ve cemaatin topluca yaptıkları du’a’lara benzemiyor. Kaldı ki, ben yazılarımda hiçbir zaman hutbe okunurken hatip du’a edemez demedim. Söylediğim şudur: Cum’a Hutbesi farz olduğu gibi dinlenmesi de farzdır. Fıkıh ölçülerinde meşrû bir mazereti bulunmayanların, kaide-i ulâ, kaîde-i sâniye’de, tahiyye’de oturur gibi oturacak, etrafına bakmayacak, dünya kelâmı konuşmayacak, namazı ifsad eden “Amel-i Kesîr” dediğimiz hareketlerden kaçınacaktır. 
Nas varid’dir ki, Sevgili Peygamber’imiz Hadis-i Şerif’lerinde: 
“İmam minbere çıktığı andan i’tibâren, artık dünya kelamı da konuşulmaz, namaz da kılınmaz,” buyurmuştur. Bir başka hadis-i Şerif’lerinde ise: “Cum’a günü hutbe dinlerken yanında bulunan birisine ‘Sus!’ diyen birisi Cum’a’nın ecrinden mahrum kalır,” buyurmuştur. 
Dolayısiyle, hutbe’nin formatı gereği, hatip hutbe esnasında, Sevgili Peygamber’imizin ismi has’ı (Muhammed) ismi şerifini zikrettiğinde cemaatten insiyâkî olarak Salavat-ı Şerife getirenler veya hutbe’sinde cemaatin insiyâkî olarak “Âmiiiin,” demesini gerektirecek du’a’sından sonra cemaat arasından “Âmiii’in,” diyenler, dünya kelâmı konuştukları addedilerek, o Cum’a’nın ecrinden mahrum kalırlar. 
Hatipler hutbe esnasında elbette, du’a ve ezkâr kitaplarında kabûle vâbeste, müessir olduğu rivâyet olunan du’â’ları okurlar. Fakat, du’a’larını gizlice ve cemaatin “Âmiiiin” demesini gerektirmeyecek bir şekilde okurlar. 
Hattâ, bu memlekette, yıllarca Hatip’lerimiz, “Allahümmensur Hükûmetenâ, Hükûmetü’l-Cumhûriyye,” (Rabbim! Bizim Hükûmetimiz olan Cumhuriyet Hükûmeti’ne sen yardım et!) diye du’a ettiler. 
28 Şubat döneminde ihdas edilen bid’at du’a ise, aslında, hatiplerimizin yıllarca okudukları, “Allahümme’nsur’il İslâm’a ve’l-Müslimîn,” diye başlayan, İbrahîm Suresi’nin 41. âyet-i Kerimesinde geçen, Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm’ın du’a’sı olarak Rabbimizin bize vahiy yoluyla kıssa ettiği du’a’nın Türkçesidir. 
Bizim i’tirazımız, doğrudan hatib’in şu veya bu du’ayı okumasına değil cemaate dünya kelamı söylemelerine ve Cum’a’nın ecrinden mahrum olmalarına vesile olacak bir şekilde ve formatta du’a etmelerinedir. Allah Li’llâh Aşkına! Beş vakit namazlarını eda eden Müslüman’ların farz ve sünnet namazlarının kaide-i âhire’lerinde, en az, onyedi kerre okudukları yukarıda zikrettiğim, Ceddül-Enbiya, Haz. İbrahim’in bu du’a’sını kim anlamıyor ki, Türkçeleştirdiniz?!.. 
Harameyn-i Şerif’lerdeki bütün uygulamaların Asr-ı Saâdet’teki ve Hulefâ-i Râşidîn dönemindeki uygulamalara uygun olduğunu kim iddia edebilir? 
Asr-ı Saâdet’te veya Hulefâ-i Râşidîn dönemlerinde, teheccüd namazları hiçbir zaman cemaatle kılınmadı. 
Teheccüd namazı münhasıran kendisine farz kılınan, Nebiyy-i Zîşan Efendimiz, teheccüd namazı için kalktığında hücre-i Saâdet’lerinde bulunan zevcesini bile rahatsız etmez, ondan habersiz gizlice kalkar teheccüd namazını eda ederdi. 
Davul-zurna ile ilân edilerek, cümbür cemaat, Cem-ü Gafîr halinde nâfile namazlarını eda etmek bütün fakih’lerin ittifakıyla, tahrîmen mekruhtur. İmam-ı Rabbânî Hazretleri (K.S.), “Bütün fakih’lerin ittifak ettikleri tahrimen mekru olan bir şeyden ecir beklemek, haram olan bir şeyi helâl addetmek gibidir.” buyurur. Haram olan bir şeyi helâl, helâl olan bir şeyi de haram addetmek, hâşâ küfrü mûciptir. 
HUTBE’LERDE HULEFÂ-İ RÂŞİDİN’İN İSİMLERİNİN ZİKRİ VE DU’A MES’ELESİNE GELİNCE: 
- Hutbe, Cum’a namazının şart’larındandır. Hutbe’nin şart’ları da Tahmîd ve Tasliye’dir; Tahmîd, “Allah’a hamdetmek”, demek olup hutbe’ye “Elhamdülillah” diye başlanır.  
Tasliye, Resulüllah Efendimiz Hazretlerine Salavât-ı Şerife getirmek demek olup, Allah’ın Resûlüne salat ederek devam olunur. 
İmam-ı Şâfi’i Hazretleri’nin içtihadına göre, hutbe iki bölüm halinde okunur. Birinci bölümde, Allah hamd olunur, Resûlüne salat edilir ve bu bölümde mü’minlere “Takva” tavsiye edilir. Hatip, tahmid ve tasliyeden sonra, “Bundan sonra, (hamd ve salat’dan) “Ey Allah’ın kulları! Size ve sürekli isyan halindeki nefsime takva’yı tavsiye ederim,” dedikten sonra, kısa bir süre, Müslüman’lara günün ma’na ve ehemmiyetine uygun nasîhat ettikten sonra oturur, oturmadan önce “Allah nezdinde hak din İslâm’dır”, (Âl-i İmran 3/19) meâlindeki âyet-i Kerime’yi okur. 
İkinci hutbe’ye de, yine hamd ile başlar, Salavât ile devam eder. 
Salat’dan sonra mü’minler için du’a edilir. 
Kâfirler için yalnızca “Allah’ım bunlara hidâyet nasip eyle!” diye du’a edilirken, mü’minler için, Allah’ın mağfireti, rahmeti ve rızası için du’a edilir. 
Asi olsun, mutî olsun, bütün mü’minler du’a’ya layıktırlar. Cennetle dünya’da iken Peygamber tarafından müjdelen Hulefâ-i Râşidîn Efendilerimiz elbette evveliyetle lâyıktırlar. 
Azîz Milleti’miz, Yüce İslâm Dini ile müşerref olduğu andan i’tibâren, Cum’a hutbe’lerinde, Allah’ın Resûlüne Salat-ı Selâm’dan sonra, Âl-i Ezvac-ı Tâhirat, Ashab-ı Güzîn, Muhâcirîn, Ensârîn, husûsen, sırasıyla Hulefâ-i Râşidîn Efendilerimiz, Hazreti Ebu Bekr, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali Kerreme’llâhu Vechehû, isimleri zikredilerek kendileri için du’a edilir ve “hepsinden Allah razı olsun!” denilerek Salât kısmına son verilirdi. 
Bu güzel sünnet-hasene, tâ ki, 28 Şubat meş’ûm vaka’sına kadar devam ettirilmiştir. 
28 Şubat dönemi hükûmetlerine bir nev’i, esir olmuş, “Siz ne istediniz de ben yapmadım,” diyerek tam bir teslimiyetle teslim olan, devrin Diyânet İşleri Başkanı, M. Nuri Yılmaz, bütün il ve ilçe müftülüklerine bir ta’mim eşliğinde formel bir hutbe göndermiş ve bundan sonra farklı hutbeler yerine bu formel hutbe’nin okutulmasını emretmiştir. Ne yazık, bu tarihten i’tibâren, hatipler, hutbe’de Hulafâ-i Râşidîn’in isimlerini zikretmemeye ve onlar için du’a etmemeye başladılar. 
Daha önce pek çok vesile ile yazdım. Bir def’a daha tekrarlayım ki, kanunlarımızdan, yönetmeliklerimizden kısaca, devlet idaremizden, 28 Şubat hukuku-hukuksuzluğu kazınmış, iptal edilmiş, 28 Şubat döneminin mesu’lleri Türk Adaleti önünde hesap veriyorken, maalesef sadece bir kurum’da, yalnızca Diyânet İşleri Başkanlığı’nda devam ettirilmektedir. 
Merkezi sistem ezan, merkezi sistem va’az, hutbelerde açıktan Türkçe du’a, Cum’a hutbelerinde Hulefâ-i Râşidîn Efendilerimizin isimlerinin zikredilmemesi ne yazık devam ettiriliyor. Azîz Kardeşim, Pek Muhterem Diyânet İşleri Başkanımız, Peygamber ve ashab-ı Güzîn sevgisiyle meşbû, Hadis Mütehassısı, Mehmet Görmez Bey’in bu hususlardaki hassasiyeti tarafımızdan yakînen bilinmektedir. Fakat, hâlâ bu bid’atlar niçin devam ettiriliyor, anlamakta güçlük çekiyorum. 
Memnûniyetle ifade etmek isterim ki, ba’zı hatipler, rutin’in dışına çıkarak, Cum’a hutbelerinde Hulefâ-i Râşidîn Efendilerimizin isimlerini zikrederek onlara du’a etmektedirler. 
İstanbul’da, Sultanahmed Camiî’nde hutbe okuyan genç imam-hatip kardeşimiz hutbe’nin ikinci bölümünde hamd ve salat’dan sonra, Hulefâ-i Râşidîn Efendilerimizin isimlerini zikretti ve “Allah onlardan razî olsun,” diye du’a’da bulundu. Kendisine en derîn şükranlarımı arzediyorum. 
- Madem ki, hutbe bir ibâdettir. İbâdet’lere Allah dışında bir beşer karıştırmak Kur’ân’a aykırıdır, diyor, Kehf Sûresi’nin meâli, “Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf 18/119) olan âyet-i Kerime’yi, âyetin metnini Latin harfleriyle yazmışsınız. 
Hutbe esnasında, birileri, birileri değil, Peygamber’lerden sonra beşer’in en efdalleri olan, Hulefâ-i Râşidîn Efendilerimize du’a’yı şirk saymak, akla ziyan bir düşüncedir. 
Bu nasıl bir kıyas ve mantıktır ki, Cum’a ve bayram hutbelerinde mü’minlere du’a edilirken, Hulefâ-i Râşidîn Efendilerimizin isminin zikredilmesi şirk addediliyorsa, Cum’a ve beş vakit namazlar’da, birinci oturuşlarda Tahiyye, ikinci oturuşlarda Tahiyye ile birlikte “Salli-Bârik,” “Rabbenâ Âtina” du’a’sı okunurken, Peygamber’imizin ismi Has’ı İbrahim Aleyhisselâm’ın ismi ve Â’lleri, “Rabbenâ Âtina” du’a’sında, anne-babalar ve kıyâmete kadar bütün mü’minlerin zikredilmiş olmaları da, hâşâ şirk mi oluyor? 
Bu ters mantık ve bâtıl kıyasa devam edecek olursak, namaz’larda, Fatiha Sûresinden sonra okuduğumuz sûre ve âyet’ler’de, Kur’ân-ı Kerim’de zikri geçen Peygamber’lerin isimleri, Hazreti Meryem’in ismi, Haz. Nuh’un, Haz. Lût’un, Fir’avun’un eşi’nin ve Ümmü Musa’nın zikirleri geçmektedir. Bu  âyet-i Kerime’lerin ibâdet’lerde, namaz’da okunması şirk midir?