DEVLETİN, DÎNÎ BİRER İBADET OLAN ZEKÂT VE SADAKA-İ FITR’A TASALLUTU:

Birinci Cihan Harbinde bazı ülkelerin savaşlarda uçakları kullanmaları bütün dengeleri alt üst etmişti. Cumhuriyet’in kurulmasının akabinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de uçak yapmak üzere harekete geçmişti. Ne var ki, yeni kurulan devletin bütçesi yeterli değildi. Bu maksatla, “Tayyere Cemiyeti” kuruldu. Tayyare Cemiyeti, yardım edenlere birer bilet veriyor, saklamalarını tembihliyor, yardım edenlerden elinde bileti olanlar arasında çekilişle ikramiye veriyordu. Tayyare Cemiyeti, günümüzdeki Millî Piyango, (Millî Kumar Kuruluşu,) ve diğer bütün şans oyunlarının menbaıdır. Zamanla, Tayyare Cemiyeti, T.H.K., (açılımı, Türk Hava Kurumu) unvanını almış olup aynı unvan ile faaliyetlerini halen de devam ettirmektedir. Hazindir, Lâdînî, Laik, hatta, dine karşı, din düşmanı bir rejim, T.H.K. vasıtasıyla her biri, birer dinî vecibe olan, zekât, fıtır sadakası ve kurban derisine yıllarca tasallut etmiş, cebren Müslümanlardan, zekât, fıtır sadakası ve kurban derilerini gasp etmiştir.

1954-1960 yılları arasında merhum pederim muhtar idi. Her yıl ramazan ayında, T.H.K.’ndan fitre-zekât zarfları gelirdi. Köy bekçisi tarafından her haneye dağıtılır. “Dağıtılan zarflar içine fitre ve zekâtlar konularak, en kısa zamanda muhtara teslim edilecektir.” diye minareden anons edilirdi. Diğer taraftan, öğretmenler okullarda, talebeye T.H.K. zarfları dağıtırlar, Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler, T.H.K.’nun bir memuru gibi hareket eder, çocukları, “Eğer, bu zarfların içine para koyup getirmezseniz, sizi sınıfta bırakırım, notunuzu düşürürüm,” diye tehdit ederlerdi. Köylü fakir, cebinde parası yok, meteliğe muhtaç, elinde boş zarf boynu bükük, babama gelirlerdi. Babam, boş zarfların içine iki buçuk veya beş lira koyar, zarfın üzerine isimlerini yazardı. Bazıları da, fitrelerini arpa-buğday olarak getirirler, bunlar da bir çuvalda biriktirilirdi. “Kurban bayramlarında, kurban derilerinin mutlaka T.H.K.’na verilmesi mecburidir, herkes derisini en kısa zamanda muhtara teslim edecektir,” diye, minareden anons edilirdi. Konağımızda, bir oda bir oda fitre-zekât zarflarıyla, fitre arpa-buğday çuvallarına ayrılmış, kilit altına alınmıştı. Bodrumda güneş almayan karanlık bir oda da kurban derileri için tahsis edilmişti. Aylar geçer ve fakat bu zarfları ve fitre arpa-buğday çuvallarını gelip alan olmazdı. Bazı yıllarda bir daha sonraki ramazan ayı ve kurban bayramına kadar fitre-zekât zarflarının, arpa-buğday çuvallarının bizim konakta kaldığı olurdu. Zamanında alınıp işlenmediği için kurban derileri kurtlanır, çürür, çok fena bir koku salmaya başlayınca, köy dışında uzak bir yere atılır, pislikten, kokudan kurtulurduk. Bu dönemlerde T.H.K.’nun il ve ilçe idareleri hep C.H.P.’lilerdi. Zarfların, arpa-buğday çuvallarının ve kurban derilerinin ne kadarının Ankara’ya, T.H.K. Genel Merkezine ulaştırılıp ulaştırılmadığını kimse bilmezdi. Hesabı görülmez, kimseden sorulmazdı.

Tasallut ve zulüm 2002 yılına kadar, husûsiyle, darbe-i hükûmet ve vesayet dönemlerinde artarak devam ettirilmiştir. 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmetinden sonraki ilk kurban bayramında, sıkıyönetim komutanları, “1402 Sayılı, Örfî İdare Kanununa göre, kurban derilerinin toplama yetkisinin yalınızca T.H.K.’na verildiğini, aksine hareket edenlerin cezalandırılacağını,” duyurdular. Kurban kesen Müslümanlar, alışık oldukları üzere mahallelerindeki en yakın camii, Kur’ân Kursu, İmam-Hatip Okulu gibi hayır kurumlarına götürdüler. Bu dernekler herhangi bir toplama faaliyetinde bulunmadan ve herhangi bir telkinde de bulunmadıkları halde, kendilerine getirilen derileri kabul ettiler. T.H.K.’nun şikayeti üzerine Emniyet Güçleri ve Jandarma harekete geçmiş, deriler müsadere edilerek, T.H.K.’na teslim edilmişti. Kurban derisi toplayarak, 1402 sayılı kanuna muhalefet ettikleri gerekçesiyle yüzlerce Müslüman, Selimiye Kışlasına götürülmüşlerdi. Her biri sorusuz sualsiz bu kanuna muhalefetten en az üç ay hapis cezasına çarptırılabilirlerdi. Vâki müracaat üzerine bayramın birinci günü ikindi vaktinde Selimiye Kışlasına gittim. Devrin sıkıyönetim başsavcısı, merhum Süleyman Takkeci ile görüştüm. Merhum, Başsavcı Süleyman Takkeci, “Sorgularında, biz deri toplamadık, toplamak için herhangi bir teşebbüsümüz, hareketimiz olmamıştır. Camiye ve Kur’ân Kursuna getirilen derileri, T.H.K.’na teslim edilmek üzere teslim aldık,” desinler, dedi. Kışlanın bodrum katında tıkıldıkları yere götürdüler. Burası lamba yanmayan, tavan seviyesinde küçük bir pencereden ışık alan, karanlık, loş bir yer ayakta, ancak 40-50 kişinin durabileceği yer en az üç yüz kişi tıkılmıştı, aralarında küçük yaşta çocuklar da vardı, nefes almakta zorlanıyordular, burun direğini kıracak çok kötü bir koku yayılıyordu. Kendilerine, “Kardeşlerim, sorgulama sırasında, “Biz deri toplamadık, toplamak için de herhangi bir faaliyette bulunmadık, getirilen derileri, T.H.K.’ na teslim etmek üzere teslim aldık,” derseniz, belki salıverilirsiniz. Aralarından bir-kaç kişi, tekbir getirerek, “Biz yalan söylemeyiz, derileri topladık cezamıza da razıyız,” diyeceğiz, dediler. Kardeşlerim, olağanüstü bir devirdeyiz, hak ile batılın mücadelesi var, hak yolunda savaş halindeyiz. “Harb hiledir,” fahvasınca harbde yalan söylemek câizdir, hatta zaman zaman lüzumludur. Eğer böyle söylemezseniz, en az üç ay olmak üzere, Samandıra cehennemine gönderilir, orada tarifsiz işkencelere tâbi tutulursunuz, hayatta kalmanız bile şüphelidir,” dedim, İkna ettiğimi sanıyorum, on’ar on’ar, sorguya alındılar, söylediğim gibi ifade verdiler. Sorgu sabaha kadar devam etti ve fakat tamamı serbest bırakıldılar.

Günümüz, orta yaşlıları ve gençleri İttihad ve Terakkî bakiyesi, Tek Parti Mütegallibe, C.H.P.’nin bu zulümlerine şahid olmadılar, yakın tarihin kayıtlarında da bulamadılar. Bunları, tarihe bir not düşmek, gelecek nesillere ve geleceğin tarihçilerine birer veri bırakmak için yazdım...

FITIR SADAKASI,FİDYE,KURBAN NİSABI: 

Fıtır sadakası kurban kesme nisabı da zekât nisabı gibidir; Ancak, zekât nisabında, nâmî hakîkaten veya hükmen üreyici artıcı olmak, üzerinden bir yıl geçmiş olması şartları, bunlarda aranmaz. Nâmî (artıcı) olmasa da ve üzerinden bir yıl geçmiş olmasa da, Ramazan Bayramı sabahı, nizaba malik olanlara Sadaka-i fıtır, Kurban Bayramında kurban kesilebilir günlerde bu nisaba mâlik olanlara kurban kesmek vâcib  olur.

NİSAB: Nakitler, döviz, ticârî emtia ve eşyada 20 miskal altın (85 gram has altın) Altın fiyatları  konjonktüre göre bütün dünyada değişmektedir, günlük reayice göre hesaplanır, 85x370,00TL (bu satırların yazıldığı 30.05.2020 tarihinde ortalama has altının gram fiyatıdır.) 85x370,00= 31.450,00TL tutar...

Demek oluyor ki, aslî ihtiyaçlarından fazla, borcu da bulunmamak kaydiyle bir kimseye sadaka-i fıtır ve kurban kesmenin vâcib olması için 30.000,00 TL üzerinde bir servete sahip olması şarttır. Başka bir ifade ile bu kadar bir servete sahip olmayanlara sadaka-i fıtır da vâcip değildir, kurban kesmek de vâcip değildir.

Yıllardır, benim gözlemlediğim, pek çok fakir, sadaka-i Fıtır, re’sü’l-yemin (başsağlığı sadakası olduğu için) kendisi, eşi ve ailesinden büluğa ermemiş çocukları için nisaba mâlik olmadığı halde, kendisinden daha iyi durumda olanlara bu sadaka-i fıtrı verirler. Bu hususta, çarpıcı-sarsıcı bir misal arzedeyim; 1965 Yılı Ramazan ayında, Ramazan ayı müddetince vaaz etmek üzere, Kütahya-Tavşanlı’ya vazifeli olarak gönderilmiştim. Tavşanlılı’lar, ramazan ayında iftarlara ve sahurlara çok ehemmiyyet verirler. Teravih namazı ile sahur arasında bir de orta temcid yemeği yerler. İftara yakın en az iftara bir saatlik bir vakit kaldığında bütün dükkanlar kapatılır, herkes yüksek duvarlı avluların içindeki evlerine çekilir, iftara hazırlık yaparlar. Böyle bir gün, Ulucamiden çıktım, kaldığım otele doğru  gidiyorum, “Bencileyin bir garipten başka kimse yok. Birde, odun yüklü merkebiyle, garipler garibi bir köylü... Kısık ve utangaç, pes bir sesle,” Oduncu.... Oduncu.... sesleniyor, fakat onu gören de yok, sesini duyan da yok... Beraber yürümeye başladık, hava buz gibi soğuk, neredeyse alıp verdiğimiz nefesimiz donacak... Nerelisin, çok mu ihtiyacın var? “Beğim, ben Çukur köydenim, benim sekiz çocuğum, annam, babam, eşim ve ben 12 Nüfus... Şuana kadar fitre paralarını veremedim-ödeyemedim. Bayram’a kadar ne kadar odun satabilirsem, tamamını olmasa bile hiç değilse çocukların fitresini ödeyebilirim. Beynimde şafaklar attı, hiç tereddüt etmeden benimle gel, bu yükü ve bundan sonra getireceğin yüklerin tamamını ben satın alacağım,” dedim. Kahır ve çileden yol yol, buruşmuş yüzünde bir tebessüm doğdu. Kalmakta olduğum, otelin sahibi, Kütahya eski milletvekillerinden, darbe ve Yassıada mağduru, makhuru, mazlumu, Merhum Mehmed Diler idi. Allah’ın salih kullarından, halis müminlerindendi. Otele vardığımızda, “Mehmet Bey, misafirimiz var! Öncelikle merkebin yükünü indirelim, merkebi uygun bir yere bağlayalım, ot, saman verelim, misafirimiz, iftarda, sahurda, orta temcidde, teravihte bizimle birlikte olacak, izin verirseniz geceyi de burada geçirecek,” dedim. Merhum Mehmed Diler, kadim Anadolu insanının misafirperverliğiyle, “Başım üstünde yeri var en iyi bir şekilde kendisini ağırlarız,” dedi. Otelde sobanın başında oturduk, konuştuk, konuşturduk. Bir merkep yükü odun, 2,5 TL imiş, fitrenin bedeli de 2,5 TL civarında, en az 12 merkep yükü odun satabilsin ki, aile fertlerinin fitrelerini ödeyebilsin. Fitreleri kime veya kimlere verdiğini sorduk. “Köyün imamına ya da Ulu Camii İmamı, İbrahim Gemalmaz Hoca’ya veriyorum.” dedi. Köyün imamını bilmem fakat, bildiğim kadarıyla Merhum İbrahim Gemalmaz hoca bu köylüden kat be kat zengindi. Mehmed Diler Bey kendisine 100.00 TL verdi. Kendisine fitrenin vâcip olmadığını bu para ile eşine, çocuklarına birer bayram hediyesi almasını böyle yaparsa, hem fıtır sadakasının sevabına nail olacağını, hem de çocuklarını sevindirdiği için sevap kazanacağını söyledik zar zor ikna ettik, sabahleyin bir giyim mağazasından üstüne başına da bir şeyler alarak, köyüne uğurlamıştık. Kendileri muhtaç, nice fakirler, kendilerinden daha zengin nicelerine Sadaka-i Fıtır veriyorlar...