RESÛLU’LLÂH SALLA’LLÂHU ALEYHİ VE SELLEM EFENDİMİZE VE ÂL-İ MUHAMMED’E, ZEKÂT VE SADAKA HARAM’DIR!...

“Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Hurma devşirildiği sırada (Medine’de hurma hasadının yapıldığı günlerde) Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’e (Sadaka) hurma getirilirdi; şu (biri bizzat) hurmasiyle gelirdi, O (biri) de hurmasından (gönderirdi). Bu hurmalar Resûlullah’ın yanında bir harman, bir tınas olurdu. (Bir kere) Hasan, Hüseyin radiya’llâhu anhümâ bu hurmalarla oynarken çocuklardan biri, (Hasan İbn-i Alî) ansızın (bu sadaka hurmasından) bir hurma alıp ağzına koydu. Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem çocuğa (şöyle bir) baktı. (Zeki) çocuk hemen hurmayı ağzından çıkardı. Sonra Resûlullâh: Sen Muhammed’in ehl-i beyti’nin sadaka malı yemediklerini bilmez misin? buyurdu. (Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarîh Tercemesi,Cild/5 Sahife/292 Hadis No:739)

Bu hadis-i Şerif râvisi en çok hadis olarak temayüz etmiştir. Yukarıda meâlini verdiğimiz hadisin metni, cüz’î farklarla bütün hadis kitaplarında rivayet edilmiştir. Ayrıca sadaka ve zekât malının Hatemü’l-Enbiyâ’nın kendisine ve ehl-i beytine haram olduğu keyfiyeti de aşağıda isimlerini zikredeceğimiz pek çok sahâbî tarafından müteaddid vâkıalar ve hâdiseler hâlinde rivâyet edilmiştir; Ebû Râfi’, Enes İbn-i Mâlik, Ebû Hüreyre, Hasan İbn-i Alî, Abdullah İbn-i Abbâs, Abdullah İbn-i Amr, Abdurrahman İbn-i Alkame, Muâviye, Abdü’l-Muttalib İbn-i Rebîa, Ebû Leylâ, Büreyde, Selmân-ı Fârisî, Resûl-i Ekrem’in kölesi Hürmüz veya Keysan, Reşid İbn-i Mâlik, Meymûn, Hüseyin İbn-i Alî radiya’llâhu anhüm, Ecmaîn...

Şâyân-ı takdir ve hayrettir. Hepsinin müştereken ifade ettikleri hüküm, Resûl-i Ekrem’in ve ehl-i beytinin sadakadan ve zekâttan men edilmiş olmalarıdır. En çok rivâyet edilen cihet; “Resûl-i Ekrem’e takdim edilen her şey sadaka mıdır, yoksa hediye midir? diye, kendisinin ikna edilmesini ister, sadakadır, denilirse yemeyip, reddedip, hediyedir denilen şeyleri de kabul buyurmaları zeminindedir. Bu husustaki perhizkârlığını ifade eden bir hadisi Müslim rivâyet ediyor ki, meâli şöyledir; (Vallah çok olur ki, ehl-i beytimin yanına dönüp geldiğimde evimin şurasına burasına veya yatağıma düşmüş bir hurma bulurum. Alır, yemek için götürürüm. Sonra sadaka malından olmasından korkarak bırakırım.)

Ebû Leylâ’nın rivâyeti de şöyledir: Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem bir kerre sadaka evine girmişti. Yanında Hasan radiya’llâhu anh vardı. Çocuk hurma yığınından bir tane alıp ağzına koydu. Hemen Resûlullâh mübarek parmağını çocuğun ağzına sokarak hurmayı ağzından çıkardı. Sonra da: “Biz, ehl-i beytiz, bize sadaka helal değildir,” buyurdu.

Buhârî’nin Şu’be tarîkıyla gelen rivayetinde, Haz.Hasan’ın hurmayı ağzına koyduğunu Resûl-i Ekrem görünce: (Kah kah=Kaka kaka) diyerek yemekten men ettiğine dâir bir ziyâde de vardır.- Kamus Tercemesinde, “kah kah,” seslerdendir çocukları, herhangi bir şeyi yemekten veya herhangi bir şeyi almaktan ve pis bir şeye bulaşmaktan men ve tahzir için kullanılır. Türkçe’de çocukları bunlardan korumak için kullandığımız, (kaka) lafzı tam bunun mukâbilidir. Bu sesler, o devirde Yemen’in dağlık köylerinde köylerinde kullanılırmış, Arapça’da değil, Hazreti Peygamber’in Medine’de kullanılmayan bu heceleri kullanması Ümmî Peygamber olduğunun en büyük delilidir... Hadisin sonunda: Sen Âl-i Muhammed’in sadaka yemediklerini bilmiyor musun?) cümlesindeki ÂL-İ O BİLİYORDU Kİ, YAKTIĞI HİDÂYET MEŞ’ALESİ Muhammed, İmam Ebû Hanîfe’ye ve İmam Mâlik’e göre, hassâten Benî Hâşim= Hâşimoğulları’dır. Hâşim, Hazret-i Resûl’ün ecdâd-ı kirâmIndan ikinci ceddi’dir. Birinci ceddi olan, Abdü’l-Muttalib’in babasıdır. Üçüncü büyük babası olan Abd-i Menâf’ın da oğludur. Abd-i Menâf İbn-i Kus, İbn-i Kilâb, İbn-i Mürre’dir. İmam-ı Şâ fiî’ye göre, Âl-i  Muhammed, Benî Hâşim ve Benî Abdü’l-Muttalib’tir. Bazı ulema dâ da Kureyş’in tamamıdır, diyorlar. Hâşimoğulları, (Benî Hâşim), Ali, Abbas, Ca’fer, Akîl, Hâris İbn-i Abdı’l-Muttalib evlâdı’dır. Tavzihte: Sadaka’nın Âl-i Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem’e haram olduğuna bu hadis vâzıhan delâlet eder. İmam-ı Ebû Hanîfe’nin, İmam-ı Şâfiî’nin mezhebleri böyledir.

Hâşimî’ler ki, Ali, Abbâs, Ca’fer, Akîl, Hâris İbn-i Abdü’l-Muttalib âilelerine zekât olsun, sadaka olsun vermenin câiz olmadığı bütün Hanefiyye kitablarında metin meseleleri arasında zikredilir. Hattâ her kavmin köleleri o kavmin şerefini taşır) hadisi hükmünce Hâşimî’lerin azad ettikleri kölelerine bile sadaka vermenin câiz olmadığı ihtilafsız, Hanefî kitaplarına geçmiştir.

Resûl-i Ekrem sadakayı insanların kiri olarak addetmiş, bu kirden kendi hânedânının münezzeh yaşamalarını istiyordu. Her kavlinde büyük bir hikmet her re’yinde yüksek bir kıyâset ve isâbet, her bir fiil ve hareketinde derin bir siyâset ve maslahat mündemiç bulunan Hakîm-i Enbiyâ’mız zekât malını kir addederek kendi hânedânının halk kazancından tufeylî yaşamalarını istemiyordu. O biliyordu ki, yaktığı hidâyet meşalesi beşeriyeti tenvir ettikçe bunun pek tabiî ve pek büyük olan minnettarlığından evlâd ve ahfâdı istifade kaydine düşeceklerdi. Koyduğu mâlî vecîbelerden en evvel kendileri nail olmak isteyeceklerdi. Halbuki, yeğâne bir fazilet ve ferâgat nümunesi olan Peygamberimiz bu irşad ve hidayetine karşı insanlardan ne kendisinin, ne ehl-i beyt ve ahfâdının hiç bir maddî mükâfat görmelerini istemiyordu. O yalnız Cenab-ı Hakk’ın, “İşte Allah’ın iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.” (Şûrâ 42/23) emir ve talimi veçhile bu irşad ve hidâyetinin mükâfatı olarak yalnız, Allah ve Resûlüne karşı samîmî bir sevgi ve saygı istiyordu.

“Hazreti Ömer radiya’llâhu anh’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir. (Bir kere yaya bir mücâhide) Allah rızası için bir at vermiştim. At tasarrufunda bulunan bu adam, (bakmayarak) hayvanın değerini kaybetti. Bu cihetle hayvanı bundan almak istedim. Ucuza da satar sanıyordum. Bu düşüncemi Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’den sordum. Resûlullâh: (Sakın) bu atı satın alma, sana bir dirheme verse de sadakana rücu etme! Çünkü sadakasına rücu eden kişi, kustuğu nesneyi yemeğe dönen kimseye benzer, buyurdu.” Resûl-i Ekrem’in Hazreti Ömer’e: “Bir dirheme verse de sadakana rücu edip alma!” buyurmaları ucuzlukta mübâlağa edilerek irad buyrulmuştur. “Kusmuğunu yemeye dönen kimse gibidir,” cümlesi hibe edilen bir şeyden dönmenin fenâlığını bildiren belîğ bir teşbihi tazammun etmektedir. ŞÂRİH Kastalânî’nin beyanına göre, hadis-i Şerif’te mevzu bahis olan atın adı (Verd) imiş bu atı Temim-i Dârî radiya’llâhu anh, Resûl-i Ekrem’e hediye etmiş. Resûlullâh da Hazret-i Ömer’e hediye buyurmuştur. O da bu gâzîye hediye eylemiştir...

İhda ve irşad vazifesiyle vazifeli olanlar, irşad ve ihdaya talib olanlar, Peygamberler olsun, vâris-i Nebî mürşidler ve ulema olsun, bu vazifelerinden dolayı ümmet ve kavimlerinden, kendilerine ve yakınlarına sevgi ve saygıdan başka herhangi bir karşılık beklemezler. (Tafsilat gelecek yazıda...)