ŞAPKA, BİR BEZ PARÇASI, BASİT BİR AKSESUAR MIDIR?

Şapka, basit bir bez parçası ve herhangi aksesuar olsaydı, ceket gibi, kravat gibi, gömlek, yelek gibi bir şey olsaydı, herhalde rejim, bu kadar ehemmiyet verip, şapkayı zorla dikta ile millete dayatmaz, bu uğurda yüzlerce kişi idam edilmezdi. Mustafa Kemal, “Bu şapkayı giyecekler! Gerekirse, yüzlerce, başa mal olsa da” diyordu. Nitekim öyle de oldu.

Bazı safderûn Müslüman kardeşlerimiz “Canımefendim! şapkadan ne çıkar, nihayet bir bez parçası, bir şems-i siper (aslında bu terkip hatalı ya “şemsî siper” denilmelidir ya da “siper-i şems” (güneş siperi) denilmelidir. Başımızı güneş çarpmasından koruyan bir siper. Ama öyle değil, eğer öyle olsaydı, rejim bunu devlet için en ehemmiyetli inkılap-devrim kanunu haline getirmez bu uğurda, başta İskilip’li Muhammed Atıf Hoca olmak üzere, yüzlerce Müslümanın kellesi uçurulmazdı.

Kelâm İlmi’nin en muteber, kadim eserlerinden, Allâme-i Teftezânî, Ömer en-Nesefî’nin, Şerhu’l- Akâid eseri üzerine şerh yazan, Ramazan Efendi unvanıyla maruf ve meşhûr, Ramazan İbn-i Muhammed el- Hanefî şapka hakkında şöyle diyor:

“Farz olunsun ki, bir kimse, Nebi Salla’llâhu Aleyhi ve Sellem Efendimizin Allah tarafından getirdiği her şeyi kalbiyle tasdîk ve teslim etse, diliyle ikrar ve mucibiyle amel de etmiş olsa ve bununla birlikte  kendi iradesi ve ihtiyarıyla (seçimi) zünnar kuşansa (üzerinde haç olan Hristiyanlara mahsus bir kemer), şapka giyse, ya da kendi irade ve ihtiyarıyla puta tapsa biz onları tekfir ederiz. (kafir olduklarına inanırız.) Çünkü Nebi Salla’llâhu Aleyhi ve Sellem bu sayılanları, yani (Zünnar kuşanmayı, şapka giymeyi ve puta tapmayı tekzip ve inkar alameti olarak ortaya koymuştur. (Şerhu’l-Akâid şerh’i, Ramazan Efendi (Sahife 256)

Dünya Kiliseler Birliğinin, 20.Asrın başlarında çok büyük bir iddiası vardı; birinci milenyumda bütün Avrupa’yı, ikinci milenyumda tüm Afrika’yı Hristiyanlaştırdık. Üçüncü milenyumda ise ön Asya’dan, Türkiye’den başlamak üzere tüm Asya’yı Hristiyanlaştıracağız.

Bunun için 19.Asrın sonlarında ve 20.Asrın başlarında Memleketimizin ekserisi muhafazakâr illerinde ve bölgelerinde, Amerikan Kolejleri açıldı. Bu kolejlere, daha ziyade eşraf, sabık Şeyhulislamlar, müftüler, müderrisler, aşiret reisleri, kanaat önderleri çocuklarını verdiler.

Bu kolejlerin müdürleri kardinal, diğer bütün öğretmenleri cizvit papazlarıydı. Türk çocukları, ailelerinden, süphan mekteplerinden ve medreselerden aldıkları sağlam dini bilgilerle, papazların telkinlerine kulak asmadılar, kardinal ve papazlar bütün gayretlerine rağmen hiçbir Türk çocuğunu tanassur edemediler, Hristiyanlaştıramadılar. Sadece, İskenderun Arsuz Kolej’inde iki Türk çocuğunun tanassur ettiği, Hristiyanlaştığı kayıtlara geçmişti.

Kolejlere devam eden Türk çocuklarını Hristiyanlaştıramadılar ama, İslam dininden uzaklaştırdılar. Maalesef, bu çocukların kahir bir ekseriyeti, ateist, dinsiz, mason, İslam düşmanı olarak yetiştiler. Bu kolejlerden mezun, sabık bir şeyhulislamın iki oğlu da daha sonraki dönemlerde siyaset yaptılar ama, ne hazindir ki, birer masondular.

Lozan’da Müslüman-Türk’ün idam fermanına imza atan müstevlî’ler ruhen ve manen kendilerine benzetemedikleri Aziz Milletimizi hiç değilse şeklen kendilerine benzetebilmek için, sahte kahramanlara, diğer İnkılap Kanunlarında olduğu gibi “Şapka İktisası” kanununu da dikte etmişlerdir.

Pekiyi! ne olmuştur? Dört maaşa bir şapka alıp başına koyan Türk Milleti’nin başı göğe mi ermiştir? Şapka İnkılabı, Türk Milletinin hangi derdine deva olmuştur? Kemalistlerin bütün bunları bize anlatmaları iman ettikleri Kemalizm için bir borçtur...

1982 Anayasası ile korunma altına alınmış inkılap=devrim kanunlarından birisi de 26 Teşrinisani 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi lâkap ve unvanların kaldırıldığına dair kanun.

Trajikomik, eminim bu kanunun tek parti mütegallibe CHP’de ve bilahare TBMM’ndeki müzakereleri sırasında, meclis müzakerelerini idare eden, celseyi yöneten başkan veya başkan vekili, milletvekillerine, ya “falan bey ya da falan efendi” diye hitap etmiştir. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak (Kuzu Paşa) ve diğer Kurtuluş Savaşı Kumandanlarının hepsinin müşterek, en şöhretli lâkapları “Paşa”dır. Böylesine bir kanun teklifi, Zulu Kabilesinde, Muz Cumhuriyetlerinde teklif olarak getirilse ciddiye alınmaz, meclis azaları güler geçerler. 1934 şartlarında böylesine bir teklif önce CHP’de görüşülmüş, bilahare TBMM’ne sevk edilmiş, ciddiye alınmış, kanunlaştırılmış... Hikmeti bilinmez ve sorulmaz bir devirdi. Akıl, mantık, muhakeme yürütülmezdi. CHP zimamdarları “tek şef, ebedî şef, böyle irade buyurdular, arzuları bu istikamettedir” diyorlar, devrin TBMM azaları da hiç müzakere etmeden, muhakeme etmeden, “madem ebedî şefimiz böyle karar vermişler, iradeleri bu istikamette tecelli etmiş, en doğrusunu o düşünür, en doğru kararı o verir, bize de kabul ve tasdîk düşer diye parmak kaldırıyorlardı.

Haydi diyelim ki o günün şartları öyleydi, vukuatı günün şartları müvacehesinde değerlendirmek doğru yol. Fakat, 1982 Anayasasını hazırlayan, Anayasa Komisyonu azası Kemalistlere ne demeli? Büyük ihtimalle ekserisi, Prof., Doç. titirli bu şahıslar, yeni bir Anayasayı müzakere ederken, şüphe yok ki birbirlerine “beyefendi” diye hitap etmişlerdir. İçlerinden birisi çıkıp “arkadaşlar, biz şu anda bile birbirimize “bey, beyefendi” diye hitap ediyoruz. Kabil-i tatbik olmayan bir kanunu meriyette tutmak, üstelik bu kanuna anayasal bir zırh giydirmek, ciddiyetsizliktir, abesle iştigaldir, dememiş diyememiştir.

“Atatürk İlke ve İnkılapları” diye mangalda kül bırakmayan, ey Kemalistler! Şimdi çıkın, bu suallere mantıklı, makul bir cevap veriniz.

Fanilerin ortaya koyduğu düstur ve esaslar zamanla zevale mahkumdur. Kıyamete kadar baki, vahiy mahsulü, vahiyle müeyyed, Peygamberimizin ortaya koyduğu sabitelerdir...