AYASOFYA, LOZAN SULH ANTLAŞMASININ AÇIKLANMAYAN DİĞER ŞARTLARI!...

Ayasofya’nın, Lozan Sulh Antlaşmasının en önemli şartlarından birisi olduğunu yazdığımızda, hususiyle bazı Prof. ve Doç. titri sahibi Kemalistler, şiddetle karşı çıkmış, dudak bükmüş, “Komplo teorisidir” demişlerdi. Bunlar, Danıştay Onuncu Dairesinden, Mustafa Kemal’in de imzasının bulunduğu, 24/11/1934 tarihli ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu asla iptal edilemeyeceğine kani idiler. Çünkü onlara göre, Kurucu İdare’nin, hele hele altında Mustafa Kemal’in imzasının bulunduğu bir Kararnâme iptalinin mümkün olmadığına ve buna kimsenin cesaret edemeyeceğine o kadar inanmışlardı ki... Danıştay Onuncu Dairesi kararını, 2 Temmuz 2020’de vermişti fakat kararın on beş gün içinde açıklanacağını duyurmuştu. Kemalistler çok ümitlendiler, onlara göre karar menfiydi, kararnâme iptal edilmemiş aksine kararnâmeyi daha da takviye eden, bir daha kimsenin Ayasofya’nın ibadete açılması için herhangi bir teşebbüste bulunamayacağı muhkemlikte bir karar çıkacaktı. Tam aksine, bir daha hiç bir gücün Ayasofya’yı ibadete kapatmaya cesaret edemeyeceği muhkemlikte, muhteşem bir karar çıktı. Karar, kararnâmenin iptali ve Ayasofya’nın ibadete açılması istikametinde çıkınca büyük hayal kırıklığı yaşadılar, sus-pus oldular. Karar çıkıncaya kadar ağızlarını bıçak açmayan sözde bilim adamı bazı ebkemlerin de dili çözüldü. Bizim Lozan Antlaşmasının gizli ve en önemli şartı Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılmasıydı, iddiamızı teyid eden ve çok daha ilerilere götüren açıklamalarda bulundular.

Bu açıklamalara bakılırsa Müstevlîler, Ayasofya meselesini kendi aralarında, 1919-1920 yıllarında müzakere etmeye başladılar. 1839 Tanzimat Fermanı ile başlatılan inkıraz dönemi, 31 Mart Vakası, Ulu Hakan Sultan 2.Abdülhamid Han Hazretlerinin tahttan indirilmesiyle, Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizin tarih sahnesinden silineceğine kâni olan Müstevlîler, Devlet-i Aliyye’nin ipini çekmek ve tarihe gömülmesini gerçekleştirmek üzere, Selanikte Yahudî, Ermeni, Rum ve gayr-i Türk, gayr-i Millî unsurlardan müteşekkil, İttihad ve Terakkî Cemiyetini vazifelendirmişlerdi.

Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizin yıkılacağından emin Müstevlîler, Osmanlı’nın mirasından mal kapma derdine düşmüşlerdi. Osmanlı’nın en büyük manevî mirası şüphesiz, Ayasofya idi. Müstevlîlerin ilk kavgası Ayasofya üzerindeydi. Roma’nın, batı medeniyetinin şımarık çocuğu, veled-i zinası, Yunanlı’lar, Ayasofya’nın Yunanca konuşan Ortodoks Kiliselerine en büyük kilise olmak üzere tahsis edilmesini istedi. Bununla da yetinmedi, İstanbul’un Türk ve Müslümanlardan tahliye edilerek, Kostantiniye olarak Yunanistan’a devredilmesini de istediler.

Vatikan, Latin Kiliseleri, Ayasofya’nın kendilerine tahsis edilmesini, Katolik Aleminin en büyük katedrali yapacaklarını söylediler. ABD ve Kuzey Avrupa Ülkeleri, Protestan Mezheplerinden birisine, mesela Avenjelist’ler, İngiltere, Protestan Mezheplerinden Anglikan Kilisesine tahsis edilmesini istedi. Anlaşma olmayınca, Ayasofya’nın mutlak cami olmaktan çıkarılması, şimdilik, müzeye tahvil edilmesi üzerinde mutabakat sağlamışlardı. Böylece, Ayasofya yıllar öncesinden, Lozan Sulh Antlaşmasının şartlarından birisi haline gelmişti.

30 Ekim 1918 Mondros Mütârekesi, 10 Ağustos 1920, Sevr, 11 Ekim 1922 Mudanya Mütârekesi, Osmanlı Devlet-i Aliyesinin mirasını paylaşma ve Devlet-i Aliyye’nin bir nevi defin provalarıydı.

Mondros’ta, Sevr’de ve Mudanya’da, müstevlî’ler, Milletimize ölümü gösterdiler, sıtmaya razî ettiler.

Asıl darbeyi 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Sulh Antlaşmasıyla vurdular.

Tek parti mütegallibe, İtthad ve Terakkî bakiyeleri, Kemalistler Lozan Sulh Antlaşmasını yeni kurulan Cumhuriyet Devletimizin Tapusu olduğunu iddia ederler. Bu iddiayı farzımuhal doğru kabul etsek, ‘bu tapuyu bize hangi bedeller karşılığı verdiler’, sualine cevap bulmak zorunda kalırız.

Ağır şartlar ve bedeller, 22 Kasım 1922’de Saltanatın İlgası ile başlayan, İnkılab Kanunları ve Kararlarının kronolojisine bakıldığında, kolayca anlaşılır. Bu tapuyu verenler, Türk Milleti’nin dininden, diyanetinden, tarihinden, kültüründen, ecdadından, sağlam aile yapısından, gelenek, örf ve adetlerinden, hatta günlük kisve=kıyafetlerinden bile koparılmasını şart koşmuşlardır.

1921 Teşkilat-ı Esâsiye Kanunundan “Devletin dini din-i İslâm’dır” maddesi çıkarılarak Devlet dinsizleştirilmiş, Şer’iyye ve Evkâf Vekaleti lağvedilerek Cumhur’u teşkil eden Millet şerîattan uzaklaştırılmış, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile dinî ilimlerin ve din eğitimi ve öğretiminin önü kapatılmış, Harf İnkılabı ile bu millet bin yıllık tarihinden koparılmış bir gecede bir milletin tamamı okuyamaz-yazamaz hale getirilmiştir. Bir millet, kisvesiyle= kıyafetiyle, Hristiyanlara benzesinler diye, manasız, mantıksız, bir şapka kanununu çıkarılmış, Milletimiz fertlerine zorla giydirilmiş, şapka giyme kanunu çıkarılmadan iki sene önce, “Firenk Mukallidliği” “Tesettürü Şer’î” kitaplarını yazan, büyük alim, İskilibli Atıf Muhammed Hazretleri, kanunlar makabline şamil olmadıkları halde, şapka inkılabına muhalefet ettiği gerekçesiyle, İstiklal Mahkemesi çetesi tarafından idam edilmiştir. Mezalim bununla da kalmamış, Konya’da, Rize’de, merkepleriyle pazara giden yüzlerce köylü, “Şapka’ya Muhalefet Nümayişine katılmak için şehre geldikleri gerekçesiyle idam edilmişlerdir.

Ayasofya’nın, Mütârekelerin ve Lozan Sulh Antlaşması’nın şartlarından birisi olduğu iddiamızın sübutu sadedinde; Ayasofya’nın ibadete açılması istikametinde, Yargıtay Onuncu Dairesinin, Ayasofya’nın müzeye tahvili için çıkarılan 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararını iptal etmesi, 10 Temmuz 2020 tarih ve 2729 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnâmesinin Resmî Gazetede neşri üzerine, Ayasofya’nın ibadete açılması üzerine en sert tepkiler, Lozan Sulh Antlaşmasında taraf olan, gözlemci olarak bulunan ya da boğazlar rejimiyle ilgili olarak katılan devletlerden ve bu devletlerin kiliselerinden gelmiştir. İlk reaksiyon okyanus ötesinden, ABD’nin Dışişleri Bakanından gelmiştir. Sırasıyla, Lozan’a taraf olan Fransa, İtalya, pek tabiî Vatikan ve Papa, Papa Ayasofya’yı düşündükçe üzülüyormuş! Biz, seksen sekiz senedir derin üzüntü içindeydik, Bay Papa biraz da siz üzülünüz...

En sert aksü’l-amel, her meselede olduğu gibi, yine komşumuz, Yunanistan’dan gelmiştir, Yunan Başbakanı, Dışişleri Bakanı ve Selanik Ortodoks Başpiskoposu, hadlerini aşan sözlerle Ayasofya’nın ibadete açılmasını kınama cüreti göstermişlerdir. İçimizdeki Yunanlıları, Hollandalıları ve de Fransızları hiç hesaba katmıyorum. Ancak, aşırı sol bir televizyon kanalında, katıldıkları bir programda, Papa’dan, Patrikten ve Başpiskoposlardan daha ziyade ifadelerle Ayasofya’nın ibadete açılmasına karşı çıkan, sözde İlâhiyatçılar, zındık ve mülhid, Prof.Dr. Fahri Kırbaşoğlu ile, Prof.Dr. Abdülaziz Bayındır’ı şiddetle kınıyorum. Bakalım bundan sonra Türkiye’de Müslümanların arasına hangi yüzle çıkacaklardır.

Ayasofya’nın ibadete açılması, İslâm aleminde sevinçle, coşkuyla, tekbir nidalarıyla ve şükür namazlarıyla karşılanmıştır. Ancak, zamanımızın Firavn’cuğunun memleketi Mısır’ın sözde, Câmiatü’l-Ezher, uleması, “Sarıklı masonlar,” “Ayasofya’nın gasp edildiğini gasbedilen yerde namazın caiz olmayacağı fetvasını vermişler. Bu yazı yazılırken, televizyon kanallarına bir haber düştü. Habere göre, Alman bir papaz, “Ayasofya’nın ibadete açılmasından hiç bir Hristiyan üzülmemeli, Papa’nın üzüntüsünü yadırgıyorum, hiç bir Hristiyan bir kiliseyi daha kaybettik dememeli, nihayet ibadete açılan Ayasofya’da, Allah’a, davet edilecek, Allah’ın adı zikredilecektir. İbadete açılması gerçek Hristiyanlar için de müze olarak kalmasından daha hayırlıdır” diyor...