İTTİHAD VE TERAKKÎ BAKİYESİ TEK PARTİ MÜTEGALLİBE CHP’NİN HİÇ DEĞİŞMEYEN ZİHNİYETİ!

14 Mayıs 1950’de beyaz bir devrimle iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk işi, Ezan-ı Muhammedî’yi aslına döndürmek olmuştu. Hatta kanun TBMM’nde henüz değiştirilmemişken merhum Menderes’in ”Bundan sonra memleketimizde Ezan-ı Muhammedî Türkçe değil, aslına uygun olarak okunacaktır, okutturulacaktır.” tarzında bir beyanatta bulunması üzerine, Anadolu’nun pek çok yerinde imamlar ve müezzinler aslına uygun ezan okumaya başladıkları için polis merkezlerine, adliye koridorlarına sevk edilmişlerdir. Bunun üzerine Türk Ceza Kanunundan ”Ezanın aslına uygun olarak okunmasını cezalandıran maddenin iptalini derpiş eden teklif komisyonlardan alel acele geçirilmiş, TBMM Genel Kuruluna indirilmişti. Prosüdürler yerine getirilmiş teklif oylamaya sunulmuştu. Demokrat Parti TBMM’nde zaten kahir bir ekseriyette bulunduğundan teklif kabul edilecekti.Teklife, bu celsede bulunan az sayıda CHP milletvekili de müsbet rey vermiş ve teklif ittifakla kabul edilmişti.

18 yıl aradan sonra Ezan-ı Muhammedî’nin aslına uygun olarak okutulmaya başlanması, İttihad ve Terakkî bakiyesi, tek parti mütegallibe CHP zihniyetinde olanlar tarafından ”Menderes’in kendi zihniyetlerine, devrimlere, ilke ve inkılaplara ihaneti olarak değerlendirilmiş, kendisini idama kadar götüren sebeplerin en başında bu ezan meselesi gelmişti. 27 Mayıs 1960 Darbe-i Hükûmetini gerçekleştiren subaylar bilahere açık açık ”Ezan’ın aslına uygun okutulmaya başladığı andan itibaren Menderes Hükûmetini bir darbe ile al aşağı etmeye karar verdik” demişlerdir. Tek parti mütegallibe CHP ezan meselesini hiç unutmadı ve affetmedi.

30 Mayıs 1960 tarihinde teşekkül eden İhtilal’in lideri Cemal Gürsel riyasetinde kurulan bakanların     hepsi CHP’li olan hükumet memleketimizin bunca işi arasında en önemli faaliyet olarak ezanın yeniden Türkçe ”Tangır-tungur” okutmayı gündemine almıştı. Kuruluşundan itibaren seleflerinin rejimin emrine tahsis ettiği Diyanet İşleri Riyâsetini yeniden ehl-i sünnet rayına oturtan merhum Ahmed Hamdi Akseki’nin irtihali üzerine Menderes Hükumeti tarafından 12 Nisan 1951 tarihinde Diyanet İşleri Reisliğine getirilen bahir alimlerimizden Eyüp Sabri Hayırlıoğlu ihtilalcılar tarafından, şahsiyetine, yaşına ve makamına hiç uymayan bir tavırla evine gönderilmiş, yerine bir başka bahir alimimiz, İstanbul Müftüsü merhum Ömer Nasûhî Bilmen 19 gün sonra 29 Haziran 1960 tarihinde Diyanet İşleri Reisligine tayin edilmişti. Bu hükûmetin maksadı ezan yeniden Türkçe okutturulmaya  başlanınca halkın aksü’l-amelini, reaksiyonunu, şevketini, büyük alim Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretlerinin göndereceği bir tamim, vereceği bir fetva ile kırılmasıydı. Erzurum’lu hemşehirlisi devlet ve hükumet başkanı, Orgeneral Cemal Gürsel, bizzat telefon ederek Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretlerine Diyanet İşleri Reisliği’ni teklif etmiş, kabul etmesi hususunda ısrarda bulunmuştu. Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretleri de bir başkasının yerine tayin edilmesi halinde bu ihtilalcilerin emellerine hizmet edecek ve nice nice dinî tahribata sebebiyet verecek birisine mani olmak için istemeye istemeye kabul etmişti.

Burada emsalsiz bir kadirşinaslık, vefa ve nezaket misali bir davranışı kayda geçirmek isterim. Ömer Nasûhî Bilmen efendi hazretleri Diyanet İşleri Reisliğini kabul etmiş, İstanbul’dan Ankara’ya uçakla gitmişti. Ankara Esenboğa Hava Meydanında kendisini Diyanet İşleri Reisliğine götürmek üzere Hava Meydanında karşılayan şoföre: “Çocuğum, sen daha evvel de diyanette mi çalışıyordun yoksa yeni mi vazifeye başladın? Diye sorar. ”Uzun zamandır diyanette çalışıyorum efendim” cevabını alınca, öyleyse Diyanet İşleri Reisimiz muhterem Eyüp Sabri Hayırlıoğlu Hocamızın evini biliyor olmalısın. Evet” biliyorum efendim. ”Şimdi sen beni Diyanet İşleri Reisliği’nden önce Eyüp Sabri Hayırlıoğlu Hocamızın evine götür. Şoför Hava Meydanından doğruca Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretlerini Eyüp Sabri Hayırlıoğlu Hocanın evine götürür.

İki bahîr alim, iki denizin birleşmesi gibi birleştiler, muanaka ettiler, hoş beşten sonra Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretleri ”Aziz ve Muhterem Hocam! Zât-ı âlî’nizin yerine, Diyanet İşleri Reislik Makamını kabul etmem için, Devlet ve Hükûmet Başkanının, Hükûmetin, Hademe-i Hayrat çevrelerinin ısrarlı talepleri vardır. Sizin izniniz, muvakatınız ve rızanız yoksa ben asla kabul etmeyeceğim, ilk uçakla İstanbul’a avdet edeceğim. Ancak, tasvibiniz, mutabakatınız, rızanız olursa kabul edeceğim. ”Eyüp Sabri Hayırlıoğlu Hoca ”Ömer Nasûhî Efendi” Ben hem yaşlandım, hem çok yoruldum, ihtilalciler vazifeme son vermeseydiler bile emekliliğimi talep edip köşeme çekilecektim.” Lütfen kabul et aksihalde liyakati ve ehliyeti bulunmayan, üstelik rejmin emrinde dini merkezinden tahrip edecek birisi bu makama getirilirse  Aziz Milletimizle birlikte siz de, ben de çok üzülürüz.

Ömer Nasûhî Bilmen efendi hazretleri vazifeyi kabul etti, vazifeye başladı. Tek parti mütegallibe CHP zihniyetindeki ihtilalcilerin teklif ve baskılarına dayanamayarak ve onların din ve diyanet üzerine yapacakları şenâete alet olmamak için, makamda sadece on ay altı gün kalarak istifa ederek İstanbul’a avdet buyurmuştur.

Rejimin Kemalizmin ideoloğlarından Ziya Gökalp ”Bu Millet Türk’tür, ezanı da Kur’ân’ı da Türkçe okunmalıdır.” diyordu.

Aziz Milletimiz, Allah’ın lütfu ve inâyetiyle, İttihad ve Terakkî artığı tek parti mütegallibe CHP’yi bugüne kadar tek başına iktidar yapmamıştır. Kıytırık koalisyonlarla benzeri partilerle kurduğu hükumetler, ihtilal sonraları vesayet dönemlerinde başörtüsü zulmü, İmam-Hatip Liselerinin orta kısmının kapatılması, Kur’ân Kurslarına (4+4 eğitim mecburiyeti gerekçesiyle) başlama yaşının 16 yaşına çıkarılması gibi zulümler yanında imkan ve fırsat bulsalar Kur’ân’ı, din derslerini yasaklarlar ve hiç tereddüt etmeden Ezan-ı Muhammedî’yi Türkçe eskiden olduğu gibi ”Tangır-tungur” okuturlar. Her yıl 17 Aralık’ta devletimizin en üst makamında bulunan da dahil, rical-i devletin iştirakıyla yapılan Şeb-i Arus merasimi pandemi gerekçesiyle bu yıl yapılamamıştır.

İBB, güya kültürel faaliyetler babından, Hazreti Mevlâna, Mevlevî’likle uzaktan yakından hiç bir alaka ve münasebeti olmayan şehvet düşkünü, cinsî sapkın birisine, Mevlânâ İhtifali siparişi vermiş, bu cinsî sapkın, menfur, iğrenç emellerine alet ettiği zavallı kızcağızları rakkâseleri Semâzenne kıyafetleriyle ortaya sürmüş, ömründe secdeye varmamış, Allah dememiş soytarıları semâzen olarak meydana çıkarmış ritüel sırasında okunması gereken ayetler, dua, tesbihat ve tehlilat, hatta İslâm dinine inanmayanların bile dillerine pelesenk ettikleri ”Allah” lafzını ve tekbiri bile ”Tanrı” “Tanrı Büyüktür” diye seslendirmişlerdir. Mevlevîliği, İslâm’ın dışına taşıma faaliyetleri cümlesinden bir Sebetaist, Yahudî, kırk yıl müddetle postnîşin olarak Mevlevîliği esâsâatından uzaklaştırmak için çalışmış fakat İstanbul Büyükşehir Belediyesinin yaptığı şenâet kadar Mevlevîliğe kötülük yapamamıştı.

Allah muhafaza buyursun yarım yamalak, kör topal, bazı belediyelerde iktidar olduklarında bu denli şenâeti irtikap edenlerin, bir de devletimizin idaresine geçtiklerinde neler yapabileceklerini bir düşünün! Kılık kıyafet yasağı geri gelir, İmam-Hatip Mektepleri, Kur’ân Kursları kapatılır, ezan Türkçe okutturulur, hatta dualar, hutbeler Türkçe okutulur, ibadetlerin bile Türkçe eda edilmesi emrolunur.

Baksanıza tek parti mütegallibe mensupları çıktıkları tv kanallarında muzmarlarındakini izhar ile geriye dönüleceğini, bu sürede Müslümanların kazandıkları her şeyin geri alınacağını açık açık ifade etmekten çekinmiyorlar...