İTTİHAD VE TERAKKÎ BAKİYESİ CHP’NİN HİÇ DEĞİŞMEYEN ZİHNİYETİ!

CHP tek parti mütegallibe, iktidarda kaldığı 27 yıllık dönemde “Uşr’ü” (İslâm Hukukunda zirâî mahsûlâtın zekatını ifade eden “Onda bir” demek olan İslâmî, fıkhî bir ıstılahtır (terimdir). Bile bir zulüm vasıtası haline getirip köylünün elinde avucunda ne varsa, girmediğimiz 2.Cihan Harbi bahane edilerek âşâr vergisi adı altında gaspetmiş, insanları aç sefil bırakmış, süpürge otundan,fındık kabuğundan sözde ekmek yapıp, çocuklarına yedirmek mecburiyetinde bırakılmışlardı.Tek parti mütegallibenin bu 27 yıllık müddette, inanılmaz mezalimi saymakla bitmez.

14 Mayıs 1950’de Aziz Türk Milleti bütün dünyayı hayretler içerisinde bıraktığı bir “Beyaz Devrim” yaptı. ”Yeter Söz Milletindir” sloğanı ile, millet CHP tek parti mütegallibeyi al aşağı etti, karşısında bulunan, tam istediği gibi olmasa da, liderleri tek parti mütegallibenin içerisinden çıkmış olmalarına rağmen. Karşısındaki muhalifi partiyi iktidara taşıdı. 14 Mayıs 1950 seçimi ekseriyet sistemiyle yapılmıştı. Seçimler neticesinde DP (Demokrat Parti) illerin ekseriyetini aldı. TBMM’nde 408 milletvekilliği CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) bazı illerde çoğunluğu temin ederek 69  milletvekilliği, MP (Milet Partisi) sadece 1 milletvekilliği, Kırşehir’de merhum Osman Bölükbaşı kazanmışlardı. Demokrat Parti TBMM’nde öylesine kuvvet kazanmıştı ki, merhum Menderes, Demokrat Parti Grubuna hitaben: ”Siz öyle bir kuvvete sahipsiniz ki, isterseniz, saltanı da hilafeti de geri getirebilirsiniz” demişti.

Aziz Milletimizin inanılmaz derecede destek verdiği parti, tek parti mütegallibenin bütün mezalimini ters yüz edip Aziz Milletimize bütün haklarını geri verebilirdi. Heyhât! Sadece 18 yıl müddetçe “tangır-tungur” okutulan Ezan-ı Muhammedî’yi aslına irca etmekle iktifa etmiştir.

Denilebilir ki yazdıklarınız, söyledikleriniz, eski CHP’nin eseridir, günümüz CHP’si niçin bunlardan sorumlu tutulsun? Hem sonra yine 1947’de CHP döneminde, Ankara Üniversitesine bağlı bir İlâhiyat Fakültesi kuruldu, mekteplere din dersi konuldu, İmam-Hatip Mekteplerinin açılmasına karar verildi. Pekiyi! Bunlara ne diyeceksiniz?

Ayasofya Camii Kebir’i Fatih’in kılıç hakkı, vakfiyesi, vakfiye şartlarını hiç bir kimsenin değiştiremeyeceği bir vakfiye ile kıyamete kadar ibadethane-cami olarak vakfedilmişken, takriben dört yüz seksen sene cami olarak ibadete açık kılmışken, CHP tarafından 1932’ de fiîlen, 1934’de bir Bakanlar Kurulu kararıyla hukuken müzeye tahvil edilmiş, ibadete kapatılmıştır.

24 Temmuz 2020 Cuma günü Danıştay’ın kararı, Reisi cumhur’un kararlı tutumu ve Başkanlık Kararnamesi ve Aziz Milletimizin % 90’a yakın kahir ekseriyetinin iradesiyle ve hepsinin ötesinde Allah’ın lütfu-keremiyle 88 yıl sonra ibadete açılmıştır.

Yeni CHP, Ayasofya’nın ibadete açılmasına doğrudan ve açıktan muhalefet etmemekle birlikte, mırın-kırın etti. En safderun CHP’liler bile açılmasına açılsın da, siyasete alet edilmesin” dediler. CHP’li bir milletvekili: ”Ayasofya’nın ibadete açılması bir yana, derhal Sultanahmed Camii de müzeye tahvil edilsin” dedi. Televizyon münazalarına katılan CHP sözcüleri “Eyvah! Ayasofya ibadete açılınca bütün Hristiyanlık Dünyasını, ABD’yi, Avrupa Birliğini karşımıza aldık, ekonomimiz batacak, milletler arası münasebetlerimiz çok ciddi yara alacak. İçlerinden devrimler, inkılaplar! diye tepinenler de oldu. Demek ki CHP’de değişen bir şey yok.

CHP’nin yalnız Aziz Milletimize değil, bütün İslâm alemine yaptığı en büyük zulüm ve ihanet, Ezan-ı Muhammedî’yi aslı gibi okutmamak, Türkçe okutmaktır.

TÜRKÇE EZAN MESELESİNİN ASLI NEDİR?

          “Meşhurdur ki, fısk ile olmac cihan harab.

            Eyler anı, müdâhane-i aliman harab...

Hafız Sadeddin Kaynak, hafız Ali Rıza Sağman ve hafız Yaşar Okur’un da aralarında bulunduğu, İstanbul’un meşhur hafızlarından yedisi,1932 yılının Ocak ayının başlarında, Dolmabahçe Sarayında Mustafa Kemal’i ziyaret ederler. Kendisine ”Efendim, siz medreseleri, tekke ve zaviyeleri kapattınız, Türk Medeni Kanunu’nu kabul ettirdiniz, Harf Devrimini, takvim değişimini, rakamların değişimini getirdiniz. Bu devrimlerin tamamlanması için Ezanın,Kâmetin, Kur’ân’ın, hutbelerin, duaların Türkçe okurmasını teklif ve talep ediyoruz” diyorlar.

Mustafa Kemal önce bu teklifi ihtiyatla karşılıyor “Bu nasıl olacak, öyleyse ezan nasıl okunacak, aranızda bir çalışma yapıp bana getiriniz”diyor. Bir kaç gün sonra geliyorlar “Tanrı Uludur, Tanrı Uludur” diye başlayarak Türkçe ezanı arz ediyorlar. İlk tertibde ”Haydin felaha, haydin felaha” tarzında okunan ”Haydin kurtuluşa, haydin kurtuluşa! “ tarzındaydı. Orada hazır bulunan devrin Riyaset-i Cumhur, Kâtib-i  Umûmîsi ”hafız efendiler! siz ne yapıyorsunuz? Bilindiği gibi, İstanbul’un Beyoğlu yakasında daha ziyade Rum ve Ermeni vatandaşlarımızın oturduğu semtin adı ”Kurtuluş”tur. Minarelerden ”Haydin kurtuluşa! Haydin kurtuluşa!“ diye bağrılırsa, insanlar Kurtuluş’ta herhangi bir şey dağıtılacağını zannederek oraya koşarlar. Bu ikaz üzerine, başkaca bir kelime-cümle bulamadıkları için ”Haydin Felaha! Haydin Felaha!“ olarak kalmıştır. Görüldüğü Türkçe Ezan meselesinin hazırlık safhası bile böylesine gayr-i ciddî ve trajikomik sahnelere şahid olunmuştur.

Hafız Efendiler, müdahanede öylesine ileri gitmişler ki ”Hafız Sadeddin Kaynak, Paşa Hazretleri! “Emir buyurun, hatipler minberlere frak giyerek çıksınlar, hutbeler tamamen Türkçe okunsun, namazlar Türkçe kıldırılsın, sadece ezan değil, kâmet de, tezbihat ve dualar da Türkçe olsun” demişti.

Mustafa Kemal ”Hafız Efendiler! Şimdilik Ezanla iktifa edelim, bu millet şimdilik daha fazlasını kaldıramaz” deyip kesip atmıştı.

Türkiye’de ilk Türkçe ezan, 22 Ocak 1932 tarihinde, İstanbul-Sultanahmed, Yerebatan Caddesi  üzerindeki, Üskübî İbrahim Ağa Camiinde, Hafız Yaşar Okur tarafından okunmuştur. Aynı gün hafız Sadeddin Kaynak, Fatih Camiinde akşam ve yatsı ezanlarını Türkçe okumuş, akşam namazını da Türkçe kıldırmıştır.

18 Temmuz 1932 tarihinde TC Diyanet İşleri Başkanlığı bir tamim ile bütün Türkiye’de bu tarihten itibaren ezanın Türkçe okunacağı aksine hareket edenlerin cezalandırılacağı, hademe-i hayrata ve bütün Türk Milletine duyrulmuştur. Buna rağmen, yer yer Ezan-ı Muhammedî’yi aslına uygun okuyanlar da çıkıyordu. Diyanet İşleri Reisliği bir başka tamim ile ”Dahiliyye Vekâlet-i Celilesinden gelen bilgilere göre bazı yerlerde ezanın Arapça olarak okunduğu anlaşılmıştır. Aksine davrananlar şiddetle cezalandırılacaklardır” diye hademe-i hayratı tehdit etmişti. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı, Refik Saydam’ın Başbakan olduğu 1941 yılına gelindiğinde ki 1932’den 1941 yılına kadar ezanın Türkçe okutulması tamimlerle, tehditlerle, polis ve Jandarma baskısıyla sürdürülmüş, fakat aksine davrananlar, ezanı aslına uygun olarak okuyanlar için herhangi bir cezâî müeyyide uygulanamıyordu.  1941 yılında, 4055 sayılı bir kanunla Türk Ceza Kanununun 526.maddesine bir madde ilave edilerek, aslına uygun ezan okuyanlara 3 ay hapis, 10 TL’den, 200 TL’ye kadar para cezası verillmesi kabul edilmişti. Ayrıca verilen hapis cezasının paraya tahvil edilemeyeceği, tehir de edilemeyeceği hükme bağlanmıştı...