Kardeş - 26.11.2019, 14:03

“Yine Tavuk Burgerler’de çalışan bayanların çoğunun başı açık, modern giyimli... Yine, başka konular da var ama neden böyle oluyor? Biz Ehl-i Sünnetin kala’sı olarak yaptığımız her işi tem Ehl-i Sünnete uygun olarak yapmamız gerekmez mi? Ben mi yanlış algılıyorum acaba! Eğer ki Ehl-i Sünnete uygun yapılamıyorsa o zaman oradan gelen paralarla talebe okutuluyor. Şimdiki zamanda me’zun talebe ise eski me’zunlara kıyasla biraz farklılar. Yurt’larda fazla talebe yok, hoca’lar deseniz, onlar da haklı olarak kendi maaş’larını te’min için, kermesi kermes üzerine düzenliyorlar. Merhum Kemal Bey Ağabey zamanında böyle değildi. Ben mi yanlış düşünüyorum, acaba! Aydınlatırsanız, sevinirim.”

“Kardeş,” Remzini kullanarak yorum yapan ve sualler tevcih eden pek değer’li kardeşim. Yorum’larınıza ve tevcih ettiğiniz suallere tam ve tafsilatlı cevap vermeye kalksam, Ansiklopedi büyüklüğünde bir kitap yazmam gerekir. Ama, yine de mücmelen, ba’zı yorum ve suallerinizi cevaplandıracağım.

Yorumlarınız, tevcih ettiğiniz sualler arasında, Benim, “C.İ.T.”ler dediğimi, (Cemaat İktisadî Teşebbüs’leri) Ticarî, şirketler var, -Türkiye’nin en pahalı hastahane’lerinden birisi olan Hastahane de bu ticari şirketlere dahildir.- sık sık düzenlenen kermes’ler var. Kurslarda-yurt’larda talebe azlığı var... Aziz Kardeşim, bir zamanlar (K.İ.T.)’ler vardı, (Kamu İktisadî Teşebbüs’leri) bunlara, arpalıklar denilirdi. Seçimi kaybeden milletvekilleri, kimi iktidar yalakası, bürokratlar, liyakatlarına ve ehil olup-olmadıklarına bakılmaksızın buralara ta’yin edilirler ve bu kuruluşlar sürekli zarar ederlerdi. Kapatıldılar  ve Devletimiz büyük bir zarardan kurtuldu. “B.İ.T.”’ler, (Belediye İktisadî Teşebbüs’leri), bu şirketler halen, faaliyette olup, Belediye Başkanlarının, mensup oldukları partinin asalaklarını ta’yin ettikleri, A.T.M., Me’muru ve işçilerinin çalıştığı kuruluşlardır. Cemaat İktisadî Teşebbüs’leri de, layık ve ehil olanlar değil de, kişiliksiz, çapsız, “Evet efendim, sepet efendim”ciler tarafından idare edildikleri için hep zarar ederler ve Cemaat mensupları bu zararları kapatırlar. Bizim Camia’mız ve Cemaatimiz, herhangi bir Hükm-ü Şahsiyyet olmadığı için doğrudan herhangi bir Ticarî ve İktisadî kurum ve kuruluşa sahip değildir.

Fazilet Neşriyat ve Ticaret Anonim Şirketi, kurucularından olduğum ve kuruluşunda emeğim geçtiği için biliyorum, binlerce ortağı olan, halka açık bir Anonim Şirkettir. Kurucu’larının sayısı bile 33 kişiydi. Diğer şirket ve teşebbüs’lerin kağıt üstünde ortakları, sahipleri kimlerdir, bilmiyorum. Faaliyet gösterdikleri illerin Ticaret Oda’larından, Ticaret Sicillerinden öğrenilebilinir. Muhtemelen, bu şirketlerin sahip ve ortakları, İdareci ve onun tespit ettiği kağıt üzerindeki ortaklarıdır. Cemaat İktisadî Teşebbüs’lerinde umumî kaide, Teşebbüs kâr ederse idarecinin ve kağıt üzerindeki ortaklarının, zarar etmesi durumunda ki, -hep zarar ederler,- zararı, Cemaatin tamamı karşılar...

Hastahane Mes’ele’sine ayrı bir fasıl ayırmamız gerekiyor; Selçuklu ve Osmanlı Devleti Aliye’lerimizide, büyük vakıf külliye’leri içinde, Dârü’ş-Şifa’lar bulunuyordu. Buralarda, hastaların şifa bulması için gerekli bütün gıda, ilaç ve ekipmanlar bilâbedel karşılanıyordu. 1842 yılında Bezmialem Valide Sultan tarafından kurulan ve “Hastahane” ta’birinin kullanıldığı, “Guraba-i Müslimin” Vakıf Hastahane’sinin vakfiye’lerinde, “Bir baş soğan bir Osmanlı lirası bedelle bile olsa, hekimlerin reçeteleri, telkin ve tavsiyeleri yerine getirilecektir. Hasta, bi’iznillah! Şifa bulunca, bir hekim ve bir yardımcı eleman ile Memleketine götürülecek, nekahet döneminde hastaya nasıl bakılacağı ailesine tatbikî olarak gösterilecektir,” tarzında kayıd’lar ve şartlar yer almıştır.

Aziz Kardeşim. Bizim Kültürü’müzde, -Türk- İslâm kültür’ünde, Ticarî maksad’lı hastahane açmak, işletmek yoktur. Herhangi bir Ticarî müessese’nin bir konusu vardır, bir de muhatap kitlesi vardır. Ticarî bir hastahane te’sis ettiniz, konusu, “Maraziyyat” her türlü hastalık, muhatap kitlesi, “Marizîn-Marîzat,” (Bütün hasta erkekler ve kadınlardır.) her bir ticarî  kurum ve kuruluş, müşterilerinin artması için gayret sarf eder, reklâmını yapar, artması için du’a eder. Ticari maksad’la hastahane te’sis eden hastahane sahibi, “Yâ Rabbî, insanları hasta et de, bana gelsinler, müşterim olsunlar ben de çok para kazanayım,” mı diyecektir? İnsanların sıkıntılarından, dert ve hastalıklarından para kazanmayı düşünmek  ve bu yolda teşebbüste bulunmak, meşrû’ değildir, ahlâki de değildir. Hastahane’de çalışan bayan hekimlerin başı açıkmış, modern giyiniyorlarmış, estetik ameliyat yapılıyormuş, bunların hepsi teferruat. Üzerinde durulması gereken bunlardan çok, sizin ta’rif ve tespitinize göre, Ehl-i Sünnet’in kala’sı olan, -olması gereken,- bir Cemaat ve Camia,niçin meşrû’ ve ahlâkî olmayan, Ticarî bir Hastahane açar, işletir ve işletmeye devam eder...

Burada, tarihe, gelecek nesillere, bu nesiller arasında bilhassa, İmam-ı Rabbânî Evladına ve geleceğin tarihçilerine bir emanetim vardır;

Merhum Hasan Gümüşsoy, Merhume Sevim Gümüşsoy çifti, Üsküdar, Bulgurlu, Libadiye Caddesi  üzerinde, -Şimdilerde, “kırklar” denilen mevki’i de satın aldıkları 20 dönümlük bir araziyi, üzerine, yurtlarda kalan Kur’an Kursu ve İmam-hatip talebesinin, diğer fakir ve miskinlerin tedavî edilecekleri bir Vakıf Hastahanesi te’sis edilmek şartıyla vakfetmişlerdi. Hastahane binasının inşaatını kendileri üstlenecekler, ekipman ve tıbbî teçhizat, kuzenleri de olan Merhum, Vehbi Koç tarafından bağışlanacaktı. Gümüşsoy Çifti, ayrıca, Kadıköyü, Hasanpaşa’da bulunan çok değerli bir arsalarını da bu vakıf Hastahanesine irad getirmek üzere vakfetmişlerdi.

Ertuğrul Alemdar, -Alemdar Ailesi, aslen Makedonyalı olup, Türkiye hicret ettikten sonra bir müddet, İstanbul-Fatih, Çarşamba’da, Beyceyiz Mahallesinde, Süleyman Hilmi Silistrevî, (K.S.) Efendi Hazret’lerine komşu olmuşlardı. Aile’ler birbirlerini yakından tanıyor, çocuklar küçük yaşlarda, beraber oynamışlar, beraber okula gitmişlerdi. İstanbul Çengelköy’ü, Bekar deresindeki yurdu ve mescidi, Merhum, Abdurrahman Türk’ün bağışladığı arsa üzerine, valideleri, Hâce Samiye Alemdar Merhume yaptırmıştı.-İstanbul Ümraniye, Sanayii Bölgesinde, Elektrik Saati üretmek üzere, fabrika kurmak için geniş bir arazi almıştı. Proje bilahare, Bozhüyük’e kaydırılmış, civardaki emsali gibi, buraya büyük bir Sanayi Sitesi kurmayı tasarlıyordu. Kendisinin saygı duyduğu, hiç kırmadığı-kıramadığı, uzun yıllar beraber iş yaptığı, Merhum, Ali Hayıroğlu’nun ısrarı üzerine, camii ve Kur’an Kursu yapılmak şartıyla vakfetti.

Merhum Hasan Gümüşsoy ve Merhume Sevim Gümüşsoy’un ömürleri yetmedi, Hastahane inşaatı henüz başlamadan vefat ettiler. Merhum, Ertuğrul Alemdar, uzun yıllar bekledi, “siz başlayınız, yetişemediğiniz yerde biz tamamlarız,” diye haber gönderdi. Kanser’den çok muztarip bir vaziyette, hastahane’de yatıyorken, oğlunu gönderdi. Oğlu, arsanın yanına geldiğinde, gördüklerine inanamadı, inanmak istemedi. Arazi, çok cüz’î  bir kira bedeli mukabili, yabancı bir çimento fabrikasına, Hazırbeton Santralı olarak kiraya verilmişti. Ertuğrul Bey’i ve oğlunu asıl kahreden ise, bu çok büyük arsa’nın sembolik bir bedelle kiraya verilmesiydi. “Haber verilseydi, bu bedelin en az on katını biz hibe olarak verirdik” demişlerdi. Bu haber, Ertuğrul Alemdar Bey’i kanserden beter kahretti ve kısa bir müddet sonra ebediyyete intikal etti.