HAZRETİ ÜSTAZIMIZA MÜCAVİR, MEDFUN, İHVAN VE AHAVÂT!... (10)

HACI, FEHMİ DURDU: Aslen, Tirebolu’lu, (1914) doğumlu, (1974) yılında vefat eden, Hacı, Fehmi Durdu, bilahere, Düzce’de iş tutmuş ve Düzce’ye yerleşmişti. Kendisi, Batı Karadeniz’de, Cumayer’li, (şimdilerde Cumaovası) Merhum, Hacı Ahmed Şen ve Bartın’lı, Hacı, Lütfullah Kocabaşoğlu ile birlikte, Mürşid-i Kâmil ve Müceddid’e ilk intisap edenlerdendi. Bolu, Düzce ve Akçakoca’da, açılan ve yüzlerce talebe yetiştiren, Kurs’larımızın, açılmalarına ve tedrisata devam etmelerine, maddî-ma’nevî katkısı büyüktü.

Ticaret, Nakliyat ve Turizm’le iştigal ediyordu. Hac ve umre seyahatleri tertip eder, imkanları dahilinde hac ve umre yolcu’larına yardım ederdi.

Ticarette çok cesurdu. Bir zamanlar, yurt dışında çalışan ya da kendi işini kuran Türk Vatandaş’larına, “Permi,” hakkı veriliyordu. Permi hakkı, belli şartları taşıyan Türk Vatandaş’ları, gümrüksüz, vergisiz, nakil vasıtaları, ziraî makine ve edavat ile ev eşyası ithal edebiliyordular. Umumî olarak, bu Permi hakkını işçiler kendileri kullanmaz, başkalarına devr’eder, tabi’î ki, belli bir bedel karşılığında... Permi hakkını elde edenler, Avrupa’nın, bilhassa, Türk İşçilerinin çok olduğu memleketlerine gider, Türkiye’de pazarı olan nakil vasıtalarını, daha ziyade, binek otomobilleri, Zirâî makine ve edevatı ki, daha ziyade, traktör, trenle veya gemilerle, Türkiye’ye   getirirler, galerilerde serbestçe satarlardı.

Bir ara Hacı Fehmi Durdu da bu işi yaptı. “Ticarette çok cesurdu,” demiştim ya, hiç bir yabancı dili konuşamadığı, üstelik, okuma-yazması da olmadığı halde, bir uçtan öbür uca bütün Avrupa Memleketlerini dolaşırdı.

Avrupa’dan her dönüşünde, Düzce’ye gitmeden önce, mutlaka, İstanbul, Üsküdar, Çamlıca, Kısıklı’da bulunan, Ziyarethaneyi ziyaret eder, kendine has, tatlı üslubu ile, seyahatini hikaye ederdi. Avrupa Ülke’lerinden, Yunanistan’a, Yonanistan, Yugoslavya’ya, Yogoslavya, Almanya’ya, Alamanya, Belçika’ya Balçıka, Norveç’e (aslında Norge) fakat biz Norveç, diye kullanıyoruz, Hormaç, derdi ...

Merhum Büyüğümüz, Kemal Kacar Beyağabeyimiz, tebessümle kendisini dinler, zaman zaman da, “İlahî, Hacı Fehmi, hay senin dilini eşek arısı soksun!...” diye kendisine iltifatta bulunurdu.

Hafızam beni yanıltmıyorsa, Hazreti Üstazımızın Merhume, Muhterem’e, Zevce’leri, Hâce, Hafıza Tunahanı Valide Sultanımız’ın, hac fariza’sını, bedeli mukabilinde, Hacı, Fehmi Durdu eda etmişti.

Rabbim, kendisine rahmet-i Vâsia’sıyla muamele buyursun...

HALİL DURDU: Merhum, Hacı, Fehmi Durdu’nun büyük oğlu. (1945-2007), 

SÜLEYMAN HİLMİ DURDU: (13.12.1958- 25.05.2016) Hacı, Fehmi Durdu’nun küçük oğlu. Kendileri, Düzce’de iş tutmuşlar, Düzce’de yaşıyordular. Kendilerini yakından tanıma fırsatım olmadı, ama, babalarına layık birer oğul oldukları, Hazreti Üstazımızın ayak ucuna definlerinin ezelî, nasiblerinden anlaşılmaktadır. Niceleri vardı ki, Karacaahmed Sultan Kabristanlığı’nda, Hazreti Üstazımıza mücavir, mezar yeri aldıkları halde, buralara definleri nasip olmamıştır...

NİHAD TARHAN: (1939-2017) Kendisini, 1963 yılında, Bolu’dan İstanbul’a gönderdiği, Tekamül talebesi vasıtasıyla, gıyaben tanımıştım. Bolu’da, MERHUM Halid Hoca (ma’alesef, soyadını unuttum.) iyi bir ikili oluşturmuşlardı. Halid Efendi, daha ziyade idarî işlerle meşgul olurken, Nihad Tarhan Hoca Efendi, ders okutuyordu. İyi bir müderris olduğu, yetiştirdiği ve İstanbul’a tekamüle gönderdiği talabe’sinden belliydi.

1964 yılının Ramazan ayında, bendeniz, Kütahya-Tavşanlı’ya gönderildim, Nihad Tarhan da, Trabzon’a gönderilmişti. Bayram’da, Ziyarethane’de, devrin Büyüğü, Merhum, Muhterem, Beyağabeyimiz, teker teker, hepimizden, Ramazan-ı Şerif ayının nasıl geçtiğini, neler yaptığımızı, nelerle karşılaştığımızı sordu. Bizler, kısa cümle’lerle anlattık. Nihad Tarhan Hoca, öylesine abartılı bir şekilde, uzun uzun anlatmaya başladı. Dönüşünde, kendisini havalimanı’na getiren otomobil’in, nasıl havaya kaldırıldığından, havalimanı’na kadar kendisini uğurlamak için gelen halkın, ne kadar kalabalık olduğuna kadar... Kendisinden sonra daha istintak edilecek başka arkadaşlarımız da vardı. Beyağabey, sözünü kesmek ve kendisini susturmak mecburiyetinde kalmıştı.

Daha sonraki yıllarda, Yurtdışı hizmetler için, Almanya’ya gönderildi. Hamburg İslam Kültür Merkezi’nde uzun yıllar kaldı. Yıl, 1981 12 Eylül 1980 Darbe-i hükûmetini ta’kip eden yıllar. Parlamento fesh’edilmiş, hükumet düşürülmüş, Cunta, oligarşi, asker ve sivil bürokrasi, mütegallibe her şeye hakim... Millî Güvenlik Konseyi, Parlamento’yu fesh’ettiği halde, Avrupa Parlamento’su Türk Grubunu, Avrupa’ya gönderme kararı aldı. Avrupa Parlamentosu Türk Grubunda, Kemal Kacar, Prof.Dr. Muammer Aksoy, Cevdet Akçalı, Metin Toker gibi önemli isimler vardı. Devir, Sıkıyönetim devriydi, her zaman her şey olabilirdi. Merhum, Büyüğümüz, Kemal Kacar Beyağabeyimiz, Avrupa’da iken, buradan oraya giden herkes yalan-yanlış bir haber götürüyordu.” Güya, ba’zı, Sıkıyönetim Komutanlıklarınca aranmakta olduğu, Havalimanı’na iner, inmez, tutuklanacağı, gibi, kesif, haberler ulaştırılıyordu. Yan bina’dan, Merhum, Mehmed Aktekin Telefonda, Akkoca Bey, burayı teşrif edebilir misiniz? dedi, mühim bir bilgi ve haber olduğunu bildiğim için hemen yan bina’ya geçtim. Bana hiç bir şey söylemeden, Telefon’un ahizesini kaldırdı, uzun uzun numaraları çevirdi, ahizeyi masa’nın üzerine bıraktı, “Buyurun, konuşun,” dedikten sonra, hemen oda’dan çıktı. Ahize’yi kulağıma götürdüğümde, “Alo,” dediğimde karşımdaki ses, Merhum, Nihad Tarhan Hoca’nın sesiydi. “Akkoca Hocam! Selam ve hürmet’lerimi arz’ederim, Beyağabeyimizi takdim ediyorum,” dedi ve ahize’yi Beyağabey’e verdi. Konuştuk, haberler’den bahsetti. “Ağabey, bu sabah Gazete’ye gelmeden, Selimiye Kışlası’na, Birinci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’nda, Sıkıyönetim, Başsavcısı, Albay, Süleyman Takkeci’nin odasında, Sıkıyönetim koordinasyon merkezi vasıtasıyla, bütün Sıkıyönetim Komutanlıklarını ve Talî Komutanlıkları, tarattım, Türkiye’nin hiç bir yerinde, Zât-ı Âlî’nizin arandığına dair, herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Ama, bu demek değildir ki, bundan sonra aranmayacaksınız, devir, olağanüstü hadise’lerin cereyan ettiği bir devirdir, “El-Leyal, Hubla,” (Geceler çok şeylere hamiledir.) Ama, Siz de dahil olmak üzere, Diplomatik,Kırmızı Pasaport’larla ve Devletimizin tahsisatı ile, Yurtdışı’na çıktınız. Dönmemeniz halinde, peşinen suçluluğu kabul etmiş sayılırsınız. Bizim, pek tabi’î, zât-ı âlî’nizin, Devletimize veremeyeceğimiz bir hisabımız yoktur. Nezarete alınsanız bile çok kısa bir zaman zarfında yüzünüzün akıyla çıkarsınız, lütfen dönünüz,” dedim.

“Pekâlâ! Ben dönüş gününü ve saatini sana bildiririm, Yeşilköy Havaalanında, beni karşılarsın, sakın ola da ihmal etmeyesin, her halu-kârda seni orada bekleyeceğim. Dönüş günü ve saati tarafıma bildirildi. Zamanın ve vaziyetin nezaketi dolaysıyla, bendenizden başka, bir kişi otomobili kullanan ve bir başka kişi olmak üzere, üç kişi karşılamıştık. Sağ-salim, Çamlıca’ya, Köşke ulaştırmıştık...

Benim, Merhum, Nihad Tarhan Hoca’nın sesini en son duyduğum, anlattığım bu kısa telefon müklemesidir. Allah rahmet eyleye...