MÜCAHİD- Hocam, bendeniz bu zeminin sıkı bir ta’kipçisiyim. Ayrıca, Zât-âlî’nizi de va’az’larınız, televizyon programlarınız, konferanslarınız ve sohbet toplantılarınızdan yakînen tanıyan ve ta’kip eden birisiyim. Şimdiye kadar herhangi bir yorum yapma ihtiyacı duymamıştım. Çünkü, Meydan-ı gaza’da pek çok gazi sell-i Seyf etmişlerdi. (Kılıç’larını çekmiş muharebe meydanında kılıç sallıyorlardı.)

Sayenizde ve bu zemin’de yorum’larıyla katkı veren Değer’li Kardeşlerimizin gayretleriyle pek çok bilgiye ulaştık, hatalarımızı tashih ettik. Şer’i Şerif’te  sünnet’lerin yerine ikame edilmeye çalışılan bid’at’leri, tasavvuf’ta ve Turuk-u Âliyye’deki bid’at’leri öğrendik. Kısaca, doğru bildiğimiz  yanlışları, yanlış bildiğimiz doğruları sayenizde öğrendik. Bu bakımdan Zât-Âlî’niz başta olmak üzere bu zemine katkı veren bütün Kardeşlerimize şükranlarımızı takdim ederiz.

Yine de yorum yapmayacağım. Fakat  suallerim olacak ve ba’zı hususlarda tavzih talep edeceğim.

Hocam. Ramazan-ı Şerif’in ilk günlerinde, teravih namazı vakti her gece gitmediğim bir camii’in yanından geçerken, bu gece de teravih namazını bu camii’de kılayım dedim, girdim. Mihrab’da, orta yaşlı, kısa boylu, sakallı bir hocaefendi va’az ediyordu. Dikkatlice dinlemeye başladım.

Hoca efendi, “Bir kimse Ramazan’da oruca niyet etse de çok susadığında ya da çok acıktığında, orucunu bozabilir, daha sonra güne gün kaza eder,” dedi.

Bendeniz hayretler içerisindeyken, devam etti. “Ramazan’da, inşaat işçileri, fırınlarda çalışan kürekçiler, dönerciler gibi ağır işlerde çalışanlar da oruç tutmayabilirler, bu işlerinden ayrıldıktan sonra tutamadıkları oruç’larını güne gün kaza ederler,” dedi.

Aziz Kardeşim. Oruca niyet etmiş birisi, şeker yükselmesi, kalp krizi gibi haller’de anî rahatsızlıklara ma’ruz kaldığında, ilaç’la veya kabadan-damar’dan enjeksiyon’la müdahale gerekebilir.

Bu durumlarda orucu bozulacağı için, tabi’î ki, güne gün kaza eder. Ancak, sırf susadığı için veya acıktığı için orucunu bozamaz. Zirâ, orucun hikmetlerinden birisi de susuzluğu, açlığı derinden hissedip, sabredip, yiyecek-içecek bir şeyler bulamayan’ların halini anlamak, empati yapmak, onun yerine kendini koymak değil midir?

“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/153) (Bu ayet-i Kerime’de sabır ile namaz birlikte zikredilmiştir. Müfessirlerin ekserisi, buradaki “Sabır,”dan maksad oruçdur, demişlerdir. Dolaysiyle, oruç, bizâtihî sabır, demektir.

Açlığa, susuzluğa ve şehevânî arzulara karşı sabır.

Diğer taraf’tan, inşaat, fırın, döner-kebap gibi iş sahalarının haricinde daha nice ağır iş sahaları vardır ki, bu alanlarda çalışanlar bile oruç’larını rahatlıkla tutmaktadırlar. Yer altında yüzlerce metre derinlerde, kömür ve maden ocaklarında çalışan Kardeş’lerimizin iftar ve sahur yemekleri enstantaneleri, zaman zaman televizyon kanallarında gösteriliyor.

Geçmiş zamanlarda, inşaat, ziraat sahaları henüz makineleşmeden en uzun Ağustos günlerinde sabah’tan akşama kadar, tırpanla, orak’la, ekin-ot biçenler, inşaat’da, harcı kürekle karıştıran, sonra da 50 kg.’lık harç tenekesini 10’uncu – 15’inci katlara kadar taşıyan inşaat işcileri, hiç aksatmadan oruçlarını tutardılar.

Günümüzde, inşaat’da ve ziraat’da yaygın makineleşme ve teknoloji insan katkısını en aza indirmiştir. Dolaysiyle, günümüzdeki bütün iş sahalarından hiçbirisi oruç tutulmaya mani teşkil edecek zorlukta değildir.

Muhterem Hocam. Zât-ı Âlî’niz, Medya 24 TV kanalında ve camii’lerdeki va’az’larınızda, zekattan bahsederken, “Kurum, kuruluşlar, vakıflar, dernekler, camii, Kur’an Kursu, İmam-Hatip okulu ve diğer hayrî hizmetlere zekat verilemeyeceğini” söylediniz.

Halbuki, memleketimizde ve gönül Coğrafya’mızdaki bütün camii’lerimizde okunan ve Diyanet İşleri Başkanlığı, Din İşleri Umum Müdürlüğünce hazırlanan hutbe’lerde, camii kürsülerinde ve mihrab’larda va’az eden, müftü ve imam-hatipler, Müslüman’lara, Zekatınızı, Türkiye Diyanet Vakfı’na veriniz, diyorlar.

Diğer taraf’tan, başta Kızılay Derneği olmak üzere pek çok kıytırık vakıf ve dernek Müslüman’ların zekat’larına talip’tirler. Ne buyurursunuz?

Aziz Kardeşim. Cenab-ı Hak, zekatın haricindeki diğer farz’ları namaz, oruç, hac gibi ibadet’leri mücmelen farz kılmıştır. Rükûn’larını, şart’larını vakitlerini, Resûlu’llah’ın beyanına, Cibril-ü Emin’in Ta’rifine bırakılmışken, zekat hakkında, Peygamber’in beyanına, Cibril-ü Emin’in ta’rifine bırakılmamış, hususiyle “Masarif-i Zekat, (zekatın kimlere verilebileceği) bizzat Cenab-ı Hak tarafından ta’dat ve beyan buyrulmuştur.

“Sadakalar (zekatlar) Allah’tan bir farz olarak ancak, fakirlere, miskinlere (yoksullara, düşkünlere) (zekat toplayan) me’murlara, (zekat amillerine), kalp’leri ve gönülleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, (müellefe-i Kulûb) (hürriyetlerini satın almaya çalışan) köle’lere, borçlu’lara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolda kalmış yolcu’ya mahsustur. Allah pek iyi bilendir. Hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/60)

Ayet-i Kerime’de, zekat’ların verilebileceği 8 sınıf zikredilmiştir; Fakirler, miskinler, zekat amilleri, müellefe-i Kulûb, köle’ler, borçlu’lar, Allah yolunda cihada çıkanlar ve yolda kalmış yolcular.

Şer’î bir hüküm, husûsî bir ma’na ve husûsî bir sebebe istinaden sabit olmuş ise, o husûsî ma’na, sebep ve illet ortadan kalkmış ise hüküm de nihayete ermiş olur. Her hüküm sebebiyle deveran ediyor. Sebebin zevali ve nihayete ermesiyle hüküm de zail ve müntehî olur.

Asr-ı Saâdet’de, Hazret-i Ebû Bekr ve Hazreti Ömer radiya’llahu anhüma Hazret’lerinin hilafetleri dönemlerinde, zekat müesse’si Müslümanlar arasında yaygınlaşmadığı şartları zekata tabi mallar ve zekat miktarları tam olarak bilinmediği için, zekatlar, zekat amilleri, zekat tahsil me’murları eliyle tahsil ediliyor, Müslümanlardan alınan zekatlar Beytü’l-Malda toplanıyor, hak sahiplerine fakir ve miskinlere dağıtılıyordu.

Hazret Osman radiya’llahu anh Efendimiz’in hilafeti zamanında, İslâmî fetihler ilerlemiş, Medine-i Münevvere servet ve ticaretin merkezi haline gelmişti. Haricî ticaret alabildiğince ilerlemişti. Halkın nakit ve mal ticariyyesini murakabe etmek, zekat miktarını ta’yin ve tespit gerçekten güçleşmişti.

Bu sebeple Halife Hazreti Osman radiya’llah anh tarafından halkın zekatlarını ta’yin ve tespiti ile zekatlarını verebilecekleri yerlere vermeleri kendi ihtiyar ve iradelerine bırakılmıştır.

Bu sebeple de, illet ve sebepler ortadan kalktığı için zekat amilliği hükmü de ortadan kalkmıştır.

Müellefe-i kulûb, gönülleri İslâm’a ısındırılan ve pekleştirilen kimseler, demektir. Beytülmal bütçesinden masarıf kısmına aid  sekiz sınıf’dan birisini de bu müellefe-i kulûb teşkil ediyordu.

Yüce İslâm Dini’nin gurbet yıllarında Allah’ın Resûlü, gönüllerini İslâma ısındırmak ve şer’lerinden korunmak için, Ebu Süfyan İbn-i Harp, Safvn İbn-i Ümeyye, Uyeyne İbn-i Hısn-i Fizarî, Ekra’ İbn-i Hâbis, Abbas İbn-i Mirdas, Malik İbn-i Avf gibi, Kureyş ve Arab’ların kendi aralarında kavim ve kabile’leri arasında nüfuz, kuvvet, şefkat ve teb’ası çok olanlardı. Ba’zıları hakîkaten Müslüman olmuşlardı. Ba’zıları zahiren Müslüman olup hakikatte münafıklar zümresine dahil bulunuyordu. Resûlu’llah bunlara zekattan hisse verirdi.

İrtihal-i Nebî’den sonra müellefe-i kulûb’dan ba’zıları Hazret-i Ebû Bekr’e müracaat edip sehimlerine dair ellerinde bulunan fermanların-karnelerin değiştirilmesini talep ettiler. Halife kendilerine tebdilen yeni fermanlar-karneler verdi. Bunlar Halife’den aldıkları fermanların gereğinin yapılması için Malî işlerden mes’ul, Hazret-i Ömer’e müracaat edip keyfiyyeti arz’ettiler.

Hazret-i Ömer radiya’llahu anh bu fermanları ellerinden alıp yırttı, parçaladı ve ellerinden aldı ve şöyle dedi; “Resûlu’llah’ın Zekat-ı Müslimin’den size bir hisse vermesi, sizi İslâm’a ısındırmak ve bu suretle Din-i İslâm-ı aziz kılmak maksadına mebnî idi. Bugün ise Allah, dini’ni Aziz ve i’lâ etmiştir.

Eğer İslam üzere sabit olursanız ne a’lâ, şayet sebat etmezseniz sizinle aramızı kılıç ayırır.

Bunun üzerine bunlar Ebu Bekr’e vardılar. Hazret-i Ömer’in bu muamelesini arz’ettiler. Ve: “Siz mi Halife’siniz, yoksa Hazret-i Ömer mi?” dediler. Hazret-i Sıddîk da cevaben: “Allah dilerse Ömer de olur,” buyurdu. Hazret-i Faruk’un bu hareketi ve bu kavli ve fi’îl’ini inkâr etmedi. Sonra bu vakıa Ashab-ı Kirâm arasında da şüyu buldu. Ve bunlardan hiçbirisi tarafından red ve inkâr olunmamakla, müellefe-i kulûb’un zekat hissesinden mahrumiyeti hakkında icma-i Ümmet meydana gelmiş oldu.

Günümüzde kölelik de bulunmadığına göre, sebeb zail olduğu için hüküm de ortadan kalkmış olduğundan artık bugün için köle’ler de Masarıf-i Zekattan değildir.

Allah yolunda olanlar, Allah’ın yolunda cihada çıkanlar günümüzde, İslam memleketlerine doğrudan cephe açıp taarruz etmiyor. Ya içinden hainlerin ihanetiyle çökertiyorlar, ya iktisaden ve ahlâken çökertiyorlar. Bu bakımdan açılan cepheye koşup Allah yolunda cihad eden bu zamanda bulunmuyor.

Yolda kalmış olanlar, yol garib’leri: Günümüzde bankacılık sistemlerindeki hamleler, cebinizdeki akıllı telefonlar vasıtasıyla dünya’nın neresinde olursanız olunuz, hesabınıza, birikimlerinize ulaşmanız imkan dahilinde olduğundan artık yolda kalmış, yol garib’leri de Masarıf-i zekattan çıkmıştır.

Geriye ne kalıyor, fakir ve miskinler: Fakirlikle küfr arasında çok ince bir çizgi vardır. Onun için zekatın yegane hedefi fakirliği ortadan kaldırmaktır.

Zekat, Müslüman zenginin, (zekat mükellefinin) yanında fakir’in hakkı, Allah’ın emanetidir. Zekat mükellefi zengin ha zekatını vermemiştir, ha da fakir’in hakkı’nı cebren gasb’etmiştir, çalmıştır, fark’etmez.

Zekat mükellefi’nin “Mal benim değil mi istediğim yere ve istediğim kimselere veririm,” deme hakkı yoktur.

Fakir’in hakkını yalnız fakirlere vermekle mükelleftir. Efendim, yurt’larda, Kur’an Kurs’larında, yatılı okullarda, Kızılay’ın, Diyanet Vakfı’nın diğer vakıf ve derneklerin aşevlerinde de fakirler yemek yiyor, öyleyse bunlara niçin zekat verilmesin, denilebilir.

Ancak, zekatta temlik şarttır. Zekat fakir’in eline teslim edilecek, cebine koyacak, istediği gibi, istediği yerlere sarf’edebilecek...

Bir Müslüman zekatını, zekat verilemeyecek bir yere verirse zekat borcundan kurtulamaz, verdiği nafile sadaka yerine geçer. Nafile olarak verilen bir milyon liralık bir sadakanın ecri, farz olan bir liralık zekatın ecrine bile ulaşamaz.