“YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/22)

- ERTUĞRUL – 11.03.2019, 14:47

“Hocam! Benim burada yaptığım hiçbir yorum size muhalefet için değildir. Sadece bildiklerimi yazıp sizden bizleri tenvir etmenizi temenni ediyorum, hepsi bu. Size i’tiraz edebilmek için en az, sizin kadar veya fevkınizde bir ilme sahip olmak iktiza eder. İlmin başı, “haddini bilmek ve illâ edeptir.” Meselâ, Mevlâna Halid-i Bağdâdî’yi de iyi bildiğimi önceki yorumda yazdım. Bu da size i’tiraz için değildir.” 

Azîz Ertuğrul Beyefendi Kardeşim. “Esteğfiru’llâh!” ilim ehli olmak kim, biz kimiz? Bu zeminde beş yıldan fazla bir zamandan beridir, karşılıklı yorumlar ile “Berîka-i Hakîkatin” ortaya çıkması için, “Müsâdeme-i Efkâr” da bulunuyoruz. Bu zeminde, hiç kimse bir diğerinden daha ziyâde âlim veya daha az alim değildir. Karşılıklı olarak birbirlerimizden çok fâideli ma’lûmat edindik. 

Allah izin verir, bir müddet daha ömür ihsan ederse ve sizlerin de, alaka, iltifat ve i’timadınız devam ederse, birbirimizden öğreneceğimiz çok şeyler olduğuna inanıyorum. Doğru bildiğimiz, (zannettiğimiz) nîce yanlışları, ya da, yanlış bildiğimiz, (zannettiğimiz) nîce doğruları birbirimizden öğreneceğiz. 

Daha önceki yıllar’da, her mevzu’u’da, ateşin yorumlar yapan kardeşlerimizden çoğu, sütre gerisine çekildiler. Ya yorum yapılacak bir mevzu kalmadı ya da, sepetteki pamuk tükendi. 

“YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/23)

- ERTUĞRUL – 18.03.2019, 01:14

“Hocam! Çok mühim bir nokta’ya temas ettiniz. “Ribâ, enflasyonun, (fiyat artışı-pahalılığın) baş müsebbidir,” buyurdunuz. Elhak, öyledir. Allah razî olsun. Batı ülkelerinde faiz neredeyse yok gibidir, çok düşüktür. Anlaşılan, insanlar paralarını (tasarruflarını) ticarete tevcîh etsinler, diye böyle yapıyorlar. Biz’de ise, bu hükûmet gelinceye kadar (herhalde 03.Kasım 2002’den beridir iktidarda olan AK Parti iktidarını kasdediyor, olmalısınız), herkes parasını (tasarrufunu) repo’ya (faize) yatırırdı. Çok kötü bir geçim yolu! Ba’zı tarih kitaplarında Bizans’ın (Doğu Roma), faiz ve tefecilik yüzünden zayıfladığı (yıkıldığı) kaydedilir. 

Öte yandan, Hâlid-i Bağdâdî hakkındaki tespitleriniz cidden Câlib-i Dikkat! 

Azîz Kardeşim. 

Ribâ-tefecilik, yalnız, Doğu Roma’nın (Bizans’ın) yıkılışına sebeb olmamış, Devleti Âliyye-i Osmâniye’nin de, inhitat dönemine girmesine de sebeb olmuştur. 

“Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların “Alım-satım tıpkı fâiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki, Allah, alım-satımı helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de, fâizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah’a kalmıştır. Kim tekrar fâize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalır.” (Bakara 2/275) 

“Allah faizi tüketir (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” (Bakara 2/276) 

İslâm’ın iktisâdî, içtimâî, ahlâkî nizamı bir bütün halinde işletildiği zaman faize zaruret hasıl olmaz. İslâm ekonomisi sermaye birikimini teşvîk için faizi değil, şirket (ortaklık) usûlünü ileri sürmüştür. Bu usûlde, sermâye faizsiz olacağı için maliyet ve enflasyon problemleri ortadan kalkacak, mülkiyete iştirâk tabana doğru yaygınlaşacak, ekonomik ve sosyal farklılaşma asgarî seviye’ye inecek, sermaye’ye, yatırımlara ve ticarete kötü gözle bakılmayacaktır. Para aslında bir değişim vasıtasıdır, mal değildir. Onun alınıp-satılan bir mal haline getirip, rizikoya girmeden gelir sağlamak tatlı, fakat zehirli yiyeceklerle beslenmeye benzer, te’sirini gösterince de iş işten geçmiş olur. 

Doğrudur, gelişen ve gelişmekte olan, husûsiyle, Batı’lı ülke’lerde faiz oranları çok düşüktür, yer yer, negatif’tir. Yâni eksi faiz’dir. Tasarruf-mevduat sahibine, tasarrufunuzu-mevduatınızı Banka’mızda muhafaza ettiğimiz-işlettiğimiz için size herhangi bir faiz ödemesi yapmayacağımız gibi, ayrıca sizden belli oranlarda ücret talep edeceğiz, deniliyor. 

Ribâ’nın panzehiri ticaret ve zekâttır; Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, ticareti teşvîk etmiş, ticârette hem kendiniz cesûr olunuz, hem de başkalarını teşvîk ediniz, cesâretlendiriniz. Zirâ rızk’ın onda dokuzu ticarette’dir,” buyurmuştur. Tasarruf sahibi müteşebbis, ferdî veya iştirâk halinde yatırıma, üretime, ticarete dâhilî tüketimden arda kalan metâî, ihracata tevcih ederse, hem istihdama katkı sağlar, hem enflasyonla mücadele’ye... 

Günümüzde bütün dünyâ’da, gelişmekte olan ve geri kalmış ülke’lerde, husûsiyle de, Memleketimizde en problemli İktisâdî mes’ele, İşsizlik, belli bir yaşa gelen genç’lerin istihdam edilmemeleridir. 

“Şüphesiz, boşluk (boşta olmak, meşgalesiz, işsiz olmak) ve genç’lik, yaman bir mefsedettir.” (İnsanların bedenî ve ruhî sıhhatini bozan bir sebeptir.) 

Bir genç aynı zamanda boşlukta ise, işsiz ise pimi çekilmiş serseri bir mayın gibidir. Nerede ve ne zaman patlayacağı ve hangi hasarlara sebebiyet vereceği bilinmez. 

Asrî İktisâd’ın kaidelerini va’az’den, iktisadcılar, hiçbir vacihle dünya’da gelir dağılımı, dünya’daki ni’metlerin adil bir şekilde dağılımını te’min edememişlerdir. 

Dünya’nın muhtelif ülkelerinde farklılık olmakla birlikte genellikle, ni’metlerin %90’ını, %10’unu tarzında bir paylaşım vardır. Gelir dağılımının en adil bir şekilde dağıtıldığı farz olunan Batı Avrupa ülkelerinde bile bu oran bire yirmi, bire otuz şeklindedir. 

Petrol zengini ba’zı İslâm ülkelerinde ise, memleketin bütün iktisâdî gücü, ülke nüfusunun %1’i bile olmayan aile’lerin elindedir. Nüfusun bakiyesi ise yokluk değil açlık sınırında yaşamaktadır. 

İslâm Ülke’lerinde, istihdamın, gelir adaletinin, adil paylaşımın tek çâresi zekât Müessesesi’nin hakkıyla işletilmesidir. 

İslâm Hukukunda zekât, zekât borçlusu mükellef’lerin kendi iradelerine bırakılan bir ibâdet değildir. Zekât miktarı, Müslüman zenginin yanında bulunan fakirlerin hakkıdır. Zekât mükellefi bu hakkı teslim eder, hak sahibine verirse ne âlâ. Vermediği takdirde, devlet gerektiğinde, zor kullanarak fakir’in hakkını zenginden alır fakirlere teslim eder. 

Zekât Müessesesi hakkıyla işletildiğinde, sadece arzulanan gelir dağılımı adaleti ve ni’met’lerin müsâvî şekilde dağıtımı te’min edilmez, yaşanılan topraklarda fakirlik kalmaz. O kadar ki, zekât mükellefleri zekât verilebilecek fakir bulamazlar. 

Nitekim, Hicrî ikinci Asr’ın ortalarında, Bağdat’da, Müslüman zenginler zekâtlarını verebilecek fakir bulamamışlardı. Rivâyet edilir ki, Hanafî Mezhebinin imamı, İmam-ı Â’zam Ebû Hanife Hazretleri, bahîr bir âlim ve müçtehid olduğu gibi, çok zengin birisiydi de... Bağdat, Basra ve yakın civarda, zekâtını verebileceği fakir bulamadığı için, malının zekâtını ayırıp, atının terkisine yerleştirmiş, günümüzdeki, Kuzey Irak şehirleri, Erbil Süleymaniye’nin köylerini dolaşıp, zekât kabûl edebilecek fakirler aramış, bulunca da zekâtını ödemiştir. 

Aynı durum, bu kerre, Pây-i Taht İstanbul, Rumeli, Anadolu ve Memâlik-i Osmaniye’nin diğer şehirlerinde, 16.Milâdî Asır’da, Kanûnî Sultan Süleyman devrinde yaşanmış, zekâtlarını verebilecek fakir bulamayan Müslüman zenginler Bâb-ı Meşîhata (Şeyhulislâmlık Makamına) Müftîy-i Benân, (Cihan Müftüsü’ne) müracaat etmişler, “Zekâtımızı verebilecek fakirler ve miskinler bulamıyoruz, bu durumda zekât hâlâ bize farz mıdır?” 

Topkapı Saray’ındaki Adalet Kulesinden Pâdişah’ın bizzat ta’kip ettiği Divan-ü Hümâyûn’da, mes’ele görüşülmüş, görüşülen mevzu ile alakası dolaysiyle Divân-ü Hümâyûn’a Şeyhulislâm Efendi, Müftîy-i Benân (Cihan Müftüsü)de katılmış, “Dünya’nın herhangi bir yerinde bir tek fakir Müslüman kalmışsa bile, zekât farzı devam eder,” fetvası-kararı çıkmıştır. Ve Divân’da, zekât paralarının bir emânet sandığında muhafaza edilmesine, Sürre Alayı ile Mekke’ye-Medine’ye gönderilmesine ve oralarda dünya’nın dört bir tarafından gelen Müslüman fakirlere verilmesine karar verilmiştir. 

Günümüzde zekât Müessesesi tam olarak işletilebilse, en azından, zekâtlarını noksansız veren Kardeş’lerimizin zekâtları, camii’lere, yurtlara-kurslara, kısaca çimentoya, çakıla ve toprağa gömülmese de, Allah’ın emrettiği, “Masârıf-i Zekât’a verilse, öncelikle câmia ve cemaatlerde sonra da Memleketimizde muayyen bir zaman sonra, zekât alabilecek fakir bulamazsınız...