YORUMCU’LARA CEVAPLAR!... -2- 

Şeref Şenyıl – 03.02.2019, 14:50

Merhaba Sayın Mustafa Akkoca ve Sayın Moderatör. 

Aşağıda yazılı olanlar tarafıma itafen yazılmıştır. Halid-i Bağdadi ve diğer konular hakkında Mustafa bey bilgi vermişlerdir. Ancak, adı geçen tarihlerden sonra dünyevi olarak yıkıma uğramış bulunmaktayım. Ahiretimizi Mevlamız bilir. Malumunuz Allah dostlarını üzmek, aleyhlerine konuşmak büyük vebaldir. Halid-i Bağdadi ile alakalı 3 adet yazının tarafınızdan kaldırılmasını hassaten rica ederim. Uygun görülmediği takdirde, var ise bir vebal ve mesuliyet tarafınıza ait olacaktır. 

Saygılarımla, Şeref Şenyıl 

ÇOOOK, ÇOK ÖZEL CEVAP’LAR!.. Mustafa AKKOCA 25 Mart 2013

ÇOOOK, ÇOK ÖZEL CEVAP’LAR!.. (2) Mustafa AKKOCA 08 Nisan 2013 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR!... -2- Mustafa AKKOCA 15 Nisan 2013

Azîz Kardeşim, Şeref Şenyıl Beyefendi. 

Bu zeminde hiçbir kimseye ithâfen yazılmaz. Bu zeminin formatı iktizası, ya vâkî suallere cevap verilir veya, herhangi bir mevzu’da yapılan yorumlar üzerine, hata’ların tashîhi, tavzîhi gereken hususların tavzihi için, mukâbil yorumlar yapılır. 

Öyle anlaşılıyor ki, tarafınızdan vâkî’sualler üzerine cevaplar verilmiş, yaptığınız yorumlara da tavzîh kabilinden yorumlar yapılmıştır. 

Azîz Kardeşim. Bu cevap ve yorumların neşir’lerinin üzerinden neredeyse, 6 yıl geçmiştir. Bu müddet zarfında, bu yazılar, internet vasatında, Amerika’dan-Kanada’ya, Avrupa’dan-Asya’ya dünya’nın her yanında tedâvüle sokulmuştur. Gazete, dergi ve kitaplara iktibâs edilmiştir. Televizyon kanalları’nda form ve açık oturum’lara mevzu edilmiştir. 

Bu bakımdan benim bu yazıları, Gazete’nin internet sitesinden çekmem sizin için neyi değiştirecektir? Altına imza attığım yazıların-yorum’ların, dünyevî ve uhrevî vebâli tabî’atiyle bana ait’dir. 

Cevap vermeme, yorum yapmama siz sebep olmuş iseniz de, benim yazdığım yazılar sebebiyle, -sizin ta’birinizle- dünyevî yıkıma uğramış olmanız, sadece bir vehim’den ibârettir. 

Aziz Kardeşim. Bu kısa Yorumunuzda da tashîhe muhtaç görüşler var. 

Bu köşe’de, hiçbir zaman, Allah dost’larını üzen, onların aleyhine yorumlanabilecek hiçbir yazı yazılmamıştır. Ben aklımı peynir-ekmekle mi yedim ki, hâşâ! Allah dost’larını üzecek tarz’da, onlar aleyhine yazı yazayım? 

Aziz Kardeşim. Turuk-u Âliyye’de, husûsiyle, Zikr-i Hafî Yolu, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’de, teselsül ve Nisbet-i Sahîha esastır. 

Sevgili Peygamber’imizden i’tibâren, Sıddık-ı Ekber an Zâtihi’L-Ethâr, radiya’llahu anh, Efendimiz Hazret’leri vasıtasıyla teselsül, Silsele-i Zeheb-Silsile-i Saâdât, hiç kopmadan bu kutlu zincirin 28.Halkası olan, Abdullah-ı Dihlevî (k.s) Efendi Hazret’lerine kadar sahîh bir şekilde teselsül etmiş olmasına rağmen, 2.Hafız Ebû Said Sahip (k.s), 30.Habîbullah Can-ı Cânân (k.s), 31. Muhammed Mazhar İşân Can-ı Cânân (k.s), 32. Selâhuddîn İbn-i Mevlânâ  Sürâcüddîn (k.s) ve 33. Halkası, Ebu’L-Fâruk Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s) olarak teselsül etmesi gerekirken ki, -Mu’teber bütün tasavvufî tezkire ve risâle’ler’de böyle yazılmıştır. Bunda herhangi bir tereddüt ve şüphe bulunmamaktadır.-

18.Asr’ın üçüncü çeyreğinde, ba’zıları, Zikr-i Hafî yolundan bile olmayan, Zikr-i Hafî Yolu’nda bir gün bile, Seyr-i Sülûkü bulunmayan birisini, demir’den-bakırdan bir halka olarak, Silsile-i Zeheb’e-Silsile-i Saâdât’a ilâve ettiler. Anadolu Coğrafya’sında, en az, beş grup-câmia ve cemaat, bu demir-bakır halka’dan kendi silsile’lerini teselsül ettirdiler. Ba’zı, câmia ve cemaat, ebâen an ceddin, kendi ebâ-u Ecdadından bir silsile, diğer ba’zı grup-câmia ve cemaat, kadılık, Şeyhulislâm’lık makamlarının tevcihi ile bir silsile, ba’zı grup-câmia ve cemaat ise, aralarında mason’ların da bulunduğu bir silsile teselsül ettirmişlerdir. 

Sahibizaman, mürşid-i Kâmil ve mükemmil, asr’ın mürşidi ve Vâris-i Nebî olmadıkları halde, bu iddia’da bulunanlara, Turuk-u Âliyye’den birisinin şeyhi olmadığı halde, yani, nisbeti, sahih ve teselsülü, muttasîl olmadığı halde, böyle bir iddia’a bulunanlara, “müteşeyyih” denilir (şeyh’lik taslayanlar) demektir. 

Günümüzde, asgarî, imanın, İslâm’ın şartlarını, mehmâ imkân, yerine getirme gayreti içerisinde olan herhangi bir Müslüman kardeşimiz kadar bile, zühd ve takva’dan mahrûm nîceler vardır ki, “müteşeyyih”dirler. (şeyhlik taslamaktadırlar. Aralarında öyle arsızlar çıkmıştır ki, kartvizit bastırmış, broşür hazırlatmış, kendisini, Türk Tasavvuf tarihinde güzerân eylemiş bütün tarîkatlerin şeyhi olduğunu iddia etmiştir. 

Silsile’lerini, 18.Asr’ın son çeyreğinden i’tibâren, Halid-i Bağdâdî’den i’tibâren, teselsül ettirmiş, câmia ve cemaat’lerin günümüzdeki durumları nedir? Sahibizaman, mürşid-i Kâmil, müceddid ve vâris-i Nebî olarak gördükleri zevât veya zât kimlerdir, kimdir? 

Esâsen, Sahibizaman, mürşid-i Kâmil, müceddid ve Vâris-i Nebî, Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin Hadis-i Şerif’lerinde buyurduğuna göre: 

- Ebû Dâvud, Hâkim ve Beyhakî’nin rivâyet’lerine göre: 

- Şüphesiz, Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazret’leri, şu Ümmet için (Ümmet-i Muhammed) her bir yüzyılın başında dini’ni tecdîd edecek bir müceddid gönderir.” Her bir asırda bir müceddid, bir mürşid, bir Sahibizaman ve bir Vâris-i Nebî geleceğine göre, bu grup’ların, bu câmia ve cemaatlerin her birinin kendi mürşidi olduğuna inandıklarına göre bu vaziyeti nasıl izah edeceğiz? 

Farz-ı Muhal, bu câmia ve cemaatlerden birisinin iddiası doğru, onların nisbet ve teselsülleri sahih ise, diğerlerinin iddiaları doğru değil, nisbet ve teselsülleri sahîh değildir. Öyleyse onların ittihaz ettikleri veya intisap ettikleri, mürşid, müceddid ve şeyh değildir. 

Bu takdirde, birden fazla müteşeyyih vardır, demektir. 

Bizim müteşeyyih’lere dikkat çekmemiz elbette, gerçek ma’na’da, Allah dostları aleyhine yazmak, onları üzmek değildir. 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!.. (5/18)

Ertuğrul – 10.02.2019, 20:51

“Yazdıklarınız bitemâmihâ ve bikemâlihâ el-Hak, doğrudur. Hocam! Fakat ne yazık ki, bu Nezîh Cemaate “Türkiye Dârü’l-Harb’dir” denilerek, yıllar yılı, (belki de Eğlab ihtimal el-an), faiz yediriliyor. Bu ma’na’da, yakından tanıdığım faizi kıtır kıtır yiyenler mevcut’dur. Halbuki bugün tüm devlet’lerin sefir (elçi) teâtisi münasebetiyle Dârü’L-Harb yoktur, “Dârü’l-Ahd,” vardır. Faiz haramdır. Sözüm ona zıkkım (Zekkûm) yiyesiciler...” 

Azîz Kardeşim. Aslâ ve kat’â böyle bir şey söz konusu değildir. Fakat Farz-ı Muhâl, Ülkemiz Dârü’l-Harb olsaydı bile, Dârü’l-Harb’de, düşmanı zayıf düşürme hikmetiyle, müslim ile harbî arasında ribâ muamelesi olmaması, müslim’in harbî’den alması şartıyladır. Günümüz Türkiye’sinde kimin, kimlerin elinde sermâye birikimi vardır, ki ribâ için yatıracak, ribâ alacaktır? Azîz Kardeşim. Bu kardeş’lerimiz, ribâ için bir mahreç (çıkış yolu) arayacaklarına zekâtı teşvik etsinler, Zekât’ın mahalline sarfedilmesini teşvîk etsinler. Zirâ, ribâ’nın ekonomi ve iktisâdî hayatımızdaki tahribatının, yeğâne ilâcı, zekât, sadaka ve infaktır. 

Asrımız iktisatçıları, ribâ’nın baş sebebi olduğu gelir dağıtımındaki adaletsizliğe çâre bulamamışlardır. Sadece, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde değil, dünya’nın iktisâdî olarak en gelişmiş ülkelerinde de bu adaletsizlik giderilememiştir. 

“Allah’ın (feth’edilen) ülkeler halkından Peygamber’ine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet (güç) olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr 59/7) 

(Düşman’dan silah zoruyla elde edilen mallara ganimet, silah kullanılmadan elde edilen mallara ise, fey, denilmektedir. 

İslâm dininde farz olan zekât, masârifiyle şartlandırıldığı için masârıf-ı Zekât dışında harcanamaz. Ama, ganîmet, fey, sadaka ve infâk olabildiğince, bütün ihtiyaç sahiplerine dağıtılır, ki, dünya ni’metleri, sermâye belli ellerde birikip devlet ve saltanat, iktisâdî bir güç haline gelmesin. 

Fâiz, bunu te’min eder. İktisâdî güç, devlet ve saltanat muayyen kimselerin, muayyen aile’lerin elinde toplanır. 

Son yıllar’da, Memleketimizde, husûsiyle, dünya’nın muhtelif ülkelerinde iş tutan Kardeşlerimiz, zekât farizasını hakkıyla yerine getirmelerine rağmen, masârıf-ı Zekâta riayet edilmediği, mahalline masruf olmadığı için, toplumda husûsiyle Câmiamız efrâdı arasında, te’sirini göremiyoruz. Zenginler yine zengin, fakirler’de hâlâ fakir...