YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!.. (5/16) 

Seçici – 28.01.2019, 12:22

İslam Dininde Güncelleme : Siyasi Muhterislerin gizemli yerlerden getirtip Müslümanların üzerine çöreklettiği Kara bir Bulutdur ki, altına kim girerse girsin tesirinde kalmaması mümkün değildir.

Veba Mikrobu gibi içinize girdimi Manevi değerler adına ne varsa ya tartışır yada inkar etmeye başlarsınız(MâazAllah)

Dün, Kaynak gösterdiğiniz (bazı Mesâili mühimme)yi bugün inkar edersiniz.

Dün, (90’lı yıllar) da Darülharp olarak inandığınız hattâ okuduğunuz yere bugün Darül İslam dersiniz. Misalleri çoğaltırız ama şartlar elverişli değil sütunumuz yok sadece bin kelimelik bir yer ne söyleyebiliriz ki...

Seçici Beyefendi. 

1989’un son, 1990’nın ilk günlerinde, devrin Tercüman Gazetesi’nde, bu mevzu’larla uzaktan-yakından alakası olmadan, bu hususlarda da herhangi bir bilgiye sahip olmayan birisine mülâkat verilmesine, bu mevzu’da polemiğe girilen şahs’ın muhatap alınmasına o zaman da karşı çıkmıştım. Yorumunuz üzerine, Arşivimde bulunan söz konusu tefrikayı dikkatlice bir kerre daha okudum. Tartışma noktası, Moğol İsti’lâsından sonra, kadîm dâri İslâm olan beldelerden ba’zılarının dâri harbe tahavvül edip-etmeyeceği hususunda bir fetvâdır.

1) Dârü’L-Harb’de, harbî’yi-düşmanı zayıflatma hikmetine mebnî, almak kaydıyla Müslüman ile harbî arasında ribâ yoktur. Mülâkâtta, alıp-vermek tarzında geçmiştir, zühul olarak kabûl ediyorum. Sebeb ve hikmet harbî’yi-düşmanı, zayıflatmak olduğuna göre, faiz vermekle harbî’yi daha da kuvvetlendirmek olmaz mı? Mutlâk kazanmak şartıyla Bey-i Fâsid ve talih oyunları da oynayabilir. Bu hususta bir ihtilâf, tartışma söz konusu değildir. 

2) Hangi belde’lerin dâri İslâm, hangi belde’lerin, dâri harb olduğunda fukahâ’nın tamamına yakınının ittifakı vardır. Bir ülke bir kerre dâri İslâm olmuş ise, dâri Harbe tahavvülü için muayyen şartlar vardır. Bu şartların üçünün de birlikte tahakkuku halinde, dâri İslâm olan bir ülke dâri harbe tahavvül eder. (Bu şartlar daha önceki yazılarımızda tafsîl edilmiştir). 

Bir ülke, bir belde bir kerre Dârü’L-İslâm olmuşsa artık o ülke kıyâmete kadar Dârü’L-İslâm’dır. Hiç bir vecihle ve hiçbir şart altında, Dârü’L-Harb’e tahavvül etmez. Başta İmam-ı Â’zam Ebû Hanife olmak üzere, bütün Hanafî Ekolü müçtehid’lerinin görüşü bu istikâmettedir. 

Bir ülke’nin bir bölgesi, Müslüman fatih’ler tarafından fethedilmiş ve bu bölge’de Cum’â ve bayram namazlarının kılınması, Sünneti Hüdâ, Ezan-ı Muhammedî’nin okunması gibi Ahkâm-ı İslamiyye’nin icrâ’sıyla o bölge artık Dârü’L-İslâm haline gelmiştir. 

Dârü’L-Harb dairesindeki arâzî’lere uygulanan verginin adı “Haraç”tır, Dârü’L-İslâm’daki arâzî vergileri Uşr’dür. Fethedildiğinden beridir, ülkemiz arâzî’si “Arâzî-yi Uşriye’dir. 

Bu hususlar da tartışılmaz. 

Beyefendi. Ben, müçtehid değilim, mülâkâtı veren tartışmaya katılan ve pek tabiî, sizde müçtehid değilsiniz. Benim, onların, sizin bu hususlarda müste’kîl görüşlerimiz olamaz. Biz, müçtehidlerin içtihadına, fetvâ-sahîh fıkıh kaynaklarına bakarak ancak onların görüş ve düşüncelerini aksettiririz. 

Müracaat kaynaklarımız aynı olduğu için zamana, zemine göre fikirlerimiz değişmez. Misâller, diyorsunuz. 1990’lı ve daha önce ve şimdi farklı görüş serd’ettiğimiz tek bir misâl gösteremezsiniz. 

Beyefendi. Günümüz Fırak-ı Dâllesi hakkında, bendenizin sık sık, kullandığım, ve zaman zaman, bu nesilden olanların yüzlerine karşı da ifade ettiğim, “Virüs,” kelimesidir. “Sizin hepinize sirayet etmiş bu virüs’ün tahribatına göre, “Ellâ Mezhebiyye” ile başlayan bu vahim hastalık, Islahat (dinde reform), inkâr, ilhad ve irtidada götürür,” diyen ve bu görüşünü, yazılarında, konferans ve sohbet’lerinde, sık sık, tekrarlayan birisine böylesine bir isnat, yalan, iftira ve bühtandır. 

Beyefendi. Ma’zeretiniz yok, bu zeminde uzun uzun yazamıyorsanız, Gazete’ye mektup göndererek veya faks’la ulaştırırsanız, en kısa zamanda bendenize ulaştırırlar. Görüş ve düşüncelerinizi bu Köşe’den aksettiririz. 

Kuzum, sizin ribâ (faiz) aşkınız nereden geliyor? Zayıf bir fetvâ, Kîl-ü Kâl ile küfür derecesinde, en zeçrî bir şekilde haram kılınmış, ribâ için bir mahreç arama gayreti içerisindesiniz? 

Beyefendi. “Ba’zı Mektuplar ve Mesâil-i Mühimme” risâlesine gelince, bu zeminde vâki bir suale karşı verdiğim cevap’ta, “Hazreti Üstazımıza aid böyle bir risâle’nin olamayacağını ilk açıklayan benim. Israrlı taleplerime rağmen, yıllarca bu Risâle bana verilmedi. –Piyasa’da kitapçı’larda satılmıyor, sadece bir şirkette ve bir kişi tarafından uygun bulduğu kimselere veriliyordu. Sorduğum da, “Bu Risâle’nin, yalnızca, Tekâmülaltı ve Tekâmül hoca’larına izinle verildiğini,” söylediler. Risâle hakkında merakım arttığı için, yakın dostlarımdan rica ettim. İstinsah suretiyle elde ettim. İlk, metin tahlilinden bu Risâle’nin Hazreti Üstazımıza aid olmayacağını tespit ve kabûl ettim. Daha sonra, yapılan, kuyumcu titizliğindeki Akademik bir çalışma neticesinde, bu risâle’nin başkasına aid olduğu ayân-beyân ortaya konuldu. 

Müktesebâtınızı, tahsîl durumunuzu bilmiyorum. Asgarî Osmanlı Türkçe’sine vâkıf ise’niz ve adını zikrettiğiniz Risâle de yanınızda ise lütfen, 12, 26. Sahife’leri bir okuyunuz. 

Herhangi bir kitabı-risâle’yi, bir mevzu’da me’haz-kaynak göstermek, o kitabı veya risâle’yi tasvîp, tasdîk ma’na’sı’na gelmez. 

ERTUĞRUL – 23.01.2019, 02:30

“Bir memleket dârü’l-İslâm veyahut Dârü’L-Ahadde değilse, orası dârü’L-Harb’dir.” (Süleyman Hilmi Tunahanı) -Efendi Hazretlerinin kelime kelime yukarıdaki metni bu sarahatta söyleyip-söylemediğini bilmiyorum. Fakat müçtehidlerin içtihadına fakîh’lerin nakline uygundur.-

“Bugün dünya’da karşılıklı sefir teâtî edilmiş ülkeler vardır. Hani, Müslümanların can ve mal emniyetinin bulunmadığı ve dârü’L-Harb olduğu iddia olunan Batı Avrupa ülkelerinde, 8 milyon gurbetçi yaşıyor, ben de dâhil. Burada her hizmeti (bütün dînî vazifelerimizi) kendi memleketimizden daha da rahat yapıyorduk-yapıyoruz. Hazreti Üstazımızın şu cümlesinden belki siyah beyaz değil bu iş... Fâize zerre muhabbeti olanın vay haline!... 

Değer’li Kardeşim. Ribâ (faiz), sarih, zâhir, muhkem delillerle en zeçrî bir şekilde haram kılınmıştır, tartışılamaz. Dârü’L-İslâm, Dârü’L-Harb hangi memleketlerdir, müçtehidlerin ve fakih’lerin tamamına yakın bir ekseriyetle ta’yin ve tespit edilmiştir, bu da tartışılamaz. 

Bu hususlar, Mâverâü’Ş-Şerîa değil, ehl-i Tasavvuf’un değil, fıkıhçıların işidir. 

Esâsa, meşrû’a inanıp riâyet etmek ve mucibiyle amel etmek dururken, Dârü’L-Harb de muhârip Müslüman ile harbî arasında cereyanı muhtemel istinâî’nin de istisnası mes’elelerle uğraşmak ve Allah’ın en zeçrî bir şekilde haram kıldığı ribâ’ya bir mahreç aramak bizlere ne kazandırır?!... 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/16) 

Mehmet Ali – 27.01.2019, 22:46

Cevabınız için teşekkür ederim hocam. İhtilafın bile olmadığını düşünüyorum. Selam ve hürmet. 

Azîz Kardeşim Mehmed Ali Beyefendi. 

Aramızda hilâf şöyle dursun, ihtilâf’ın da bulunmadığını söylüyorsunuz. Çok sevindim. Hepimizin maksadı, hakka ve Rızâ-i Bârî’ye ulaşmaktır. Bu yolda aslâ hilâf değil ama, ihtilâfa bile razîyım. Bu zemine daha fazla katkı vermenizi hassaten istirham ederim. Efendim. 

HRİSTİYAN VE YAHUDİ’LERİN KESTİĞİ YENİLİR Mİ?.. 

Yiğit – 30.01.2019, 00:03

Sn Hocam,

İlk iki paragraf yani Ehl-i Kitab ifadesinin üçleme yapıyor oluşları nedeniyle bugün Hıristiyanlara geçerli olmadığı görüşü, Kur’an-a göre yanlıştır.

Kur'an Tevbe suresi 30'da zaten Yahudiler Üzeyir Allah’ın oğludur, Hıristiyanlar da İsa Allah'ın oğludur dediklerini yazmış ve bunu bildirdiği halde onlara ehli kitab demiştir.

Umarım bu yanlışınızı düzeltirsiniz. Sağlıcakla,

Azîz Kardeşim Yiğit Beyefendi. 

Dört satırlık kısa yorumunuzda, hangi hususların yanlış olduğu, neresini, yâni, hangi paragrafı tashîh etmem gerektiğini, Afvınıza sığınırım, anlayamadım. Belki, za’fı te’lif, belki de, benim cehlim, idrâksizliğime sebebdir. 

Azîz Kardeşim, 

“EHLİKİTAP” Terkibi, Kur’ân-ı Kerim’de ale’lumûm, Bakara Suresinde 2, Âl-i İmrân Sûresinde 13 âyette, Nisâ Suresinde, 4 yerde, Mâide Suresinde, 6 âyette, Ahzâb Sûresinde, 1 âyette, Hadîd Suresinde, 1 yerde, Haşr Suresinde 2 âyette, Beyyine Sûresinde, 2 âyette geçmektedir. 

“(KİTÂBÎ): Esas i’tibâriyle semâvî bir dine, münzel bir kitaba mü’tekid bulunan gayri Müslim kimse demektir. Müennesi: “Kitabiyye”dir. Umumuna “ehl-i Kitap” denilir. Yahûdî’ler ile İsevî’ler bu cümledendir.” (Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu Cild 3 Sahife 342, 113. Madde) 

Kur’ân-ı Kerim’de, Allah tarafından indirilmiş bir kitaba inandıkları için Kitap ehli, “Ehli Kitap” olarak vasıflandırılanlardan bilâhere, “Uzeyr Allah’ın oğludur,” diyen Yahûdîlerle, Mesîh (İsa) Allah’ın oğludur, diyen Hıristiyanlar kâfir oldukları, şirke düştükleri halde kendilerine “Ehli Kitap” diye hitap edilmiştir. Tahrif edilmemiş Tevrât ve İncil’de, âhirzaman Peygamberi ve ona indirilecek, kitap, Kur’ân işaret buyrulduğu, açıkça isminden bile bahsedildiği için, kendi öz oğullarını bildikleri gibi, âhirzaman Peygamberini bilen ve bekleyen, apaçık mu’cizelerle geldiği halde, inkâr eden, Yahûdî ve Hıristiyanlara da, “Ehli Kitap,” diye hitap edilmiştir. 

“Hepsi bir değildir, ehl-i Kitap içinde istikâmet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okurlar.” (Âl-i İmrân 3/113) 

“Ehl-i Kitap’tan öyleleri var ki, Allah’a, hem size indirilene hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah’a boyun eğerek iman ederler. Allah’ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rab’leri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.” (Âl-i İmran 3/199) 

Bu sıfatlarla muttasıf olanlara da, “Ehl-i Kitap,” diye hitap edilmiştir. Pişirdiği yenilen, kestiği hayvan helâl olan, kadınlarıyla, Müslümanların evlenebildikleri, Kitap Ehli, Allah tarafından gönderilen İlâhî bir kitaba inanmaları, kat’iyyetle “TEVHİD”i iddia etmeleri ve âhirzaman Peygamberini beklemeleri, yetişince de tereddütsüz iman etmeleri şartlarını taşıyan ehl-i Kitap olanlardır. Habeşistan Necâşî’si, Ashâme ve arkadaşlarıyla, Şam’da, Rahip Bahîra ve diğer rahipler gibi. 

Günümüzde bu nev’i ehl-i Kitap bulunmuyor. Hıristiyanlar hangi mezhep’ten olurlarsa olsunlar, teslîse-Ekânim-i Selâseye inandıkları için, Yahûdî’ler, Uzeyr veya Ezrâ, Allah’ın oğludur, dedikleri, Allah’ı bırakıp hahamlarını Allah’a eş tuttukları, haramı, helâli, Şârî’olan Allah ve Allah’ın izniyle şârî’peygamber koyması gerekirken, hahamların helâl dediklerini helâl, haram dediklerini haram kabûl ettikleri için, kâfir-müşrik olmuşlardır. 

Hazırladıkları yemekleri necis, kestikleri hayvan murdardır. Kadınlarıyla evlenen bir Müslüman da, herhangi bir müşrikle evlenmiş olur, nikâh sahîh olmaz, doğacak çocuklar da Veled-i Zinâ olur...