MERHUM ABDURRAHMAN ÖZALTIN (R.A.) HOCAMIZ... 

MEMET – 12.01.2019, 09:38

Maaş almıyordu da neyle ailesinin geçimini sağlayıp, neyle hayır yapıyordu? 

Azîz Mehmed Kardeşim. 

Uzun bir müddet önce, 04 Kasım 2006 tarihinde yazılan bir yazıya, çok kısa bir yorum yapmışsınız. İmam-ı Rabbânî Evlâdı’nın, Hazreti Üstazımızın ilk talebe ve müntesiplerinin fedâkârlığını yadırgamanızı, garipsedim, taaccübüme gitti. “Rızık kulların gölgesi gibidir. Gölgeyi önünüze alırsanız hiçbir şekilde gölgenize yetişemezsiniz. Gölgenizi arkanıza alırsanız, her nereye giderseniz gidiniz, gölgeniz sizi ta’kip eder,” buyuran, bir Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid’in evlâdı, ilk nesiller, günlük rızıklarını bir şekilde te’min ederler, üzerlerine tahmil edilen hizmetler için maddî bir karşılık beklemezlerdi. 

Merhûm, Abdurrahman Özaltın Hoca’mız, Konya-Beyşehir, eski adı Kulkurum, şimdiki Gökçimen Mahallesindendi. Sulu tarıma açık, münbit arazileri vardı. Vakıflar’dan, daha sonra, Diyânet İşleri Başkanlığı’ndan aldığı cüz’î maaşını ihtiyaç sahibi talebe’ye vermesini niçin yadırgayasınız ki? 

Mahrûmiyyet yıllarında hizmet eden bütün ağabey ve kardeşlerimiz, ya aile’lerinin yardımlarıyla ya da, kendi el emekleri ve alın terleriyle maîşet’lerini devam ettirirlerdi. Altlarında lüks makam arabaları, bir eli balda bir eli yağda idareci ve kardeşlerimizin, mahrûmiyet yıllarındaki şartlarla hizmet eden ağabey ve kardeşlerimizi anlamalarını beklemek abestir. 

BA’ZI İLÂHİYATÇILAR VE ANKARA OKULU”... (7)

CABBAR – 16.01.2019, 23:31

Sayın Hocam tam yerinde bir yazı yazmışsınız. Umarım bu konularda yanlış bilgiye sahip olanlar istifade ederler. Kitaplarıyla yazılarıyla yalan-yanlış dinle ilgili şeyler yazan zındıkları devletimiz niçin görmezden gelir? 

CEBBÂR Remzini kullanan Değer’li Kardeşim. 

Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir İlâhiyat Fakültesi te’sisi, İttihad ve Terakkî bakiyesi, C.H.P., Tek Parti Mütegallibe’nin son yıllarında, 1949’da kararlaştırıldı. Tek parti dönemlerinde, kanunlar önce, C.H.P. Grubunda, arîz-akîk tartışılır, sonra, T.B.M.M.’sine getirilir, müzâkeresiz geçirildi. 

İlâhiyat Fakültesi kurulması ve İmam-Hatip Okullarının açılmasına dâir kanu’nun, C.H.P. Grubunda müzakeresi sırasında, genç milletvekilleri, “Tevhid-i Tedrisât Kanunu ile İslâmî İlim Müessese’leri Medrese’leri kapattık. Şimdi ne oldu da, İmam-Hatip Okullarını açıyor, İlâhiyat Fakültesi kuruyoruz?” diye i’tiraz ettiklerinde, Aksaçlı, kadîm, C.H.P.’liler, “Merak etmeyin, İslâm’ı, Kur’ânı, şer’î ilimleri, ülke’den bütünüyle yok edeceğiz. Ancak, yalnız, yasaklamakla, dışarıdan taarruzlarla bu bütünüyle mümkün olmuyor. Göreceksiniz, bundan sonra biz İslâm’ı, Mihrab’tan, minber’den ve kürsü’den yok edeceğiz!”

1950’li yıllardan i’tibâren, bu Fakülte’ye husûsiyle Köy Enstitü’leri, Öğretmen okulları me’zunları kaydedildi. Fakülte’ye kaydolduklarında, bu talebe, Zarûrât-ı Diniyye’lerini bilmiyor, Kur’ân-ı Kerimi yüzünden bile okuyamıyorlardı. Fakülte’de, “Ellâ Mezhebiyye” (Mezhepsizlik) ve selefi’liğin dışında bir şey öğretmediler. Zarûrat-ı Diniyye’lerini ve Kur’ân-ı Kerimi yüzünden okumasını bile öğrenmeden me’zun edilenler, ma’alesef, illere müftü olarak ta’yin edildiler. 

Bu Fakülte’ye, diğer üniversite ve fakülte’lerden, Lâdînî tarafları ağır basan öğretim aza’ları ta’yin edildiler. 

Bu Fakülte’nin ba’zı, profesör’leri medya’da, Radyo ve Televizyon kanallarında, İslâm’ın şartını, temizlik ve çok çalışma olarak ikiye indirdiler. Bu Fakülte’nin öğretim aza’ları, önceki yıllarda, yalnız, Ellâ Mezhebiyye’nin ve selefi’nin iddia ve görüşlerini yaymaya çalışıyorlardı. Son yıllar’da hâşâ! Kur’ân-ı Kerim de, diğer semâvî kitaplar gibi tahrif edilebilir, âyetler arasında tezâd’lar mevcud gibi küfrün, ilhadın gayyâ kuyusuna düşmüş debelenen birer zındıklar haline gelmişlerdir. 

Hazreti Üstazımızın tâ bidâyette bu okullara karşı durması, evlâdı’nın yıllarca bu zihniyyetle mücadele etmesinin haklılığı bütün çıplaklığı ile tezâhür etmiştir. Keşke bizler yanılmış olsaydık!... 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!.. (5/14) 

Gurbetten Sılaya – 07.01.2019, 00:15

Yine bir ses kaydına göre; Efendi Hazretleri YEDİ KAT SEMADA EN ÇOK ANILAN ZİKREDİLEN ZATTIR... 

Beyefendi. Bendeniz bu zeminde iftira-buhtanlarınıza cevap vermekten usandım, siz ise, artarak, iftira-buhtan’lara ısrar ediyorsunuz. Süleyman Efendi Hazretlerinin, muasır muarızlarının bile ittifakla kendisine izâfe ettikleri vasfı, “Müteşerrî” oluşudur. Yâni, Şer’i Şerife son derece bağlı ve aslâ şerîa’t’dan ta’viz vermez. 

Böyle olunca da, Süleyman Efendi Hazretlerine ve yakınlarına, şer’i Şerife, Kitaba, Sünnete, ehl-i Sünnet akidesine, Sırr-ı Hafî Yolu, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyyesine aykırı herhangi bir husus isnad ve izâfe edilmesi denâettir, isnad ve izâfe edenler de denî’dirler. 

Akl-ı Selîm sahibi hiçbir kimse, sıfatı, makamı statüsü ne olursa olsun, iddia ettiğiniz saçma-sapan zırva-safsata şeyleri söylemez, hâşâ! Hazreti Üstazımıza veya yakınlarına bunları izâfe edemez. 

Akl-ı Selîm sahibi olmayanlar, sefihler, akılsızlar, zâten mükellef değillerdir, bunların söylediklerine de akl-ı Selîm sahibi olanlar i’tibâr etmezler. Aklı olmayanın dini de yoktur. Mecnûnların söylediklerine i’tibar ederek, söylenenler üzerine hüküm bina etmek de mecnunlara yaraşır bir harekettir. 

Ses kayıdlarından bahsediyorsunuz. Ses kayıdlarında kimlerin mâhir oldukları, ses kayıd, hile ve desiseleriyle insanlığı nasıl yanılttıkları artık, bütün dünya’nın ma’lûmudur. 

Ses kaydı kime aittir, nerede, ne zaman kim veya kimler tarafından kaydedilmiştir. Ses kime aid ise, Câmia’yı temsil ve Câmia adına konuşma salâhiyeti var mıdır? 

Ya da, ahir zamanın en şerîr decâcilesinden Deccâl F.E.T.Ö.’nün haşâşî’lerinden ba’zılarının, yuvarlandıkları Gayyâ Kuyusu’nun mağmaları arasında debelenenlerin yanına, bu Câmia’yı da çekmek için bir oyunu olmadığını kim iddia edebilir? 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/15) 

Seçici – 20.01.2019, 19:42

Bir Ülkenin Anayasasından İslam kaydı Devlet tarafından silindiyse. O Ülkede zina suç olmaktan çıkarıldıysa, Domuz çiftliklerinde domuzlar yetiştiriliyor ve Devlet tarafından teşvik primleri ödeniyorsa o ülke’de fuhuş haneler Devlet tarafından izinli işlettirilip vergisiyle Diyanet Reisi de dahil olmak üzere memurlarının maaşları ödeniyorsa ve siz oraya DARÜL İSLAM diyorsanız;

Yazık ki Molla Husrevlerin kemiklerini sızlatıyorsunuz.

SEÇİCİ Remzini kullanan Değer’li Kardeşim. 

Cem’an, 5 satırlık kısa sayılabilecek Yorumunuzda ileri sürdüğünüz iddiaların hiçbirisi hâkîkati aksettirmiyor. Bir ülke’nin Anayasa’sında İslâm kaydının bulunup-bulunmamasının o ülke’nin dâri harb veya dâri İslâm olmasına müessir değildir. Devletin domuz yetiştiriciliği için, Domuz Çiftliklerine teşvik verdiği doğru değildir. Diğer argümanlarınız bir fıkıh adamının, bir fakîh’in ortaya koyacağı görüşler değil, Mızraklı İlmihal seviyesinde, Zarûrât-ı Diniyye bilgileriyle hüküm vermeye çalışan birisinin görüşleridir. 

Dâru’L-İslâm olan bir memlekete ben Dâru’L-İslâm’dır, demiyorum. Fukahâ’nın Muktedâbih İmam, İmam-ı Â’zam Ebû Hanîfe Hazret’lerinin Dâru’L-İslâm dedikleri memleketlere, ben de, bir Hanafî Mukallid olarak, Dâru’L-İslâm diyorum. 

“Tetimme” (Müste’men Babını tamamlayan hâşiye-Dip Not) Dâru’L-Harb’in Dâru’l-İslâm olması veya aksi, Dâru’L-İslâm’ın Dâru’L-Harb olması... “Dâru’L-Harb, Cum’a ve bayram namazlarının kılınması gibi Ahkâm-ı İslâmiyye’nin icra edildiği ülke, her ne kadar ülke içinde kâfirler kalsa da, bu ülke, her ne kadar herhangi bir Dârı İslâm’a muttasıl (bitişik) olmasa da, Yâni, Dârı İslâm olan bu ülke ile diğer darı İslâm olan bir başka ülke arasında harbîlere aid bir başka ülke bulunsa bile... 

Dâru’l-İslâm üç şartın oluşması ile Dâru’L-Harb olur. 

1) Ülke’de Ahkâm-ı Şirk’in bütünüyle icra edilmesi. Putlara tapınılması, puthânelerin açılması, kurbanların putlar için kesilmesi gibi... 

2) Ülke’nin Dâru’L-Harb’e muttasîl (bitişik) olması... Bu ülke ile diğer dârı harb olan ülke arasında herhangi bir Müslüman şehri’nin bulunmaması... 

3) Ülke’de hiçbir Müslümanın veya Müslümanlar tarafından emân verilmiş hiçbir zimmî’nin kalmaması... (Dürerü’l-Hukkâm Şerh-i Gureru’l-Ahkâm, Cild 1 Sahife 295) Müellifi Molla Husrev) 

Aziz Kardeşim. Merhûm, Molla Husrev’in Mübârek kemiklerini kimlerin sızlattığı zâhir değil mi?!...