“YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/07) 

Adem Gencer – 28.11.2018, 14:49

“Selâmünaleyküm Hocam! Nasıl olur da, “MEKTUPLAR RİSÂLESİ,” Kemal Bey Ağabeyimiz zamanında yayınlanabilir? Mâdem şüpheli unsurlar var. Bu net cevap vermemişsiniz.” 

Azîz Kardeşim. “Mektuplar ve Mesâil-i Mühimme,” Risâlesi’nin, Merhûm, Büyüğümüz, Beyağabeyimiz zamanında bastırılıp-bastırılmadığı hususunda kat’î bir bilgiye sâhip değilim. Ancak, “Risâle-i Kibrit-i Ahmer,” bendenize, 1980’li yılların başlarında, bizzat Merhûm Büyüğümüz, Kemâl Beyağabeyimiz tarafından hediye edildiği için, neşrinden haberdar olduğunda şüphe yoktur. Diğer taraftan, baskı tarihi, 1997 olan, Prof. Dr. Ahmed Akgündüz’ün hazırladığı, “Tabular Yıkılıyor-2” adlı eseriyle, Merhûm, Mehmed Emre Hoca’mızın, 2000 baskı tarihli, “Üstadım Süleyman Hilmi Tunahan (K.S.) ve HÂTIRATIM,” eserinde, bu risâle’lerden bahsedilmesi, bu risâle’lerin, Merhûm Beyağabey’in hâl-i hayatında hazırlanmış ve bastırılmış olduğunu gösterir. 

Yalnız, bu durum, Merhûm Beyağabey’in bu risâle’leri okuduğu, muhtevâ’larına tam olarak vâkıf olduğu ve tasdîk ettiği ma’na’sına gelmez. Biliyoruz, ba’zıları da, bizzat ifade ettiler, i’tirafta bulundular. Zaman zaman, nâibi durumunda olanlar ve onların yardımcıları, Devrin büyüğünün bilgisi-haberi olmadan, “Beyağabey’imiz, “Şöyle buyurdu, böyle buyurdu,” denilerek, Câmia’yı, kendi iradeleri istikâmetinde yönlendirmişlerdir. Muhtemeldir ki, bu risâle’ler hazırlanıp bastırılırken, içimize sokulan, şüphelendiğimiz, şüphemizi de kaynağından te’yîd ettirdiğimiz, ba’zı elemanlar, Merhûm, Büyüğümüzü iknâ etmişlerdir. Kuvvetli şüphemizi ısrarla arzettiğimiz ba’zı elemanlar için, bize karşı, Merhûm Büyüğümüz, “Ben, kendime güvenmem, fakat bahsettiğiniz elemana güvenirim,” buyurmuştu. Kendi zâtından çok güvendiği birisinin, risâleler konusunda kendisini iknâ etmesi tabi’î’dir. 

Mehmet Ali – 29.11.2018, 18:49

Kardeşim, Kemal Abi merhum da şimdikiler gibi ilahlaştırılır veya peygamberleştirilirse bu sualinizin cevabını vermek hayli müşkildir. Ama onu normal bir beşer olarak kabul edebilirsek cevabı çok kolaydır. Yanılmıştır. Yahud da yanıltılmıştır. Ona birçok bakımdan medyun-u şükranız ve hürmet ederiz ama nihayet o da bir beşerdir ve hata edebilir. 

Aziz Mehmed Ali Beyefendi. 

Ne o devirde, ne de bu devirde, akl-ı Selîm sahibi hiçbir kimse, ne o devrin idarecisini ve ne de bu devrin idarecilerini hâşâ! ilahlaştırdı, Peygamberleştirdi. Sefîh ba’zıları böyle hezeyanlar savurmuşsa, aslâ, i’tibar görmemişlerdir. Doğru olan, Haz.Üstazımızdan sonra, dünyevî-zâhirî umûr için, müsûvî’ler arasından bir adım öne çıkanlar-çıkarılanlar da elbette, “Lâ Yüs’el, ma’sûm, masûn,” değillerdir. Bizler gibi onlar da hatâ, kusur ve acziyetle mu’âlleldir’ler. 

TÂİFE-İ NİSÂ’NIN MESÂCİD’E GELMELERİ!... (4) 

Mehmed – 30.11.2018, 18:24

MUHTEREM HOCAM 

Bizler tefsirlere ve hadis kitaplarına bakıp mı amel edeceğiz yoksa takip ettiğimiz mezhebin fıkıh kitaplarına göre mi amel edeceğiz? Hep hadisi şeriflerden alıntı yapmışsınız fıkıh kitaplarını büyük ölçüde baypas etmişsiniz gibi geldi bana. Mezhepsizlerde böyle yapmıyor mu zaten?... 

Azîz, “Mehmed,” Beyefendi. 

Fer’î hükümlerin üzerlerine binâ edildiği, Usûl, Asle’l-Usûl, Edille-i Şer’iyye (Şer’î deliller), dörttür. 

Şer’î delil, Allah tarafından ise, Kitap, Mu’cize ile Müeyyed, Resûl tarafından ise, Sünnet, Sünnet, Resûl’ün sözünü, fi’lini, (hareket ve davranışlarını), ikrarını, (Ashabından gördüğü bir hareket karşısında, kabûl ma’na’sına sükûtü’nü de, münderiçtir. İcmâ-i Ümmet, herhangi bir asırda, Ümmet-i Muhammed’in Müçtehid’lerinin bir emir, bir iş, bir hüküm üzerinde ittifak etmeleri. 

Kıyas, (Kıyas-ı Fukahâ), hüküm ve illette (sebeb de) fürûâttan olan bir hükmü asıl delillerle takdir etmek... 

Mecelle-i Ahkâm-i Şer’iyye’nin önemli maddelerinden birisi, 

- “Mevrid-i Nâs’da, İçtihad’a Mesağ yoktur.” Hakkında, zâhir, sarih, muhkem âyet-i Kerime nâzil olmuş, sahih, mütevâter veya meşhûr hadis vârid olmuş, nas (kat’î delil) mahiyeti kazanmış Usûl, asle’L-Usûl delillere karşı, içtihada mahal yoktur. 

Edille-i Şer’iyye, Ümmetin müçtehidleri için geçerlidir. Delillerin değerlendirilmesi, ahkâma medâr olan delillerden hüküm istinbatı (hüküm çıkarılması), Müçtehid imamlarımızın işidir. Bizler için, yâni mukallid’ler için delil, müçtehid’lerin içtihadı, ortaya koydukları mu’teber fetvâ’lardır. 

“Tâife-i Nisa’nın Mesâcid’e Gelmeleri,” hususunda, nas mahiyetinde, herhangi bir âyet, bir hadis bulunmamaktadır. Mesâcide kadınların çıkmalarına aid bir nas bulunsaydı, çıkmaları farz, çıkmamaları hakkında vârid olsaydı, bu takdirde, çıkmaları haram olurdu. Bu hususta, icmâ-i Ümmet’de olmadığı gibi kıyâsî bir takdir de sözkonusu edilemez. Öyleyse, böyle bir mes’ele, Hicrî 14. Asırda karşımıza çıktığında ne yapacaktık? 

Asr-ı Saâdet’deki tatbikat, Hulefâ-i Râşidîn ve Ashab-ı Güzîn, Tâbiîn ve teb’a-i Tâbiîn dönemlerdeki tatbikat gözönünde bulundurularak, Amel’deki dört Hak Mezhebin imamları ve Tâlî derecedeki müçtehid’lerinin de rey’lerine başvurarak, hâşâ! hüküm vermek değil, ama, bir tespit yapmak durumundaydık. 

Bu emek, bu çalışma, 4 Serî Makaleden müteşekkil, ehemmiyetli bir çalışmadır. Bu çalışma esnasında, başta, Sahîhayn, Sahîh-i Buhârî ve Sahih-i Müslim olmak üzere, Kütüb-ü Sitte taranmış, kâfî görülmemiş, başta Molla Husrev Hazretlerinin Dürer’i, İbn-i Âbidin’in, Hâşiyesi, Reddü’L-Muhtâr olmak üzere, ehemmiyetli fıkıh şaheserleri ve fetevâ kitapları taranmış, bununla da iktifâ edilmemiş, “El-Fıkhü Ale’l-Mezâhibi’L-Erbea,” taranmış, bu hususta, Mezâhib-i Erbe’a imamlarının, müçtehidlerinin rey’leri de derc’edilmiştir. 

Makâle’ler, ayrı ayrı, müstekîl mevzular için değil de, birbirinin devamı ve birbiriyle irtibatlı olduğu için, 2, 3, 4 diye, numaralandırılıyor. Yalnız, bir Makaleyi okuyarak tenkid yerine, üstelik, “Mezhepsizler de böyle yapmıyor mu zâten,” denilerek, bu satırların Muharriri’nin de “Mezhepsiz,” olduğu ağır ima, incitici-yaralayıcı değil mi?!... 

Müfessirler ve Hadis Şârihleri, hüküm ifade eden âyet-i Kerimeleri tefsir ederken, Hadis şârihleri Şer’î hükümlere mebnî hadisleri şerh ederken, müstefâd, (sebeb-i Nüzûl ve Sebeb-i Vürûd ile diğer ma’na’ları beyan ettikten sonra,) istifade olunan fıkhî hükümleri de ayrıca beyân ederler.

Sizin Mantığınızla, müfessir ve şârihlere, “Siz kim oluyorsunuz da, ancak fıkıh kitaplarından öğreneceğimiz fıkhî mes’eleleri beyan ediyorsunuz? Yoksa sizler de “Mezhepsiz”ler’den misiniz? diyeceğiz?  

Beyefendi. Âcizâne, Bendenizin, 50 yıllık tahrîr hayatım müddetince mücadele ve mücâhade ettiğim, Mezhepsizler, ehl-i Sünnetten olmayan, Fırak-ı Dâlle’den olanlardır, bu can bu tende olduğu müddetçe de Mücâdelem devam edecektir. 

DİYÂNET AKADEMİSİ!... 

Taha Ermihan – 01.12.2018, 17:04

Nusret ERMİHAN benim dedem olur rahmetli dedem İzmir’de yaşamamıştır. Genellikle Süleyman Hilmi Tunahan Hz. yanında bulunurmuş asıl yeri ise Kayseri Bünyan’dır. Ve ayrıca Bünyan vaizidir doğru bilgi. Ve ticaretle uğraşmamıştır. 

Azîz Tahâ Ermihan Kardeşim. Bu zeminde, Dedeniz, Merhûm, Nusret Ermihan hakkında, İzmir’de kaldığı, ticaret’le iştigâl ettiği tarzında herhangi bir beyân vâkî’değildir. Sizi, böylesine bir yoruma sevk’eden sâik nedir, bilmiyorum. Hafızam yeni yanıltmıyorsa, Hazreti Üstazımızın son İzmir seyahatlerinden birisinde, -son seyahatlerinde- İzmir’li, iş adamlarından, Merhûm, Nusret İzmit’in Alsancak’taki evinde misâfir edildiği, İzmir’li hayırperver insanların Hazretimizin sohbetine katıldıkları hikâye edilmişti. Bu husus, size, birileri tarafından yanlış aksettirilmiş olmalı, ya da, yazının tamamı okunulmadan, Nusret İzmit, Nusret Ermihan olarak anlaşılmış olmasındandır. 

Aziz Kardeşim. Merhûm Dedeniz, Nusret Ermihan, Kayseri-Bünyan İlçesinin köylerinden birisindendir. Hıfzını, Kayseri’de, pekçok hafız yetiştirmiş, Meşhûr Hafız Mahmud’un yanında tamamlamış, gördüğü bir rü’yâ üzerine, İstanbul’a gelmiş, Takdir-i İlâhî ve Nasib-i Ezelisi ile Hazreti Üstazımızı bulmuş, bizzat veya bilvâsıta, Rahle-i Tedrisinde bulunmuş, diğer arkadaşları gibi, Diyânet İşleri Reisliği’nin açtığı, müftülük-vâiz’lik imtihanlarına katılmış, Hazreti Üstazımızın tasarruf ve himmetleriyle vâiz’lik imtihanını kazanmış, kendi kazası, Bünyan Merkez Vâizliğine ta’yin edilmiştir. Uzun bir müddet burada vazife gördükten sonra, 1960’lı yılların sonlarında, Diyânet İşleri Reisliğine hâkim olan sakîm zihniyyet sebebiyle, Süleyman Efendi Hazretlerinin Evlâdına uygulanan sürgün furyasında, Merhûm Nusret Ermihan da nasibini almış, şimdi Aksaray Vilâyetine bağlı, o devirde, Niğde’nin küçük ilçelerinden birisi olan, Ortaköy’e naklen ta’yin edilmişti. Daha sonraki hayat safhası hakkında teferruatlı bir bilgiye sahip değilim. Lütfeder, tamamlayıcı bilgiler gönderirseniz, değerlendiririm. Rabbim’den, başta, Nusret Ermihan Merhûm Ağabey olmak üzere, bütün geçmişlerimize vâsî rahmetini niyaz ederim.