AĞABEY’İMİN VEFATI DOLAYSİYLE!... 

Abdullah KARA – 05.11.2018, 20:16

Başınız sağolsun. Rabbim cennet ayrılığı vermesin. 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/04) 

M.Öztürk – 07.11.2018, 21:08

Ağabey, Allah-u Teala cennette kavuştursun abinizle inşallah, sabırlar diliyoruz. 

CEVŞEN-İ KEBÎR!..(3) 

Misafir – 08.11.2018, 10:12

Allah seni ıslah etsin iftiradan korusun derim. 

TÂİFE-İ NİSÂ’NIN MESÂCİD’E GELMELERİ!... 

Osman Karaman – 09.11.2018, 11:38

Hocam geçen hafta cuma günü, zatıalinizin de zaman zaman teşrif buyurduğunuz Kadıköy’deki bir camide cuma namazı kılındığı esnada, yan taraftaki camlı bölmede kadınların da imama uyarak namaz kıldığını gördüm. Açıkçası ilk defa gördüğüm için çok şaşırdım. Zannederim son dönemdeki devlet büyüklerinin söylemlerinden cesaret almış olmalılar diye düşündüm.

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/05) 

Abdullah Haksöyler – 10.11.2018, 22:06

Muhterem hocam: Yazılarınızı ve de yorumcuları aksatmadan okuyan bir takipçinizim. Kısa ismiyle meaili mühimme isimli eserin hazretimize aid olmadığı ispatlanmaya saayu gayret gösterilmekte lakin zatıalinizin de çok itimad edip hürmetle yad ettiğiniz kemal abimizin zamanında bastırılıp dağıtılan bu risale hazretimiz aid olmasa da tasvib ettiği bir risale olamaz mı? Aynı zamanda tedkik buyurdu iseniz mektubatı şerifin tercümesi bir risaledir hidayete tabi olanlara selam olsun.

Azîz Abdullah Kara ve M.Öztürk Kardeş’lerim. Merhûm Ağabey’imin vefatı üzerine ta’ziye temenni’leriniz ve hayırlı du’a’larınız için Can-u Gönülden teşekkürlerimi arz ederim. Efendim. 

Değer’li, Misâfir Remziyle yorum yapan Kardeşim. “Cevşen-i Kebîr!..(3)” yazısı yazılalı yıllar oldu. Bu gibi durumlarda, “Sabah-ı Şerifleri Hayrola!...” denilir. Söz konusu yazıda ne iftira ne yalan vardır. Cehl-i Mürekkep, idrâk noksanlığı ile ma’lûl iseniz benim yapacağım bir şeyler yok... 

Beyefendi. “Cevşen-i Kebir’i, Said Nursî Esmâ-i Husnâ’dan ve diğer me’sûr du’â’lardan tertip etmiştir,” deseniz hiçbir mahzûr yoktur. Ne var ki, müşkil odur ki, Cevşen-i Kebîr’e başka ma’na’lar yüklenmesidir. “Haz.Peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellem’e Cebrail aleyhisselam’ın vahiy ile getirdiği ve zırh’ı çıkar bunu “Oku,” dediği ve bin bir esmâ-i İlâhî’ye sarîhan ve zımnen işâret eden gayet yüksek ve çok kıymettâr bir münacât-i Peygamber’dir ki, Zeynel Âbidîn radiya’llâhu anh’den, tevâtürle, rivâyet edilmiştir.”

Bu metin tam bir cehâlet örneğidir; Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimize Cebrail aleyhisselâm tarafından vahyen getirilen ve tevatüre rivâyet edilen, Kur’ân-ı Kerim’dir, Kur’ân âyetleridir. Bu ma’na’yı, başka metinlere, hattâ vahiy mahsûlü Hadis-i Şerif’lere, hamletmek küfürdür. Kur’ân’dan olmayanı Kur’ân’a ithâl, Kur’ân’dan olanı Kur’ân’dan ihraç küfürdür. Metin, vâkıa’ya mutabık değildir. Haz.Peygamber Uhud Muharebe’sinde, zırhını çıkarmamış, aksine iki zırh giymiştir. Buna rağmen, zırhının yüz kısmındaki bir delikten ok isâbet etmiş, Rubâiye dişleri şehid edilmişti. Sarahat ve zımn birbirinin mürâdifi değil, münakızıdır. Sarahat varsa zımn yoktur, zımnen ise, sarahaten değildir. Diğer taraftan bir kişinin rivâyeti tevâtür değil, Haber-i vahid’dir. 

Aziz Kardeşim, Osman Karaman Beyefendi. 

Kadınlar uzun zamandan beridir, İstanbul’daki Süleymaniye, Sultanahmed Camii’leri gibi Salâtîn Camii’lerde, kendilerine ayrılan üst ve alt mahfillerde Cum’a namazlarına katılmaktadırlar. Kanaatimizce katılmalarında herhangi bir mahzûr bulunmadığı gibi, kendileri açısından çok faideli olur. “Tâife-i Nisâ’nın camii’lere çıkmaları ve cemaate katılmaları ile alakalı,” şer’î mes’eler için bu haftalarda, “Cum’a Sohbeti,” Köşemizdeki Makale’lerimizi dikkatle okumanızı tavsiye ederim. Kadınlarımızın, erkeklere nazaran, bid’at, hurâfe, safsata, kehâneti tasdîk etmeye yatkın olmaları, va’az, hutbe ve dînî sohbetlerden mahrum kalmalarındandır. 

Değer’li Abdullah Haksöyler Kardeşimiz. 

Azîz Kardeşim. Sözünü ettiğiniz risâle’lerin Hazreti Üstazımıza aid olmadığını ispat zımnında, husûsan bir Say-u Gayret gösterdiğimiz doğru değildir. Bu zeminde, Yorumcu’larımızdan birisinden vâki bir suale cevaben, Hazreti Üstazımıza aid böyle bir risâle-Mektuplar, yoktur,” dediğimde, aslan kesilip, “Nasıl Olmaz, bizler, bu risâlelerin orijinalini gördük, basımında vardık, risâle’ler basılmadan önce Kemal Beyağabeyimizin kontrolünden geçmiştir,” diyerek, bizi taşa tutanlar, linç edenler, her şey ortaya çıkınca şimdilerde kaçacak delik arıyorlar. 

Aziz Kardeşim. “MEKTUPLAR VE BA’ZI MESÂİL-İ MÜHİMME,” Risalesinin, 12. Sahifesinde “Ma’lûm olmak lâzımdır ki, benim tarîkatte Hazreti Fahr-i Âlem ve Cenab-ı Hâlık-ı Âleme olan nispet, irtibat ve intisab-ı Hâsım, Kutbü’l-Evliyâü’L-Vâsılîn, Gavsü’L-Kibriyâü’L-Muhakkıkîn, Mevrid-i Evsâf ve ahlâk-ı İlâhî, Vâris-i Tâm ve Ekmel-i Muhammedî, Şeyhunâ ve Mürşidinâ es-Seyyid Ahmedü’L-Kürdî el-Hüseynî (radiye anhü’L-Bârî) Hazretlerinden i’tibâren, 33 vasıta ile müselsel ve muttasildir.” deniliyor. 

Bu Risâle’nin Hazreti Üstazımıza aid olduğunu kabûl etmek, yukarıdaki beyanın da Hazreti Üstazımıza aid olduğunu kabûlü gerektirir. Böyle bir beyanın doğruluğunu kabûl, Haz.Üstazımızın kendisini inkâr ve bizim bugüne kadarki ezberimizin tamamen bozulması demektir. 

Kat’î ve Burhân-ı Mübîn olarak biliyoruz ki, Hazreti Üstazımızın, Sûrî, zâhirî Mürşidi, eş-Şeyh Salâhuddîn İbn-i Mevlânâ Sirâcüddîn (K.S.) Efendi Hazretleri ki, 1838, Kırgızistan-Oş şehrinde doğmuş olup, 1328/1910 yılında, yine OŞ’ta İrtihal-i Dâr-ı Bekâ eylemiştir. Bâtınî, Ruhî, Ma’nevî Mürşidi ise Üveysî olarak, İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni (k.s.) Efendi Hazretleridir. 

Es-Seyyid Ahmed el-Kürdî el-Hüseynî ise, Çapakçurlu (Bingöl) Şeyh olarak bilinen, 1921’de vefat eden ve Elazığ-Harput İlçesinde medfûn olan zattır. Bu zatın Sırr-ı Hafî Yolunun, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliye’nin, Silsile-i Saâdâtı-Silsile-i Zeheb’i ile herhangi bir irtibatı, iltisakı, nisbet-i Sahîhası bulunmamaktadır. 

Hazreti Üstazımızın böyle bir beyanının bulunmadığı bedâhet halinde olduğuna göre, böyle bir beyanın bulunduğu bir risâleye, Merhûm Büyüğümüz, Kemâl Beyağabey’imizin onay vermesi eşyanın tabiatına aykırıdır. 

Bir Risâle’nin veya herhangi bir kitabın muhtevasını beğenmek ayrı şeydir, onu birisine nisbet etmek ayrı şeydir. Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’nin bir nev’i yol haritası, İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin MEKTUBÂT-I KUDSİYYE’sidir. Mektûbâtın muhtevasını bütünüyle, hayranlıkla kabûl eder, beğeniriz. Ama, Aslâ, Mektûbatı ne Efendi Hazretlerine ve ne de bir başkasına izâfe ederiz. Bu risâlelerde nakîsalar varsa ki vardır, Hazreti Üstazımıza izâfe edilmesi, bu nakîsaları da, Haz.Üstazımıza izâfe etmek olur.   

ERTUĞRUL – 11.11.2018, 14:35

Hocam! Keşke dediğiniz gibi olsa, buraya-yurtdışına-kaç kişi, Diyânet’den vazifeli olarak geldiyse ki, şimdi sayıları aklımda değil, hemen hiç birinde ehl-i Sünnet akâidine bağlılık göremedim. Çok lâubâli’ler bu noktada. Sâniyen, biz burada helâl et için binbir güçlükle mücadele ederken, onlar ise, “Bunlar ehl-i Kitaptır, rahatça alıp yiyebilirsiniz,” diye fetva verirler. Bir Resmî veteriner’e “Neden bize Dinimize göre helâl kesime müsaade etmiyorsunuz? Yahûdîlere (Ma’lûm, Yahûdî’ler de şoklu kesim yapmazlar.) ise, ses çıkarmıyorsunuz,” diye sordum. Ne cevap versin, dedi ki, Sizin Resmî Diyânetinizin elimizde fetvası var, “Şoklu eti yiyebilirsiniz,” Tabi’î ki, ben de şok olmuştum. Ayrıca, Cum’a Namazını kısaltmışlar. Zuhr-ü âhir’i ve sonraki sünneti kılmıyorlar vs. Bitmez. Netice, bahsettiğiniz gibi bunda bizim ihmalkârlığımızın da payı varsa o ayrı, ama, mes’ûliyet büyük olacaktır.”

Doğru söylüyorsunuz. Bu nesilde, hemen hemen, hepsinde, “Ellâ Mezhebiyye,” virüsü vardır, ba’zılarında, kalbi-gönlü tahrip edecek kadar, ba’zılarında, hâlen gelişme döneminde, ba’zılarında ise kuluçka döneminde... 

28 Şubat döneminden beridir, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda, yurtdışı hizmetlere gönderilenlerin kâhir ekseriyyeti, FETÖ’cüdür. Şimdiler’de ise, Kripto FETÖ’cüler. Bunlar, Avanjelistler, diyalog’cular oldukları için, haram-Helâl bakmazlar, domuz eti de yerler, şarap’ta içerler, müşrike Hıristiyan ve Yahûdî’lerle de evlenirler. Ehl-i Kitap, Peygamber’imizin nübüvvet ve risâlet vazifesine başlamasından önce ve hemen sonra, Allah’ın birliğine, Haz.Musâ’nın Peygamberliğine ve Tevrat’ta gelenlere iman etmiş Yahûdîler, Allah’ın birliğine, İncil’in getirdiklerine ve Haz.İsâ’nın Peygamberliğine iman etmiş Hıristiyanlar, Haz.İbrahim aleyhisselâm’ın, Hanîf, tevhîd akîdesine sahip olanlar arasında vardı. Bunların hepsi, Tevrat’ta ve İncil’de haber verilen, âhirzaman Peygamber’i Haz.Muhammed-Mustafa salla’llâhu aleyhi ve sellem’i bekliyorlardı ve Peygamber’imize yetişenler hemen iman ettiler. 

“Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesîh’dir” diyenler andolsun ki, kâfir olmuşlardır.” (Mâide 5/17) 

“Yahûdî’ler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da Mesîh (İsa) Allah’ın oğludur dediler.” (Tevbe 9/30) 

Hıristiyanlar, Teslîs akidesine sahip oldukları için, Yahûdî’ler de Uzeyr Allah’ın oğludur, dedikleri için kâfir-müşrik olmuşlardır. Artık, yeryüzünde, Tevhîd akidesine sâhip olanlar vardır, bir de, müşrikler. Aslâ ehl-i Kitap olan bir zümre yoktur. 

Şoklu Kesim, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın bu husustaki fetvası, zannederim, şöyledir; uygulanan şok sonrası hayvan hemen kesilmez de belli bir müddet bekletilince, normal hayatına döner, koşar, yer içerse, İslâmî Zebh’e riâyet şartıyla, Besmele çekilerek, hayvana eziyet vermeyen, keskin bir bıçakla, boğazlanır, kanı bütünüyle akıtılırsa câiz olur. Aksi halde, şok’tan sonra, artık hiç hareket edemez, yemez-içmez ise zâten meyte’dir. 

Cum’a Namazı’nda Zuhr-uâhirin ve vakit sünnetinin terki de, hem Türkiye’de hem de, yurtdışında, “Ellâ Mezhebiyye’nin,” ma’rifetidir. 

Azîz Kardeşim. Diyânet tarafından yurtdışına gönderilenlerin ekserisi, yâ Türkiye’ye hiç dönmemişler, dönenler de Diyânet’den ayrılmışlar, şuranın-buranın “imamı” olmuşlardır. 

Bu nesle, bu câmia’ya, sirayet eden virüs’ün şifası, tek tedâvisi, ehl-i Sünnet akîdesidir. 15 Temmuz 2015 Darbe, isti’lâ ve işgal teşebbüsünden sonra hazırlanan, Din Şûrâ’sı, Din İşleri Yüksek Kurulu, Türkiye Diyânet Vakfı, İSAM, (İslâmî Araştırmalar Merkezi) tarafından hazırlanan raporlarda, Diyânet’in bir an evvel, ehl-i Sünnet akidesine dönülmesi tavsiye ediliyor. Bu Diyânet’in ehl-i Sünnetten uzaklaştığının kabûlü ve i’tirafıdır. 

Aslında ilâç bizdedir; Fakat, biz, ilâcı, Ecza Deposunda tutuyor, Eczacılara-saha’ya dağıtmıyoruz. Mes’ele budur...