YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (4/46) 

Abone Ol

Gurbetten Sılaya, remziyle yorum yapan Kardeşimizin yorumlarının büyük bir bölümüne, bundan evvelki, “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’alar!... (4/45)” serisinde cevap vermiştim. Yorumunun son bölümü, “Bir İlim adamı yetiştirdiğinizi gören var mı?!...” 

Çok haklı! Ne bizim bu Nezîh Câmia’mız ve ne diğer dinamikler, ilim adamı yetiştirme mevzu’unda gayret sarfetti. 

Denilebilinir ki, “İşte İmam-Hatip Okulları, son yıllarda neredeyse, her ilçe’de bile açılan İlâhiyat Fakülte’leri, her yıl yüzbinlerce insanımızı me’zun ediyorlar. 

İlâhiyat Fakülte’leri, “Arapça bilmez müderrisler,” yetiştiriyor. Türkiye’de ve dünya’da ilim adamlarının yetiştirilmemesi-yetiştirilememesi, aslında, kıyâmet âlametlerinden birisidir. 

“Ebû Musa Hazretlerinin rivâyeti veçhiyle, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: Kıyâmetin evvelinde bir takım günler gelecek ki, o günlerde ilim yok olur ve cehil nazil olur ve kıtâl (cinâyetler) çoğalır, buyurmuştur. 

Bir başka hadis-i Şerif’te meâlen, “Kıyâmete yakın günlerde, yeryüzünden ilim kaldırılır,” buyurmuştu da Ashab-ı Güzin, “Yâ Resûle’llâh! İlim yeryüzünden nasıl kaldırılacak,” dediklerinde, “Âlimler vefat ederler, onların halefleri de gelmeyince ilim yeryüzünden kaldırılmış olur,” buyurmuştur. 

Aslına bakarsanız, Türkiye’de ve Osmanlı Coğrafya’sında-Gönül Coğrafya’mızdı, 03.Mart 1924 tarihinde, Medrese’lerin kapatılmasıyla birlikte, ilim yeryüzünden kaldırılmıştır. İlmin, yeryüzünden kaldırılmasının başlangıç tarihidir.

Bir gecede alınan bir kararla, Medreseler kapatılınca, 3 bine yakın müderris, yüzbinlerce Talebe-i Ulûm, sokağa terk edilmişti. 

Müderris’lerden ba’zıları rejimin kendilerine teklif ettiği muhtelif vazifeleri kabûl ederek rejimin emrine girmiş, kabûl etmeyenler ve talebe-i Ulûm köyüne-mezrâsına dönmüştü. 

Me’zûniyyetlerine çok kısa bir zaman kalmış, bir-iki ders’ten imtihanını başarı ile verse, “Müderris” sıfatını alacak pek çok âlim, rejimin dehşetengiz uygulamaları sebebiyle döndükleri memleketlerinde, kendi çocuklarına bile, ilim tahsilinden imtinâ ettiler, Aralarından ba’zıları, Diyânet İşleri Reisliği’nin açtığı imtihanlara katılarak, müftî, vâiz olmuşlarsa da, kendilerinden sonraki nesl’e, ilmi aktarma mevzu’unda herhangi bir gayretleri görülmemiştir. 

Süleyman Hilmi Silistrevî (Tunahanı) (K.S.) Efendi Hazretleri, Medreseler kapatıldığında, Süleymaniye Sahn-ı Semân Medresesi, Âlî kısmında, Tefsir ve Hadis Müderrisi idi. (Tesir ve Hadis Profesörü idi) 

Ders-iâm olması hasabiyle, İstanbul’da, Salâtîn Camii’lerde va’az ederken bir taraftan da bulabildiği kimselere ilim okutuyordu. 

Dönem fetret devriydi. Tek Parti Mütegallibe, âlimlere tarihte bir misli aslâ görülmemiş mezâlim uyguluyordu. Sû-i Kasd’lar tertip ediliyor, bahane ediliyor, ehl-i İlim ve ehl-i Tarîk olanların kafaları uçuruluyordu. 

Çok sıkı, Jandarma ve Polis baskısına rağmen, İstanbul’da, Süleyman Efendi Hazret’leri, Karadeniz Bölgesinde, ders-iâm’lardan, Oflu, Dursun Efendi (Dursun Güven), çok zor şartlar altında bulabildikleri insanlara ilim öğretiyordular. Devir fetret devri, zaman çok değer’li olduğu için, “Eliöpülesi” Hoca’larımız, Rahle-i Tedris’lerinde bulunanlara, Sarf, Nahiv, Kelâm, Fesahat ve belâgatte, metinler, Fıkıh Usûlünde, Muhtasarü’L-Menârı okutuyorlar. Talebe’nin eline altın bir anahtar veriyorlardı. Talebe, bu altın anahtar ile Ulûm-u Diniyye ve İslâmiyye’nin her bir kapısını açıp ilim şehrine girecekler, ulûm ve fünûn’da derinleşecekler her bir ilim dalında bahîr birer âlim olacaklardı. 

Heyhât! Bizler, bu altın anahtarı kullanmadık-kullanamadık, bize verilenlerin bize yettiğini zannettik, birer âlim olduğumuzu zannettik. Efendi Hazretlerinin ta’biriyle “OLAÇIKAGELDİK.”

Tabi’î ki, Efendi Hazret’lerinin yoğun ve hızlandırılmış tedris sistemi ve himmetiyle yetiştirdiği bahîr âlimler de vardı. Her birisi, bir ilim ve fen dalında derinleşmiş bu âlimlerden ba’zıları şunlardır: 

Merhûm, Mustafa Çırpanlı, (sarf, nahiv, fesahat ve belâgatta bahîr), İzmir, Müftü yardımcısı, Şanlıurfa-Birecik’te müftü, Kalaycı Hoca, Mehmed Oral, (İlm-i Mantık’da bahîr, Afyonkarahisar-Emirdağ, Antalya-Korkuteli’nde müftü, Demirci Hoca, İlm-i Kelâm’da bahir, Kütahya-Altıntaş’ta müftü. Refik Akçelioğlu, Manisa ve Sinop’ta müftü, Halid Başar, Tekirdağ’da müftü, Manisa ve Kocaeli’nde vâiz. Mehmed Emre, Seferihisar, Eskişehir, Balıkesir, Bilecik, müftü. Muharrir, Müellif, Şârih... Abdülkerim Polat, Kepsut Müftüsü, Kayseri, Eskişehir vâizi, müellif, muharrir. Aynı seviye’de olup da hayatta olanları, vâki kırgınlıklara sebebiyet vermemek için yazmadım. 

Osmanlı bakiyesi son devir âlimleri, Muhammed Hamdi Yazır, Rıfat Börekci, Ahmed Hamdi Akseki, Hasan Hüsnü Erdem, Hâdimli Mehmed Vehbi Efendi, Ermenekli, Saffet Efendi, Şehîd Oral, Erzurum’lu Ömer Nasûhî Bilmen, Balıkesir’li, Hasan Basri Çantay, İbrahim Edhem Elmalı, Bekir Hâki Efendi, Kâmil Küçük, Bekir Sadak, Deliormanlı, Ahmed Davudoğlu ve daha nîceleri halef âlimler bırakmadan ebediyyete göç etmişlerdir. 

Mehmed – 24.07.2018 – 12:08

Hocam öncelikle teşekkür eder hayırlı ömürler dilerim. Camia hakkında ahkam kesmek haddim değil ancak kabuğumuza çekildiğimiz kısmen doğru. Doğrusunun da bu olduğu kanaatindeyim. Anlaşamadığımız husus bugün mezhebsizlik devlet politikası haline getirilmiştir. Dediğiniz gibi bu güruh azınlıkta değildir maalesef. Devletin en geniş imkanlarını kullanıyorlar. Bunda bu ülkeyi 15 yıldır yönetenlerin payı ne? Kendileriyle hareket edilmesini istiyorlar bu mümkün değil... Zannettiğiniz gibi masum değiller.. Onun için kabuğumuz içinde hizmete devam da fayda var. Meydanı onlara bırakmış değiliz sadece onlarla hareket etmiyoruz edemeyiz de....

Aziz Kardeşim. Türkiye’de, Resmî Din Eğitimin omurgasının, Ellâ Mezhebiyye’ye oturtulduğunu gerek bu sütunlarda ve gerekse Cum’a Sohbeti Köşemizde, def’aâtle yazan birisiyim. İmam-Hatip Lise’lerinde ve İlâhiyat Fakülte’lerinde, hâlâ bu inadın devam ettirildiği de bir vâk’a... 

Ne var ki, Mezhepsizliğin bir devlet politikası haline getirildiğini iddia büyük bir iddia olur. Devlet dediğimiz, içimizden birilerinin muhtelif kademelerinde şu veya bu pozisyonda vazife yaptığı, devâsâ, bir kurum. Aynı camii’de, saf bağladığımız, hasta olduğunda ziyâret ettiğimiz, vefatı halinde cenazesine katıldığımız bu insanların tamamının, Ellâ Mezhebiyye olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Türkiye’de, bizden olmayan herkesin ve devletimizin, Ellâ Mezhebiyye olduğuna hükmetmemiz, ancak, bir avuç Ellâ Mezhebiyye mensubu insanları memnun eder. 

Mehmed Kardeşim. “Kabuğumuza çekildiğimizde,” Ümmet-i Muhammed’e nasıl hizmet edeceğimizi bize anlatabilir misiniz? 

Hazreti Üstazımız, Cihânmüşûl Vâris-i Nebî, Cihânşümûl, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid. 

Onun yolunda olduğu iddiasındaki bizler, müntesibîn’in, ihmal edilmez, vazgeçilmez vazifemiz, onun teblîğ, irşâd, ihdâ ve tecdidini ümmet-i Muhammed’e teblîğ olduğuna göre, Kabuğumuza çekilince bu vazifeleri nasıl yerine getireceğiz? 

Acaba, Günümüzde, Ellâ Mezhebiyye’nin bu kadar yayılmasında bizim Kabuğumuza çekilmemizin rolü ne nispette olmuştur? 

Devlet geleneğimiz, Azîz Milletimizin İslâm ile şerefyâp olduğundan beridir, hassâsiyet gösterdiği, ehl-i Sünnet Akidesinin, ebed-müddet devam ve yeni nesillere aktarımı için, Bizim sahaya çıkmamız, şartlar neyi gerektiriyorsa, yerine getirilerek mihrab’lara, minber’lere ve kürsî’lere dönmemiz şarttır. 

Kabuğumuza çekildiğimizde, Yurt’larda ve kurs’larda, hatim gecelerinde ve Cum’a günlerinde, 30-40 kişilik az sayıda ve “Gasal’ın elindeki meyyit gibi,” her şeyi ile zâten teslîm olmuş bu cemaate neyi teblîğ edeceğiz? 

Hazreti Üstazımız, Fatih Beyceyiz Mahallesinde ikâmet buyurduğu yıllarda, ders ile meşgûl değilseler, vakit namazlarını, bilhassa, Sabah namazını mutlakâ mahalle’nin camii’nde cemaatle, Şehzâdebaşına geçtiklerinde, talebe’yi bu Camii’de okuttukları için, Camii’n anahtarları kendisinde ve ba’zı talebesinde bulunuyordu. Yatsı namazından sonra kapılar kapatılır, Sabah Ezanı’na kadar talebeye ders okutur, Sabah namazını bizzat kıldırır, yolun karşısındaki köşkünde istirahate çekilirlerdi. 

Anadolu Yakasına-Kısıklı’ya geçtikten sonra, ders ve hatim halkasında değilseler, vakit namazlarını, ve fakat her sabah, sabah namazını Kısıklı, Abdullah Ağa Camii’nde kılarlardı. Cami imamı, teberrüken, Efendi Hazretlerini her sabah mihraba da’vet ederdi. 

Ne demek “Kabuğuna Çekilmek”?!...