SANİOĞLU-  Remzini kullanan çok değerli kardeşimizin, yorum ve tevcih ettikleri suallerin cevaplarının devamıdır:

Aziz Kardeşim. “İbrahim’in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? And olsun ki biz onu dünya’da (Resûl-elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.” (Bakara 2/130)

“Allah biribirinden gelme bir nesil olarak Adem’i Nuh’u, İbrahim ailesiyle İmran ailesini seçip alemlere üstün kıldı.Allah işiten ve bilendir.” (Âl-İmran 3/33, 34)

(Haz.İbrahim’in neslinden gelen Peygamberlerle, İmran ailesinden daha sonra gelen Peygamber’ler kasd’edilmiştir.) 

“Sonra Kitabı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik.” (Fatır 35/32)

Aziz Kardeşim. Allahu Teâlâ Azze ve Celle Hazret’leri, İlm-i Ezelisiyle, ezelde-Alem-i Ervah’ta, insanlardan ba’zılarını nebi-resul, (Peygamber) olarak seçmiştir. Vakti zamanı gelenler, ete kemiğe bürünmüş, yeryüzüne, insanları, Allah’a kul olmaya, hidayete, Sırat-ı Müste’kîme, dost doğru yola da’vet etmek üzere gönderilmiştir. Haz.Adem’den, son Peygamber, Hazreti Hatem, Muhammed-Mustafa salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimize kadar, rivayetlere 124 bin veya 224 bin Peygamber gönderilmiştir. Peygamber’lerin sayılarını ancak Allah bilir.

Peygamberimizden önceki devirlerde, yeryüzünde aynı anda, aynı şehir ve belde’lere, aynı kavim ve milletlere, birden fazla Peygamber gönderilirdi. Allah tarafından yeryüzüne gönderilen bütün Peygamber’ler, vazife’lerini kusursuz ifa etmişler. Allah’tan telakkî ettikleri vahyi, emir ve nehiyleri, kavim, kabile ve milletlerine hakkıyla tebliğ etmişler, tebliğ, tenzir ve tebşir vazife’lerini hakkıyla yerine getirmişlerdir.

“(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, bil’akis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas 28/56)

(Rivayetlere göre, Resûl-i Ekrem salla’llahu aleyhi ve sellem amcası Ebû Talip’e hitaben şöyle buyurmuştu; “Lâ İlâhe illâh” de ki, kıyamet günü senin lehine şehadette bulunayım. Ebû Talip ise, “Kureyş kadınları beni kınarlar, korkudan bunu söyledi derler. Eğer böyle demeyecek olsalardı, müslüman olup seni sevindirirdim,” demişti. Haz.Peygamber’in çok sevdiği önemli yardımlarını gördüğü amca’sının hidayeti için böylesine çırpınışı üzerine bu âyet nazil oldu.

Nice Peygamber’ler gelmiştir ki, tebliğ, ihda, tenzir ve tebşîr vazifesini bihakkın yerine getirdiği halde, kavminden, milletinden hiç bir kimse kendisine iman etmemiştir. Fakat, bu durum, o nebî’nin mertebe’sini düşürmez, derecesi, mertebesi yine âlî’dir… Peygamber’le, tabiîn, Teb-i Tâbi’în dediğimiz, kıyamete kadar gelecek bütün mü’minler arasında, kutlu bir cemaat topluluk vardır. Başta Hulefâ-i Raşidîn olmak üzere, Ashab-ı Güzin rıdvanu’llahi aleyhim ecme’în vardır. Ashab, Sahabe, Sahabî...

Sahabî, Sevgili Peygamber’imizi salla’llahu aleyhi ve sellem’i, dünya gözüyle görmüş, ona iman etmiş, bir kerre bile olsa onun sohbetine mazhar olmuş kimselere denilir. Aynı devirde yaşamış olmasına rağmen, Ebû Cehl, amcası Ebû Talip gibi olanlar, aynı devirde yaşadığı, kendisine büyük bir huşû ve samimiyetle inandığı halde, kendisini görmek ve sohbetine mazhar olabilmek için, Yemen-Karn’den, onun günün şartlarında, Medine-i Münevvere’ye kadar gelmişken, Resulullah Efendimiz, uzak diyarlarda seferde iken, Medine’de bulamadığı için validesine verdiği sözü tutmak için, Resûlullah ile görüşemeden büyük bir hüzünle ayrılan, Üveys el-Karnî Hazret’leri, Tâbi’în’in en faziletlisi olmasına rağmen Sahâbî olma şerefine nail olamamıştır. Üveys el-Karnî’nin halini ve derin üzüntüsünü öğrenen Peygamber’imiz, onu teselli için, Hırka-i Saâdet’lerinde birisinin, Üveys el-Karnî’ye ulaştırmasını vasiyet etmiş, Hulefâ-i Raşidîn dönemindeki fütuhat sırasında, Peygamber’imizin Hırka-i Saâdet’lerinden birisi kendisine ulaştırılmıştır. Medar-ı İftiharımız, İstanbul-Fatih, Hırka-i Şerif Camii’ndeki Hırka-i Saâdet, işte bu Hırka-i Saâdet’dir...

Nübüvvet ve risalet, nebî ve resûl, Ashab’dan olmak ve Sahabî, Ümmetin geri kalanlarından, varis-i Nebî’ler, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmiller, müceddid’ler, üç’ler, yediler, kırk’lar, Divanü’s-Salihîn ve Meşhed-i A’zam gibi, Rical-i Ma’neviyye’nin iştirak ettiği veliler, Ümmetin arasında Allah’ın gizlediği nice veliler ve ümmetin tamamı… Bunların arasında çok kalın, bariz, çok açık asla aşılamaz çizgiler vardır; Şüphe yoktur ki, Peygamber’lerden sonra, bütün insanlar arasında en faziletli, derecesi en yüksek olanı, Haz.Ebû Bekr es-Sıddîk’dir, Sevgili Peygamber’imiz hakkında, “Peygamber’lerden sonra, bütün Ehl-i  Arz’ın imanı terazî’nin bir kefesine, Ebû Bekr es-Sıddîk’in imanı, tasdiki diğer kefesine konulsa elbette Ebû Bekr es-Sıddîk’ın imanı, ihlası, sıdkı daha ağır basardı.,” buyurmuştur. Peygamber’lerden sonra, Ashab-ı Kiram’ın ve bütün insanların en faziletlisi, Ebû Bekr es-Sıddîk’ın derecesi ve mertebesi asla herhangi bir nebî’nin derecesine ve mertebe’sine ulaşamaz. Sahabe olma şerefine, ulaşamamış, mazhar olamamış, Tabi’î’nin en faziletlisi de herhangi bir Sahabî’nin derecesine ve mertebesine ulaşamaz.

Tabiî’nin, en faziletlisi kabul edilen, Üveys el-Karnî Hazret’lerinin derece ve mertebesi, efendisi, Hind’in azad edilmesi ve külliyetli bir servet karşılığı, büyük bir buğuz ve kinle, Uhud’da Haz.Hamza’yı hunharca-canavarca şehid ettiği ve vücud bütünlüğünü bozduğu için, kendisine “Vahşi” unvanı layık görülen zat, bilahare Müslüman oldu, Huzur-u Resûlullah’a vardı, bir-kaç kerre bile olsa da Peygamber’imizin sohbetine mazhar oldu, Sahabî’lerin arasına katıldı.- Peygamber’imiz salla’llahu aleyhi ve sellem kendisine, “Seni her gördüğümde, amcam, Şehid’ler Reisi, Hamza’yı hatırlıyorum, bana sık görünmesen daha iyi olur,” buyurduğu için, Resulullah’ı üzmemek için, Resûlullah’a pek sık görünmezdi. Haz.Üveys el-Karnî hiç bir suretle ve asla, Haz.Vahşî’nin derecesine ve mertebesine ulaşamaz.

Abdullah İbn-i Mübarek’e soruldu. Hazreti Muaviye İbn-i Süfyan radiya’llahu anh Efendimiz mi, yine Tabi’î’nden, Tabi’î’nin en faziletlilerinden, adaletiyle, tevazu’u ve sade bir hayat sürmesiyle, (çok zengin ve varlıklı olduğu halde) İkinci Ömer unvanı verilen, Ömer bin Abdülaziz mi daha faziletlidir?

Abdullah İbn-i Mübarek, “Vallahi: Hazreti Muaviye’ nin, radiya’llahu anh’in, Peygamber’imizle birlikte çıktığı harb’lerden birisinde, atı’nın burnuna giren tozlar, Ömer bin Abdülaziz’den daha faziletlidir. Siz, kimi kimilerle, kimleri kimlerle mukayese etmeye kalkıyorsunuz?” diye cevaplandırmıştır...

Ehl-i Sünnet’in temel kaide’lerinden birisi budur. Tafdîlü’ş-Şeyheyn, Muhabbetü’l-Hateneyn, bu temel ve esas inanc’ın teferruatındandır. Durum bu kadar vazıh, herhangi bir tereddüde meydan bırakmayacak kadar sarih iken, birisi çıkar da, “Falanca’da yada şu büyüğümüzde, bu idarecimizde, iki nebi tasarrufu vardır, ya da, büyüğümüz veya şu şahıs, bu şahıs, Sahibizaman, Mürşid-i Kamil ve müceddid’in tasarrufunu kullanıyor,” derse, ya delidir, ya da Cehl-i Mürekkeble cahildir. Tasarruf salahiyeti, mürşid-i Kâmil’in, müceddid’in nev’i şahsına münhasır bir yetkidir. Nakşibendiyye-i Âliyye’nin, Saâdâtı, Rical-i Ma’neviyye Kevni  kerametleri “Hayz-u Ricâl kabul edip imtina ettikleri için, Müceddid’in vazifesini bitemamiha ve bikemaliha ifa için ihtiyaç duyduğunda, Allah’ın izniyle, Pîran’ın himmetiyle elinide zuhur eden, Hâriku’L-âde’ye tasarruf denilir.

Beytü’L-malde sınırsız, harcama yetkisi olan, istediğini istediği yere harcayan, kimseye hisap vermeyen, kimsenin hisap sormadığı,  -değerli editörüm, lütfen “Hisap” kelimesini, “Hesap” olarak tashih etmeyiniz. Kelimenin aslı Arapça olup, Kur’an diliinde doğrusu “Hisab”dır.- kimselere her ne kadar “mutasarrıf”denilse de, bahsimizdeki, “Tasarruf” ile uzaktan-yakından herhangi bir alaka ve münasebetleri yoktur...