YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ ALAR!...(5/49)

Abone Ol

KİMLERİN CENAZE NAMAZI KILINMAZ?

Antirecep - 24 .08.2019, Saat 10:10

CEVAPLARIN DEVAMIDIR...

“Söyle her kim Cibril’e düşman ise bilsin ki o. O Kur’ân’ı senin kalbin üzerine Allah’ın izniyle indirdi, önündekileri tasdıklayıcı (doğrulayan) ve mü’minlere bir hidayet ve beşaret olmak için, her kim Allah’a ve Allah’ın Meleklerine ve Resûllerine ve Cibril’e ve Mi’kale (Mi’kail) düşman olur ise bilsin ki Allah kafirlerin düşmanıdır.” (Bakara 2/97, 98)

Yukarıda, me’allerini verdiğimiz ayeti Kerime’lerin nüzul sebebi olan (indiriliş sebebi) bu, Cibril’e adavetin (düşmanlığın) zuhuru hakkında muhtelif rivayetler vardır. Rivayetler muhtelif olmakla birlikte, pek çok ravî’nin rivayetinden hasıl olan esaslı bilgi şudur: Sevgili Peygamber’imiz, salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Medine’ye hicret buyurduklarında, Fedek Yahudi’lerinin ruhban’larından, Abdullah İbn-i Suriye, münazara etmek için, (dinî ve İlâhî mevzu’larda tartışmak için) yanında bir-kaç kişi olduğu halde, Huzur-u Resûlü’llah’a çıktı da: Evvelâ (ilk önce): “Ya Muhammed! Uykun nasıldır? Zira ahir zamanda gelecek Peygamber’in uykusu bize haber verilmiştir. Aleyhissalatü  ve’sselâm Efendimiz, “gözlerim uyur kalbim uyumaz,” buyurunca,” doğru demiş...

İkinci olarak, nutfe, (menî, sperm) baba’dan olduğu halde çocuk anasına nasıl benzer? Haber verir misin, demiş? Resûlu’llah, “kadının da suyu vardır, hangisi galebe ederse müşabehet, (benzeşme, benzeme) ona olur, buyurmuş, doğru demiş...

Üçüncü olarak, “İsrail’in kendisine haram kıldığı taam, (yiyecekler) ne idi, haber ver, Zira, Tevrat’a nazaran, Nebiyy-i Ümmî bunu haber verecektir, demiş...

Resûlu’llah Efendimiz buyurmuş ki “Musa’ya Tevrat’ı indiren Allah namına söylerim, bilir misiniz? İsrail şiddetli bir hastalığa tutulmuştu, hastalığı uzadı, O zaman, Allah, kendisine afiyet (sağlık-sıhhat) ihsan buyurursa, en sevdiği taamı, şarabı,- şarap Hazreti Muhammed’in getirdiği şerîa’ttan önceki şeriatlerde, helal idi.- kendisine haram olsun, diye nezretti. Nezr’ederek kendisine haram kıldığı ni’metlerden ikisi de, deve eti ve deve sütü idi. Abdullah İbn-i Suriye buna da, “evet” dedikten sonra,dördüncü bir şey kaldı, onu da söylersen sana iman ettim; sana, hangi Melek geliyor da, Allah tarafından söylediklerini getiriyor?” diye sormuş, Resûlu’llah, “Cibrîl,” buyurmuş, bunun üzerine, Yahudî, “o bizim  düşmanımızdır, o kıtal, şiddet getirir, Resûlü’müz-Sefirimiz- (elçi’miz,) Mi’kail’dir ki, müjde, ucuzluk, bolluk getirir, sana gelen o olsaydı, (yani Cebrail değil de, Mi’kail olsaydı,) iman ederdik demiş, o anda Huzur-u Resûlü’llah’da bulunan  Hazreti Ömer radiya’llahu anh Efendimiz sormuş; “Bu adavet (düşmanlık) ne zaman başladı?” Abdullah İbn-i Suriye, “bunun başlangıcı, Buht-ü Nassar denilir bir adam tarafından Beytülmakdis’in tahrip edileceğini Allahü Teâlâ Peygamber’imize vahyen bildirmiş ve onu ta’rif etmişti. Biz de aradık, bulduk, onu öldürmek için adamlar gönderdik, o zaman Babil’de henüz miskin bir çocuktu, fakat Cibrîl, “Eğer Allah sizi bunun katline musallat kılarsa haber verdiği adam bu değilmiş demek olur, binaenaleyh, bunun katli faydasız olur,” diye onu müdafaa etti. Sonra o büyüdü, kuvvetlendi, hükümdar oldu, harp açtı, Beytülmakdis’i tahrip etti ve bize katl-iam yaptı, bunun için biz onu düşman tanırız,” bunun üzerine yukarıdaki me’allerini verdiğimiz ayetler nazil olmuştur. Medine’nin yukarı tarafında, Hazreti Ömer Efendi’mizin bir bahçesi-tarlası vardı. Oraya gidip-gelirken yolunun üzerinde bulunan, Yahudi’lerin toplantı yeri ve dershaneleri vardı. O da, ara sıra, bu dershane’ye gider ve kendilerini dinlerdi. Bir gün kendisine, “Ey Ömer!.” Muhammed’in ashabı arasında senin gibi sevdiğimiz yok, diğerleri gelir-geçer, iltifat etmez, canımızı sıkarlar, sen öyle yapmazsın. Bunun için sana çok ümid besliyoruz. Hazreti Ömer sordu, “sizce en büyük yemin nedir?”, “Turısina’da Musa’ya Tevrat’ı indiren rahman namına yemindir,” dediler. Bunun üzerine Hazreti Ömer kendilerine bu suretle yemin vererek, “Muhammed’i kitabınızda buluyor musunuz?” diye sordu, sükut ettiler. “Ne oluyorsunuz söyleyin, Vallahi ben size dinim’de şüphem bulunduğu için sormuyorum,” dedi. Birbirlerinin yüzüne baktılar, içlerinden biri kalktı, “Söyleyin veya söyleyeceğim,” dedi, onun üzerine dediler ki, “Evet biz onu Kitabımızda buluyoruz, lakin ona vahiy getiren Melek Cibril’dir. Cibril ise bizim düşmanımızdır, o hep azap, kıtal, (cinayet) zelzele (deprem) gibi, şiddetlerin sahibidir. Eğer ona gelen Mi’kail olsaydı herhalde iman ederdik. Çünkü Mi’kail bütün rahmet-ü merhamete, ucuzluğa, selamete müvekkeldir. (vazifelendirilmiştir.)...

Hazreti Ömer sordu, “Turısina’da Musa’ya Tevrat’ı indiren rahman hakkı için söyleyin. İndellah Cibril’in mevkii nedir?” dediler ki, Cibril sağında, Mi’kail solundadır,” Hazreti Ömer öyleyse şahid olun ki, Allah’ın sağındakilerine düşman olanlar, solundakilerin de düşmanıdırlar ve bunlara düşman olanlar Allah’ın da düşmanıdır,” dedi  ve macerayı, (olup bitenleri, aralarındaki konuşmayı,) Peygamber’e haber vermek için avdet etti. Huzur-u risalete varınca, (Peygamber’imizin huzuruna çıktığında,) gördü ki, Cibril ondan evvel vahiy getirmiş, Resû’llah kendisine bu ayet’leri okuyuvermiştir. Yahudiler, “Allahu Teâlâ, Cibril’e, nübüvveti, ahir zaman Peygamber’liğini, biz’den, Yahudilerden birisine getirmesini emrettiği halde, o başkasına götürdü, bundan dolayı düşmanımızdır.” dedikleri de ayrıca rivayet edilmiştir. Filhakika, birinci ayetin zımnından anlaşıldığına göre, Yahudilerin Cibril’ e asıl düşmanlıklarının sebebi, Kur’ân’ı, Hazreti Muhammed’ in kalbine indirmesidir. Bunun Allah’ın izniyle olduğu, aynı zamanda getirdiği Kur’ân’ın şiddet ve azap değil, geçmiş bütün kitapları te’yid eden ve mü’minlere hidayet ve beşaret olduğu, beyan buyrularak onlar tarafından ortaya konulan diğer sebeblerin sebeb-i hakikî olarak değil yalan olarak söylendiği tefhim edilmiştir.

“Hiç bir beşer için o salahiyet yoktur ki, Allah ona kitap versin, hüküm versin, Peygamberlik versin de ona insanlara Allah’dan beride (başka) bana kul olun, diyebilsin ve lakin kitap ta’lim etmekte olduğunuz ve ders alıp vermekte bulunduğunuz için rabbânî’ler olunuz der. Ve hiç bir zaman size melâike’yi ve Peygamber’leri rab’ler ittihaz etmenizi de emredemez, ya siz Müslüman olduktan sonra size küfrü emredebilir mi?...”

“Hem Allah  vaktiyle Peygamber’lerin şöyle misakını (ahd, söz ve va’d) almıştı: Celâlim hakkı için size kitap ve hikmetten her ne verdimse sonra size beraberinizdekini tasdik eden bir Resûl geldiğinde ona mutlaka iman edeceksiniz, i’tirazsız ona yardımda bulunacaksınız, buna ikrar verdiniz mi? Ve bunun üzerine ağır ahdimi boynunuza aldınız mı? buyurdu, ikrar verdik dediler, öyle ise, buyurdu: Şahid olun ben de sizinle beraber şahidlerdenim.” (Al-i İmran 3/80-81) (Allah bütün Peygamber’lerine kitap ve hikmet verirken hepsinin böyle bir ahd-ü mi’sakını almıştır. Bunlar arasında seleften halefe, haleften selefe böylece mütekabil ve şehadeti İlâhiye tahtında mukarrar bir tasdik muahedesi vardır. Hepsi kendilerini tasdik eden Muhammed Resûlu’llah’a iman ve nusret (yardım) için Hak Teâlâ’ya ıkrar vermişlerdir. İlim ve şehadeti Hakkın hükmü budur.

Ahir zaman Peygamber’i, Sevgili Peygamber’imiz, Hazreti Muhammed-Mustafa salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz, nübüvvet ve risaletini izhar buyurup, vazıh mu’cize’lerle bunu isbat ettiğinde, tebliğ, irşad ve hidayeti’nin ulaştığı her yerdeki, Kavmi Musa, Ümmeti İsa ve Milleti İbrahim’den olan herkesin, artık Peygamber’imize iman etme mecburiyeti vardır.

Kadınlarıyla evlenilebilen, kestikleri hayvanların yenilebilir, olduğu, pişirdiklerinin temiz olduğu ehl-i Kitap, kendilerine henüz, ahir zaman Peygamber’inin tebliği  ulaşmamış, Allah’ın birliği’ne, Hazreti İsa’ya, rab veya oğul değil, Hazreti Uzeyr’e oğul değil, yalnızca Peygamber olarak inanan Ümmeti İsa veya Kavmi Musa olanlardır.

Ahir zaman Peygamber’in, nübüvvet  ve risaletini izhar ettiği ve tebliği’nin bütün ümmet ve kavimlere ulaştığı andan i’tibaren, tevhid üzere olan ehl-i Kitap kalmamıştı.

Günümüzde de, ahir zaman Peygamberinin tebliği, irşad ve hidayeti, beş kıt’a, yedi iklim’de, bütün insanlığa ulaştığı için -ki, bu gün dünya’nın dört bir tarafında, 24 saat Ezan-ı Muhammedî’nin okunmadığı bir yer yoktur.- tevhide inanan ve Peygamberi, rab, oğul değil, Peygamber kabul eden ehl-i Kitap bulunmamaktadır.

Bu bakımdan, tevhid akidesine sahip, yer yüzünde, ehl-i Kitap bulunmadığı için, günümüzde, Hıristiyan, Yahudi ve başka inanç sistemlerine bağlı, herkes, müşrik-müşrike’dir. Müslüman erkeklerin bunların kadınlarıyla, Müslüman kadınların bunların erkekleriyle evlenmeleri asla caiz değildir. Kesinlikle, aralarında bir nikah akdi söz konusu olmadığı gibi bunlardan tevellüd edecek çocuklar da birer veled-i zinadır. Kestikleri hayvan, pişirdikleri yemek mundardır, yenmez, müşrik ve müşrike’lere temas halinde bizatihî neces (pislik) oldukları için ellerin yıkanması ve dezenfekte edilmesi şarttır...