Her ülkenin yönetimi aynı şeyi, insanları birbirine benzetmeyi ister. Çünki insanlar birbirine benzediğinde onları idare etmek daha kolay olacaktır. Bu yüzden göç almak, mülteci almak her yönetimin en son isteyeceği bir olgudur. Şimdi her ülkenin başını ağrıtan, ister iç göç olsun ister dış göç olsun olay budur. Yerel idareciler de, genel ülke yöneticileri de aynı sıkıntıyla karşı karşıya.

 

Bir taraftan genel milli kültürü, irfanı yaymak, her vatandaşın bu irfan çerçevesine sığmasını isteyen yöneticiler, bir taraftan da bu milli genel irfanı rahatsız edecek farklılıklara kucak açmak durumundadır. İşte iç göç ve dış göç, genel irfana yeni boyutlar taşıyacaktır. Bu yeni boyutlar, yeni renkler, tatlar, şekiller, anlayışlar ve en önemlisi yeni beklentiler getirecektir.

 

Bir şehirden bir şehire, ya da köylerden şehire akın vardır. valilik ve belediye bu iç göç için yeni mahalleler, yerleşim alanları, okullar, hastaneler, iş yerleri, istihdam alanları, hayat ve hareket alanları oluşturmak zorunda. <bütün bunlar para ile emek ile olacak işler. Yeni nüfus yeni üretim gücüyle gelecek ama aynı zamanda yeni suç yeteneğiyle de gelecek. Polis ve zabıta hizmetleri de, adalet, eğitim, sağlık hizmetleri de artacaktır. Ama şehrin başka büyüme şansı da yoktur.

 

Yönetenler iki arada bir derede kalırlar her zaman. Tam denk bütçe yapılmışken, tam yeterli hastane, okul, istihdam alanı, hayat ve hareket alanı oluşturulmuşken yeni göçler bu dengeyi bozar. Bir de yeni gelenler hemşehri dernekleri kurarak köylerindeki alışkanlıklarını, konuşma tarzını, şivesini, giyim kuşamını, mutfağını devam ettirmek çabalarına girişir. Farklılık genel şehir irfanını rahatsız eder.

 

Şimdi bunu bir de devletler açısından ele alalım.

 

Devletler arasındaki göçler iş, eğitim açısından  geçici olabildiği gibi, siyasal sebeplerle iltica şeklinde de olabilmektedir. Her ikisi de yönetenler açısından büyük dert. Ama geçici olan iş ve eğitim göçlerinin getirdiği yabancılar kanunlarla daha sıkı denetim altına alınabiliyor.

 

Ama siyasi sebeplerle mülteci olarak kabul edilenler kalıcı oldukları için bir süre sonra yasaları da öğrendiklerinden daha çok taleplerle yöneticinin baş ağrısı olabiliyorlar. Bu mülteciler aynı medeniyetin mensubu iseler, aynı dine bağlıysalar onları zaptı rapt altına almak nisbeten daha az sıkıntılı oluyorken, başka dinden, başka medeniyetten iseler çözümsüzlük ortaya çıkıyor.

 

Gelen insanlar orayı vatan olarak görmeye başlamıyorlar. En az iki nesil sonra ancak orayı vatan olarak görüyorlar. Mültecilerin orayı vatan olarak görmeye başlaması da güçlüğü ortadan kaldırmıyor. Bu defa da yerliler onları yabancı görmekten vaz geçmiyorlar. Gittiği yere uyum göstermeye çalışanı da milli ve dini değerlerinden taviz vermekle suçlayanlar var. Çözümsüz bir güçlük . Ama sanıyorum insanların farklı kültürlerini hem bireylerin hem de yönetenlerin kabul etmesinden başka bir uzlaşma noktası görünmüyor. İşte bu durum geleceğin insanlığını çok kültürlülüğe taşıyacaktır.