Zor ve sıkıntılı günler yaşıyoruz, yaşadığımız zorluklar ivmelenerek, artarak, boyutunu genişleterek devam ediyor. Zorluklar, acılar, üzüntüler, aksilikler insan için, yaşanır biter, yeter ki umut olsun, yeter ki yaşanacak güzel günlere dair akıl ve bilinçle öngörü, tespit olsun. İnsanlık tarihi boyunca her dönemde sıkıntılar yaşanmıştır, muhtemeldir ki bizden sonrasında da yaşanacaktır. Aksiliklerin bazıları insanın öngörüsü dâhilinde bazıları ise akla hayale sığmayacak şekilde önümüze çıkabilir. Bilim ve teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin kontrolümüze alamadığımız afetler var ki; deprem, sel, rüzgâr gibi, şiddetini ve yerini keskinlikle belirleyemiyoruz. Yaşadığımız günlerde ki ekonomik zorluklarımız belirgin, hepimiz harcamalarımızı frenleyerek, asgari gerekliliklerimizi dahi kontrol altına alarak bu günlerin rahata ulaşmasını istiyoruz, beklentimiz bu yönde. İnsan olarak fıtratımız, formatımız böyle, tamamıyla umutsuz kalmak, beklentilerimizin sıfır olması sadece bedenen değil ruhsal çöküntümüze de sebep.

..

Kanuni Sultan Süleyman’ın aklına takılan ve onu yoran bir soru vardır.

Çok güçlü bir duruma getirdiği Osmanlı Devleti’nin akıbetini hayal eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?” diye..

Bu sorunun cevabını almak için dönemin ünlü Türk âlimi Yahya Efendi’ye Sadrazamını gönderir.

Sadrazam gider, sorar ve döner.

Kanuni; “Ne dedi?” diye sorunca Sadrazam cevabı söyler; “Neme lazım dendiği zaman.”

Başka bir şey söylemedi mi?

Hayır efendim. Bir tek cümle söyledi.

Bu cevabı uzun bir süre düşünen Kanuni, sonunda ünlü̈ âlime mektup yazar, bunun ne anlama geldiğinin açıklanmasını ister.

“Çeşitli yorumlar yapıyorum, ama doğrusu nedir, onu ancak siz söylersiniz..” der.

Ve ünlü̈ âlim Yahya Efendi de bir mektup yazıp, Kanuni’ye gönderir...

(Bu mektup günümüzde Topkapı Sarayı'nda sergilenmektedir.)

Mektup şöyle..

Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık, hukuksuzluk ve yolsuzluk sıradan bir hale gelirse, işitenler de “neme lazım” deyip uzaklaşırsa, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yerse…

Bilenler bunu söylemeyip susarsa ve gizlerse..

Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkar, bunu da taşlardan başkası işitmezse..

İşte o zaman devletin sonu görünür.

Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır. Halkın güven ve itimadı sarsılır. Asayişe itaat hissi kaybolur.

Halkın umutları yok olur, böylece devletin yıkılması mukadder ve kaçınılmaz hale gelir..

*Bu mektup, 500 sene önce yazılmış̧ ve Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir..

..

Ben bir insanım, Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşı, ferdiyim. Panik yapmaksızın iyi kötü günler yaşadık, yine tekraren yaşayabiliriz diyerek kendimi teskin ediyorum. Teskin etmeye çabalarken dahi kendimle kavgam başlıyor, öyle ya, varsın kırmızı eti bir süre hiç tüketmeyeyim, meyvede yemeyeyim, bu kışı da yeni kıyafetler almadan geçireyim, sorun yok, yapabilirim, bu zorluk ve sıkıntılara katlanabilirim. Aklımdan bu düşünceleri geçirirken beynimin diğer şüpheci kısmı isyana başlıyor. Türkiye’m güzel ülkem bu iyimser umutlarla beklerken hesabımızda olmayan, öngörülmeyen sekiz civarı bir depremle baş başa kalırsa ne olur halimiz. Karamsar düşünmemiz için değil, tedirginliğim felaket tellallığı, çığırtkanlıkta değil, ihtimali olacak her şeyi hesaba alma, analitik düşünebilme yetisi. Türk halkı olarak “NEME LAZIM” rahatlığında, umursamazlığın ve alakadarsızlığın mayhoşluğunda mı yaşayalım? İnsanın kendi düşünceleri ve tedirgin halleri yok olmazsa, insan gibi, mantıklı, makul, bilinçli bir hayata nasıl müdahil olur, her birimizin kafasındaki cevabı belirgin olmayan soru.

Mir Murat Demir