YEŞİL GEÇ - KIRMIZI DUR - SARI MI… DÜŞÜN

Abone Ol

İstanbul bir mega kent, içinde barındırdığı türlü gizemleri, tarihi, efsaneleri, levantenleri, hikayeleri, yalanları gerçekleriyle sarmaş dolaş, bazen esen bazen kükreyen bazen dingin havasıyla Karadeniz insanlarının bilinen eserikli hallerine taş çıkartan yaşayanlarıyla dünyanın gözü kulağı eli kolu bacağı…

İstanbul’u ve İstanbulluyu yaşamak gerekir. Şehir tarih kitaplarında anlatılır okursunuz öğrenirsiniz, ama burada yaşamak  bedel ödetir.

Yıllar yıllar önce İstanbul üzerine yazdığım bir makalenin puzzle misali ek parçaları var kafamda çünkü sabahtan akşama kadar tencere kaşık gibi karıştırıyorum orasını burasını. Yaşıyorum. Görüyorum. Çoğunlukla da artık… irkiliyorum. 

Buralar çok değişti arkadaşım.

O makalemde ‘Yaşlanmak yasaktır’ la vurguyu, ileri yaşlarını bu ihtiyar kentle paylaşan ninelerin dedelerin amcaların teyzelerin şehirde onları bekleyen zor şartlarını yazmıştım. Bunu zaman geçtikçe dallandırarak sadece yaşlıların değil hepimizin…kedilerin köpeklerinde dahil olduğu bir kaosla kıvrandığını esefle görüyorum… 

Elimizde kılıç kalkan sağa sola savurup duruyoruz. Ruhlar bedenlerle örtüşmüyor artık.

Ruh kalk gidelim derken beden mok yeme otur demekte.

Çünkü biz buralarda doğduk büyüdük. En güzel sevdalarımızı burada tattık. İstanbul biz demek. Ahmet, Mehmet, Ayşe, Süleyman, Fatih, Halide, Sait, Namık, Elif demek…

Gitmek mi zor kalmak mı?

Olmak mı olmamak mı?

Kabullenmek mi kabullenmemek mi?

Buralar çok değişti arkadaşım.

Saat sorardık, yol tarif ettirirdik, selamlaşır, çay ısmarlar ödemek için türlü Ali Cengiz’likler yapardık. Tebessümü paylaşmayı oh çok şükür demeyi bilirdik. İletişimim en babası bizdeydi evelallah.

Derken…

Birden ortalığı anlamadığımız dillerden bir sıcaklık sardı… Ammaaaa… onları anlamamız çok hızlı oldu. Yok biz öğrenmedik. Kolaylık yaptılar bize… şakır şakır dilimizi öğrenip bizimle felsefeye geçtiler. Özgüvenleri tavan yaptı. 

Enflasyonu mu ? Çok güzel tolere edip, park bahçede yakaladıklarında 1 lira değil on lira istemeye başladılar. Çok çalışıp mekan açtıklarında bize yabancı çalıştırmıyoruz, diyebilecek kadar işi küstahlığa bile vardırdılar.

Ama ‘hakları yenmez’ denilenleri de var. Bize döviz akıtanları da başımızın tacı. Onları en büyük alışveriş merkezlerinde fırça kirpikleri, silikon uzuvları, taşıdıkları kargaların getirdiği pahalı taşları ve bir kilometre öteden algılanan kokularıyla tanırsınız. Sanırsın İstanbul’a ceninken gelmişler…

Olsun.

Allah razı olsun…En pahalı rezidansları, konakları alarak bize bir katkı bir katkı…

İstanbullu dayanıklıdır.

İstanbullu gençtir.

İstanbullu sorunların üstesinden gelir. Çeviktir. Otobüs hareket halindeyken koşar biner. Metroda şekil değiştirir, incelir, sıkışır. Sevecendir. Renk ayırt etmez dirsek teması sever. Paylaşımcıdır. Faturasını zamanında öder. Yolda bulduğu faturayı dahi öder. Ödeyemezse yurt dışına kaçmanın yollarını arar. Çözüm üretme makinesi gibidir. Sürekli çözüm üretir. Sevimli Hayalet Casper gibi; Hop Hop hop değiş tonton der… Uyumludur. Komiktir. 

Yılmaz…

Şehrin göbeğinde her akşam bir teyze geçer mahallemden. Elinde bir pazar arabası. 

Karıştırır… gözleri sadece çöpün içinde işe yarar bir sebze bir meyveye takılı.

A teyzem yorulmadın mı hala, köyün, çoluğun çocuğun, bir kedin de mi yok a garibim?

Tek kalma, kurda kuşa yem olursun. Bak demedi deme İstanbul seni ham yapar. Duyuların artık seni terketmiş. Adımların yavaş, ruhun kanatlarını geçirmeye  hazır. Açlık değil mi tüm mesele. Bir lokma ekmek değil mi tüm hayatın özü?

Yaşlılıkta beklediğin bu değildi değil mi?

Kestane pahalı, torunların hikayelerinin umurunda bile değil. Çınarım, anlat bana anlat ki hatırlansın, İstanbul nasıldı bir zamanlar?