Ülkemde gündem yoğun. Maskeyi, mesafeyi, mafyayı mı yazayım, yoksa imamı mı? Yoksa tribünlere oynayan boş beleş insanları mı? Aslı’nın kelamı derin, Aslı’nın içi çok dolu bu hafta… İnsan gerçekleri inkâr edemeyecek kadar büyük yaşamalı ve hayata bir o kadar gerçekçi bakmalı. Doğallık iyi diyenlerdenim ve bu ifadeyi de hayat yolunda kendime şiar edinmişimdir. Yıllardır tanırsınız beni. Samimiyetsizliği tanıdığınız insanlarda daha kolay anlarsınız değil mi? Yüz ifadesinden, tavrından okursunuz hemen. Hele de ben gibi biraz duygusal zekâya sahip olmak yeter anlamak için. Samimiyetsizlik yeniçağın maskesi. Asıl takmazsanız samimiyetsiz olarak kabul ediliyorsunuz. Ne kadar doğrucu, burnu havada ve kaba biri diyorlar. % 90 herkes takıyor siz takmadınız mı?

Geçenlerde bir psikolog arkadaşımla sohbetteyiz. “Aslı Hanım; Samimiyetsiz ifadeler, yüzeysel sohbetler, karşı tarafı anlık mutlu etmek adına söylenen yalanlar... Güvensizlik temelli samimiyetsiz sorunu yaşıyoruz. Kimse kimseye güvenmiyor. Bu nedenle kimse içinden geldiği gibi davranmıyor. Herkesin yarası var ve yaralayanı ve bu da kine dönüşüyor. Sosyal medya keşke hiç olmasaydı diyorum bazen. En azından haberdar değildik bu kadar. Çok aktif kullanmasak da kullananlarla iç içeyiz. Uzaktan bir tanıdığımız, sırf takipçileri çevresi geniş desin diye, bizimle kol kola fotoğraf çektiriyor. Sahte bir gülüş. Soğuk bir sarılış. Kullanılıyoruz. İnsanlar artık sürekli başkalarını kullanma derdinde. Samimiyetsizlik diz boyu. Sevmiyorum bu düzeni.” Ne kadar doğru ifadeler değil mi?

Samimiyetsizlik belli noktadan sonra bünyede insanlara karşı tiksinti duymaya iter. Etrafınızdaki insanları bir bir elersiniz. Geriye pek kimse kalmaz ama umurunuzda değildir. Yalan dolan bir iletişim halinde olmaktansa gerekirse yalnız olmayı tercih edersiniz. O sahte gülüşler, amacına ulaşmak için ağızdan dökülen yalan sözler, işi düşünce hatırlamalar, onlar bunlar, hepsi uzağınızdadır. Ama bunlar hiç bitmez, sürekli yenilenirler, biri gider biri gelir, gelmese rüzgârını estirir, giden kokusunu bırakır falan filan... İnsanın doğası ile ilgili bir durum diye düşünmeden edemiyorum.

Samimiyetsiz insan her yerde bellidir. İşine gelmeyen bir şey olduğunda direk ölü taklidi yapar. Göründüğü (görünmeye çalıştığı) gibi olmayandır. Yapmacıktır, sinsidir, küçük hesapların insanıdır. Mide bulandırır. Hatta şu an, bu tanıma uyan herhangi bir tanesi, bu yazıyı okuyorsa hiç üzerine alınmaz, öyle de pişkindir. En tehlikeli insan tipi.  Bazı insanlar vardır salt çıkarı için yatmayacağı çamur yoktur. Öylesinden gelecek olanları az buçuk kestirir, gardınızı alırsınız. Ama naif görünümlü iyi niyet elçisi profili çizenin sergilediği oyunda figüran olursunuz da fark etmezsiniz. Fark ettiğinizde ise tiyatro çoktan sergilendiğinden yapacak bir şeyiniz kalmaz. Kaderin kötü bir oyunu ki ben de bu duruma karşı yıllarca savaşıp kemiğimi kemirttirmeyenlerdenim. Bende dostluk, arkadaşlık, komşuluk, akrabalık ifadesi pek mühimdir. Çok yufka yürekli olduğum kadar bıçak gibi hayatımdan kesip atıp üzerine birde kahve içtiklerim çoktur. Bazı dostluklar ve akrabalıklar ne yazık ki karşılıklı samimiyetsiz çıkar ilişkisine dayalıdır. İki taraf arasındaki bu tür dostluğun dayanağı yok olunca, bu yakınlık, dostluk da biter. Hayatınızda eminim çok defa karşılaştığınız ve şahit olduğunuz böyle durumlarla karşılaşmışsınızdır. Benim ise aklıma çok meşhur olan bir Atasözümüz gelir. “ÖKÜZ ÖLDÜ ORTAKLIK BİTTİ”. Sahte samimiyetleri de bu atasözü ile bağdaştırıyorum. Aradaki yakınlığın dayanağı yok olduğundan, yakın­lık da kalmadı anlamında kullanılır. Meşhur Hikâyesi emsaldir. Sahte samimiyetler diye bir olgu var farkına varılması çok fazla sürmez. Zira her yaptığınıza tamam diyen, sürekli iş bitene kadar sizi övüp, yere göğe sığdıramayan adamdan kendini bilen insan ister istemez şüphe duyar. Sahte samimiyetler sizi yavaş yavaş yer bitirir. Öyle bir kanarsınız ki yıllar geçtiğinde yapayalnız kaldığınızda anlarsınız bunu. Çünkü artık çevrenizde kimse kalmamıştır. Son zamanlarda insanlar o kadar alışmışlar ki bu duruma, sahte samimiyet görmeyince rahatsızlık duyuyorlar. Ne yazık ki hayatın her alanına sıçramış bulunmakta bu davranış biçimi. Nabza göre şerbet verip, olacakları bekleyenlerin arkasına gizlendikleri duvardır. Fakat duvarda açılmış bir delik, görünenin arkasındakileri pek şahane gösterir. Tabi bu süreç içerisinde yaşanılanlar ve ardından gelen etkileri, adına tecrübe dediğimiz sıfata dönüşür. Sahte samimiyetler maalesef asrolan samimiyetlerinde üzerini kapar, tıpkı dört yanlışın bir doğruyu götürmesi gibi. Ama hayat işte? Her şeyin tadına ister istemez bakmalıyız değil mi?

Samimiyet kavramını özellikle 7 yıldır şahsi hayatımda da yoğun bir şekilde tecrübe ediyorum. Nietzsche’nin diliyle kelamıma son vermek isterim: “Şunu da öğrendim onların (samimiyetsiz insanlar) arasında: öven geri verirmiş gibi davranıyor; oysa gerçekte, kendisine daha çok verilsin istiyor!”. Gerçekten de durum böyle, yani insanlar yaptığı övgünün sizden elde edecekleri bir çıkar olarak geri dönmesini istiyor; “acaba bunu nerede kullanabilirim, ne işime yarar, nasıl elimin altında tutabilirim” zihniyetiyle hareket ediyor. Ancak hayat galiba varoluşsal olarak biraz da böyle bir imtihan. Bu yüzden çok da üzülmemek, hatta belki alışmak gerek. Zira “İnsanlar arasında susuzluktan ölmek istemeyen, bütün bardaklardan içmeyi öğrenmelidir; insanlar arasında temiz kalmak isteyen, kirli suyla yıkanmayı dahi bilmelidir.”  Ve en mühimi de asla Onlar gibi olma! İnsanı en çok da

"Samimiyetsiz samimiyetler..." yoruyor...